32 yıl sonra 'Davutpaşa Orta 3'

Ahmet Sel, 12 Eylül'de Davutpaşa Askeri Cezaevi'nin Orta 3 koğuşunda yatmış 42 insana ulaştı, bugünlerini fotoğrafladı, röportajlar yaptı. Sel'in çalışması DEPO'da sergileniyor. Aras Yayınları da kitabını yayımladı.

Yayınlanma: 03.12.2012 - 09:41
Abone Ol google-news

“Ermenilerden, Rumlardan, komünistlerden ve vatan hainlerinden hesap soracağız!” diye bir anons yankılandı Davutpaşa Askeri Cezaevi’nin koridorlarında. Yaş ortalaması yirmiyi aşmayan mahkûmlar yaşadıkları işkence bir yana hayatta kalıp kalamayacaklarının kaygısıyla, Davutpaşa Orta 3 koğuşunda 12 Eylül 1980’i böyle karşıladı. Cezaevi komutanı Adnan Binbaşı’ydı... 

Darbeden hemen önce, darbe sırasında ve darbeden sonra Davutpaşa Orta 3 koğuşunda yatan 42 mahkûm, darbenin üzerinden 32 yıl geçtikten sonra neler yaptılar, bugünlerini nasıl yaşıyorlar?

Yakın tarih ve ortak hafıza ile ilgili projeler üreten ve yaklaşık yirmi beş yıldır Fransa’da yaşayan fotoğrafçı Ahmet Sel, dönemin mahkûmları başta Şahin Arslan, Fahrettin Yılmaz, Seyfettin Yılmaz’ın yardımlarıyla 42 mahkûma ulaştı ve bugünlerini fotoğraflayıp röportaj yaptı.

1956 yılında dünyaya gelen Sel, 1995-2000 yılları arasında Sipa Press fotoğraf ajansının Moskova bürosunu yönetti. Sel, Fransa’ya döndükten sonra Sipa Press’in genel yayın yönetmeni olarak görev yaptı.

“Davutpaşa Orta 3”
isimli serginin Tophane’deki DEPO’da yapılan açılışında 32 yıl önce koğuş arkadaşı olanların çoğu da oradaydı.

Bir kısmı yıllardır bağları koparmamış, bir kısmı uzun aradan sonra birbirlerini görüyor. Serginin Aras Yayınları’ndan çıkan kitabını birbirlerine imzalatıyorlar. Biri tekstil boyacısı, biri köyünde ziraatçi, biri tesisatçı, makine mühendisi, inşaatta kalıpçı ustası...

Ahmet Sel anlatıyor...

- Mahkûmlarla nasıl tanıştınız? Fikir nasıl oluştu?


Ben hep yakın tarihle, sosyal, siyasi tarihle yüzleşen, bunu yeni baştan ortaya koyan belgesel işler yapıyorum. Türkiye’ye döndükten sonra da buranın yakın geçmişi ile ilgili bir iş yapmak biraz da görevimdi.

Aklımda uzun zamandır olan bu projeden Şahin Arslan’a söz ettim. Şahin Arslan darbe öncesinde Paris’te aynı evi paylaştığım sevdiğim bir arkadaştı. Diğer arkadaşlarla tanıştırdı. Davutpaşa Askeri Cezaevi’nde darbeden az önce, darbe sırasında ve darbeden sonra birlikte yaşayan ve aynı koğuşu paylaşan ulaşabildiğimiz 42 insanın hikâyesini anlattık bu sergide. Bu biraz da imece, kolektif bir iş oldu.

- Mekânlar nasıl seçildi? Yaptığınız röportajlar mı sizi buralara götürdü?


Bunlar tamamen kurgulanmış fotoğraflar. Genellikle mekânların bu insanların yaşadığı yerler ya da geçmişleriyle ilgili mekânlar olmasına dikkat ettim. Mesela bazılarını gözaltına alındıkları yerlerde çektim. Hâlâ anneleri, babaları ya da kendileri o evde yaşıyor. Bazılarını gözaltına alındıkları evin kapısında, kimilerini cezaevinden çıktıktan sonra ilk gittikleri yerde... Dış dünyadan kendilerini izole ettikleri yerde...

- Çektiğiniz fotoğraflarda ya da yaptığınız röportajlarda geçmişin açtığı izler bugüne nasıl yansıyor?

Öncelikle yüzlerinde izler taşıyorlar; yaşlanmışlar. Duruşlarında, tavırlarında, oturuşlarında o dönemden kalma izler var. Ayak ayak üstüne atma, tespih çekme biçimi, bir racon var hâlâ bazılarında. Düz ve dürüst bir duruş, kendine güven. Bazılarında kırgınlıklar, yılgınlık.

Bugünün değişen koşullarına adapte olmak zorundalar. Bir kısmı işadamı olmuş. Tamamen geçmişin sorumluluğunu taşıyan arkadaşlar. Bir pişmanlık duygusu olduğunu da sanmıyorum. “Biz yaşanması gereken şeyleri yaşadık, görevimizi yaptık” diyorlar.

- Davutpaşa’daki cezaevi, işkencehane şu anda Yıldız Teknik Üniversitesi’nin kampusu. Orada da fotoğraflar çektiniz.


Üç arkadaş beraber gittik. Onlar çok duygulandılar. Yıllar geçti. Çok ciddi işkencelere maruz kaldılar. Orta 3 bölümü güzel sanatlarla ilgili bir bölüm şu an. Onları çok duygulandırdı, o koridorlarda dolaştılar. Viyolonsel, gitar çalan çocuklar dolanıyor şimdi o koridorlarda. Aynı yaştaki gençler 30 yıl evvel mahkûmdu, işkence gördüler.

- Fotoğraflarda 1980’lerden günümüze bir Türkiye tarihini de görmek mümkün...

Portrelerde bugünleriyle ilgili bir şeyler gösteriyorum. Bu fotoğraflarda gelişen ve değişen Türkiye’yle de ilgili birtakım ipuçları, izler var. Eskiden dolaştıkları tarlalar şimdi birtakım yeni kentler haline gelmiş, gökdelenler çıkmış. Bazı yerlerde zenginlerin yaptığı villalar var, bazı yerler tamamen ortadan kalkmış. Mesela Davutpaşa o zamanlar bostan ve sanayi sitelerinin olduğu yerdi. Şimdi orası koskoca bir şehir haline gelmiş.

- Türkiye’den ayrıldığınız dönemle bugün arasında nasıl bir fark görüyorsunuz?

Ayrıldığım dönemde Türkiye çok politize, insanların daha fazla düşündüğü, okuduğu, bir yerdi. Bugün 30 sene sonra gördüğüm, çok apolitize olmuş, siyasetten korkan bireyci insanların yetiştiği, bir toplum. Bireycilik anlamında biraz da Avrupa toplumunu da andırıyor aslında. Ama Avrupa’da insanlar bizden daha çok siyasi tavır içindeler. Kimse kimseye şehirleri ve toplumun yaşamını ilgilendiren projeleri tepeden inme bir şekilde empoze edemez. Türkiye’de buna tepki bile göstermiyorlar. Genel olarak toplumumuz biraz donuk, soğuk ve tepkisiz bir hale gelmiş.



Ahmet Sel'in röportajlarından

‘Ermeni’yi getirdik!’ dediler


Şahin Arslan: 7 Mart 1980 Cuma akşam saat 6’da, Kadıköy’de karanlık bir sokakta yakalandım. Gayrettepe 1. Şube’de kimlik tespiti yapılırken bir polis “Bu Ermeni!” diye bağırıp kimliğimi aldı; beni bir odaya soktular, “Amirim Ermeni’yi getirdik!” dediler. Koltuktan iriyarı bir adam kalktı ve sol gözüme bir yumruk attı. “Sopa getirin” dedi.

Vedat Aktaş: Yeniden hayata tutunmak iki yılımı aldı. İnşaatlarda çalıştım, tekstilcilik, öğrenci servisi gibi işler yaptım. Sonraki yıllarda Kuşadası ve Antalya’da lokantalarda çalıştım, şimdi yine ata mesleğim inşaatçılığa dönmeyi düşünüyorum.

Hamdi Tabanlı: İşkence yaptılar; ama bu ülkede hırsıza bile işkence yapılır, o yüzden zoruma gitmedi. Gücüme giden tek şey beni çırılçıplak soymaları oldu, bunu hâlâ sindiremiyorum.

Yılmaz Topaloğlu:
2004’te ÖDP’den Hopa Belediye Başkanı seçildim; 2005’te belediye başkanlığım döneminde pasaport almak için başvurdum. İş epey uzadı. Emniyet müdürlüğünde gereksiz yere bekletiliyordum. Görevli polisin sözlerini hâlâ hatırlarım: “Siz sanıyor musunuz ki yaşananlar silindi, unutuldu! En küçük bir hareketlenmede, ilk alınacaklardansınız, hedeftesiniz!”

Cengiz Çelikörs:
İşkencecilerimden biri 2000 yılında tesadüfen işyerime geldi. Sesinden tanıdım. “Sen DAL (Derin Araştırma Laboratuvarı) elemanı değil misin?” diyerek yerimden kalktım, birdenbire ortadan kayboldu.

Mustafa Taluğ: 12 Eylül, solun ve hepimizin üstünden bir silindir gibi geçti. Darbeciler toplumu değiştirmeyi başardılar; bencil, tepkisiz bir toplum yarattılar. Darbe sonrası, gençler yaşama karşı duyarsızlaştılar, diye düşünüyorum.


12 Eylül davasına nasıl bakıyorlar

‘Benim kıblem insan!’   


DEPO’daki serginin açılışında, bir zamanların Davutpaşa Orta 3 koğuşunun sakinlerine, şimdilerde görülmekte olan 12 Eylül davasını sorduk.

“Benim kıblem insan” diyen Kemal Karaman, darbeyi yapan bir insanın canının acımasını bile istemeyeceğini söylüyordu. “Hele ki bu yaşta. Bu sergi gibi etkinlikler ‘O insanın içini sızlatır mı” diyorum, ama verdiği demeçlerde hiç de öyle olmadığını görüyorum. Şimdi yargılansa ne olur, cezaevine atılsa ne olur? Bu davadan bir netice elde edemeyiz gibi geliyor.”

Fahrettin Yılmaz, “Cunta dönemini yaşayan ülkelerde de benzer şeyler oldu, cuntacılar yargılanmıyor gibiydi” diyordu. “O davalara bakınca burada da neler olacağını görüyorsunuz.”

Selahattin Sabırlı ise “Kenan Evren nasıl yargılanırsa yargılansın, ama yargılansın” demekten alamıyordu kendini. “Hasta yatağında dahi yargılansın. İnsanlar öldürüldü, kaybedildiler. Kenan Evren ve darbe zihniyeti bu ülkenin üstünden tamamen kalkmalı. Kenan Evren özelinde bu zihniyet yargılanmalı. Hatta cezaevine konulmasını istiyorum.”

42 kişi arasında idamla yargılanıp 13 yıl yatan Yaşar Yıldız, “Herkes geldi gitti ben, hancıydım” diyordu. “Eğer bu davaya müdahil olunursa açılacak diğer işkence davalarına müdahil olunamıyor diye bir haber okumuştum. Bu nedenle 12 Eylül davasına müdahil olmadım.”

Vedat Aktaş ise davayı, “ağızlara bir parmak bal çalmak gibi” diye nitelendiriyordu.

“12 Eylül’de, herkesin korktuğu, en samimi arkadaşların bile sana ulaşamadığı bir dönemde ölümü göze alıp senin arkanda durabilen tek kişi kalıyor. Annen” diyen Hasan Toprak, Evren ve Şahinkaya’nın bu şekilde yargılanmasının hiçbir şeyi çözmeyeceğini söylüyordu:

“Kenan Evren göstermelik olarak yargılanıyor. Gerçekler çok daha adil bir şekilde ortaya konmalıydı. Ben geçmişe döndüğümde kimseye nefret duymadım. Geleceğe bir şey bırakacak mı bu dava, bunu merak ediyorum. Bence bu haliyle çok bir şey bırakmayacak.”

Sergi 23 Aralık’a kadar Depo’da.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler