Fahrenheit 451'i sahneleyen Erdal Beşikçioğlu: Sistem eleştirilebilir, devlet değil
Erdal Beşikçioğlu, yönettiği ve oynadığı Tatbikat Sahnesi’nin oyunu Fahrenheit 451’le tiyatro sahnesinde. Yeni dizisi Çocukluk FOX TV’de başladı. Dizinin ilk ismi Kimsesizler’di. RTÜK beğenmeyince isim dizi başlamadan değiştirildi. Beşikçioğlu ile oyunun provasını yaparken Zeytinburnu’ndaki Fişekhane’de bir araya geldik. Distopya, ütopya, korona, Ay’a turist gezisi derken keyifli bir sohbete imza attık. Yeni sezona yeni işlerle başlamanın heyecanını yaşıyor. “Umarım seyircilerimiz bizi yalnız bırakmaz” diyor.
Erdal Beşikçioğlu, kitapların yakıldığı, özgürlüklerin yok edildiği baskıcı bir düzeni anlatan oyunu Fahrenheit 451 ve yeni dizisi Çocukluk ile sezona başladı. Karantina döneminde evde kalmış olmaktan memnun ama “Artık iş zamanı” diyor: “Uzun zaman sonra mutfağa girdim, bahçeyle çiçeklerle uğraşmaya başladım. Devamlı bir koşturmacanın ve kaosun içindeydim bu süreç bana çok iyi geldi açıkçası. Beş ay iyi de, sonra bir bakıyorsunuz hayat pandemi indirimini sağlamıyor üstelik daha da pahalı olarak üstünüze geliyor. ‘Çiçek koklamaya devam edeyim’ diyemiyorsunuz...”
Beşikçioğlu, tek perdelik oyunda kitapları yakan itfaiyecinin şefi rolünde. "Azınlıklar mevzusu çok önemli. Azınlıklar kilit. Emperyal güçlerin yönlendirmesini sağlıyorlar. Azınlıklarla ilgilenmek ilgimi çekiyor, oyunda da onun altını çiziyorum. Bugün sen azınlıksan bir anda bir bakıyorsun çoğunluk oluvermişsin, bir bakıyorsun bölünmüş ve daha küçük azınlıklara ayrılmışsın. Bu tuhaf bir döngü..." diyor. Oyunun bir sonraki gösterimleri Fişekhane'de 18 Ekim ve 25 Ekim'de yapılacak.
Önce oyunla başlayalım mı?
Distopik edebiyatın baş yapıtlarından bir tanesi 451 Fahrenheit.
Konusu itibariyle kıyaslamamak elde değil ülkemizi...
Sadece ülkemizle ilgili bir durum söz konusu değil artık. Alon Musk’un uzaya gönderdiği, - ne deniyor ona- uydularla, vücudumuza enjekte edilecek çiplerle, aslında Ray Bradbury o zaman, bu zamanı görerek tuhaf bir dünya kurmuş. O zamandan bunu görmek çok enteresan bir şey. Biz Dostoyevski için böyle bir şey söylüyorduk ama distopik bir dünya için böyle bir şey söylemek bir taraftan korkutucu, bir taraftan da tedbir almamızı gerektirecek bir takım eylemler silsilesine başlamamız gerektiğini anlatıyor bence. Bu eseri seçtiğimiz zaman bir parça da buna göz kırpmak istedik. Telifini almak çok zordu. Ajans, pandemi sürecinde tiyatroların sıkıntısını duyumsayarak, prömiyerdeki tek gösterimlik hakkı, sosyal ve dijital dünyadan seyirciyle buluşturmamızı sağladı. Bu da çok yeni bir hareket. Prömiyerimizi evde otururken izleyebildi gelemeyen seyircilerimiz. Daha geniş kitlelere ulaşmayı, -tiyatro sanatını yapma amacımızın unsurlarından biri- sağlamış olduk böylece.
EYLEM DEVAM ETMELİ!
Canlı canlı izlemenin tadı başka ama..
Tabii başkadır. Sahalara gidip spor karşılaşmalarını seyretmek gibi bir keyfi vardır canlı oyun seyretmenin. Evde oturup golleri defalarca izlemek de başka türlü bir keyif açıkçası. Tabii ki evde seyretmenin başka türlü bir keyfi olacak ama seyircinin oyuncunun soluğunu alıp vermesini, heyecanını duyumsaması bakımından salonda olmakla hiçbir zaman mukayese edilemez.
Tatbikat Sahnesi çok zorlandı mı pandemi nedeniyle?
Biraz zorlandık tabii. 21 sigortalı çalışanımız var. Biz sosyal hakları sağlamaya çalışırız elimizden geldiğince, kimseyi haybeden çalıştırmayız. Vergi borcu da yoktu tiyatromuzun. Kısa çalışma ödeneğinden yararlandık. Devlet zaten bunun için vardır. İnsanın canını sıkan devletle vatandaş arasındaki sistemdir. Bu sistem zaman zaman iyi işler zaman zaman da hiç işlemez ancak bu sistem eleştirilebilir, devlet değil. Kendi ayakların üzerinde burada nefes alman, hayat bulman gerekir. Sicili temiz bir tiyatro olduğumuz için pandemi sürecini çalışanlarımız biraz daha rahat geçirdiler ama çalışmayan insan ne kadar rahat geçirebilir ki... Şimdi buraya bir amaç için toplandık. Bu oyunu sahnelemek, bir sonuca ulaşmak psikolojik olarak bizi rahatlattı açıkçası. Tabii ki endişe hiçbir zaman geçmedi, ellerimiz kavruldu dezenfekte etmekten buraya geldiğimizden beri... Hayat devam ediyor ve korkularla yaşarsak kendimizi anlatamayız, kendimizi görünür kılamayız. Her ne şekilde olursa olsun, savaş da olsa, anlatacak bir şeyleri muhakkak bulmamız, bunları dinletecek insanlara da bunları sunmamız gerekir, bizim işimiz bu.
Şov devam etmeli...
Show must go on. Evet biraz böyle... Bunu deyince biraz basite indirgenmiş gibi görünüyor ama gerçekten eylem devam etmeli.
PANDEMİDE GEÇMİŞİMİ SORGULADIM
Siz kişisel olarak nasıl etkilendiniz? Duygu dünyanızda neler oldu? Korktunuz mu?
Enteresan bir süreç. Ben uzun yıllardır ailemle çok fazla vakit geçirmemişim. Aileyi ayakta tutmanın çalışmak olduğu inancıyla hareket etmişim devamlı. O yüzden o turneden bu turneye, o setten bu sete koşturup dururken, aileyle vakit geçirmemişim ben.
İki çocuğunuz var.
Evet. Onların okullarının paralarını ödemek, o eğitim sisteminin bilmem nesini yapmak... Tuhaf bir endişe ve kaos içerisinde, zamansızlık içerisinde -ki bu oyunda da söylüyoruz- bu kalemlerin hepsini ödemek için çalışmışız. Bu pandemi süreci bir dışarı çıkıp kendi geçmişimi sorgulamam sebep oldu. Elimdeki değerin daha da farkında vardım. Ben bakıyorum şimdi, kızımı dört yaşında bırakmışım sektöre girmişim, kızım şimdi 18 yaşında. Dizi dünyasını kastediyorum. Ondan önce tiyatro vardı ama dizi dünyasına girince zamansızlığınız artıyor. Bir baktım ki kızım büyümüş, üniversiteye başlamış, kendi işlerini halletmiş, Strasburg’da bir konservatuvarı kazanmış... Şimdi onların koşturmacasından övünç duyma zamanımın başladığını gördüm.
Tebrik ederiz kızınızı... Küçüğü ne yapıyor?
O da 8 sekiz yaşında. O da büyüyecek. Beraber olma hikâyesi beni çok daha keyifli hale getirdi açıkçası. Uzun zamandır mutfağa girmiyordum, mutfağa girmeye başladım. Bahçeyle, çiçeklerle uğraşmaya başladım. Devamlı bir koşturmacanın ve kaosun içindeydim bu süreç bana çok iyi geldi açıkçası. Ama beş ay iyi de, sonra bir bakıyorsunuz ki sizin o kadar büyük bir birikiminiz yok. Özel tiyatrolar dijitalden üretim yapıyor ama bakıyorsunuz ki faturaları hiç ona göre düzenlemiyorlar yani. Hayat pandemi indirimini sağlamıyor üstelik daha da pahalı olarak üstünüze geliyor. Bu bağlamda da siz ‘çiçek koklamaya devam edeyim’ diyemiyorsunuz tabii ki.
Ve yeniden işe başlıyorsunuz...
Riskleri alıp kaldığınız yerden devam etmeniz gerekliliğiyle karşı karşıya geliyorsunuz. Zor ama umarım seyircimiz bizi yalnız bırakmaz. Biz gereken tedbirleri alıyoruz ama buraya gelen insanın aldığı tedbirler daha önemli. Tiyatro seyircisinin de bu bilince sahip olduğuna inanıyorum ben, zaten 500 kişilik salonda 150, 200 kişiye oyun oynayacağız. Havalandırmalar gerektiği gibi, maskeleriyle seyrettikleri zaman sorun olacağını düşünmüyorum. Toplu taşımalardan daha az riskli olduğunu düşünüyorum. Kafelerden, cenazelerden, düğünlerden de...
Evde kalmaya dönersek, evde sürekli bir baba varlığı nasıl etkiledi ev halkını?
Ben biraz büyük abi gibi takıldım evde bu sefer Elvin’in canı sıkıldı (gülüyor.) Üç çocukla uğraşmak çok zordu. Ömer tam benim kafalarda şu an, bisiklete binmeyi yeni öğreniyor, hover board yapmayı yeni öğreniyor, topun ne demek olduğunu, takımın ne demek olduğunu öğreniyor ki biz bir ara salonda go kart yapıyorduk. Bizim için keyifliydi. O keyifsiz süreci keyifli hale getirebilecek sevgiye sahipmişiz açıkçası.
Saçınızı da kestirmişsiniz...
Behzat Ç.’den başka türlü çıkamadık.
Güzel olmuş...
Malzeme bu yapacak bir şey yok (gülüyor.) 9 yıldır uzundu saçlar. Pandemi sürecinde karar verdim. Biraz hava alayım, saçın sakalın altında ne var bir görelim dedim. Elvin de konservatuvarda bu halimle beğenmiş almıştı beni...
MEDYA MAYMUNLUĞUNA İNANAMADIM
Diziniz Çocukluk’un başlamadan isminin değiştirilmesine takıldım. Neden kimsesizler ismi rahatsız etti?
Enteresan tabii, 30 saniyelik bir tanıtımdan sorumlu tutuyorsunuz her şeyi. Hikâye etrafında ailesinden hiç kimse kalmayan çocuğa ‘sen yalnız değilsin’ dediğimiz bir projeydi. ‘Kimse kimsesiz değildir’ dendi. Tabii ki devlet olduğu sürece kimse kimsesiz değildir ama sizin ailenizin bütün fertleri yoksa artık yalnız kalmışsanız, o (devlet) sizi sahiplenme süreci içerisinde kimsesiz sıfatınız vardır. Devlet kimsesi olmayan insanı sahiplenir. Biz de bunu anlatmaya çalışıyoruz işimizde. Tanıtımı görür görmez deli danalar gibi saldıran sosyal medya maymunluğuna ben daha önce hiç rastlamamıştım. İnanamadım. Algı sığlığında bu kadar insanın bir araya gelip bunu nasıl devletin kurumlarına kabul ettirdiğini, devletin kurumlarının da diziyi görmeden bunu nasıl kabul ettiğini anlamış değilim.
Beşikçioğlu, dizinin başlamadan isminin değiştirilmesine tepkili: "İşimiz çok zor bizim. Her zaman böyle sığlıklarla mücadele eden sanatçılar çıkmıştır, çıkacaktır. Benim görevim bu. Bu adamların hepsini biraz daha yukarı kaldırmak, düşünce sistematiğini geliştirmek. Yaşamda bunu amaç edindim. Ben şaşkınım ama birinci bölümü seyrettikten sonra bunları söyleyen herkesin, o kararı veren kurumların yanlış düşündüklerinin farkında olacağına inanıyorum."
İnsan ister istemez ‘ neden alınganlık yaptınız’ diye sormak istiyor...
Neden o zaman kimsesizler adında bir mezarlık var. Neden o zaman kimsesizler adında bir mezarlık var? Ne oldu? Öldüğünde bu devletin vatandaşı değil misin? Önce bunları fark edelim. Tersinlemeden haberimiz yok, anti-kahramanın ne demek olduğundan haberimiz yok. Kendi ön yargılı dünyamızda toplumu o ön yargıyla hareket etmeye yönlendiriyoruz. İşimiz çok zor bizim. Her zaman böyle sığlıklarla mücadele eden sanatçılar çıkmıştır, çıkacaktır. Benim görevim bu. Bu adamların hepsini biraz daha yukarı kaldırmak, düşünce sistematiğini geliştirmek. Yaşamda bunu amaç edindim. Ben şaşkınım ama birinci bölümü seyrettikten sonra bunları söyleyen herkesin, o kararı veren kurumların yanlış düşündüklerinin farkında olacağına inanıyorum.
Kimsesizin kimsesi olun diyorsunuz.
Evet yani... Çok acayip, boş boş şeyler yapıyorsunuz, düşünmeden düşündüğünüzü zannediyorsunuz. Hareket etmeden hareket ediyor gibi davranıyorsunuz. Bu korkunç bir şey. Sosyal medya tamamıyla bunu sağlıyor. Benim en nefret ettiğim tarafı da bu. O kurullar neyi değerlendiriyor? O zaman o kurullarda maaş alan insanlara gerek yok sosyal medya yetiyorsa, belirliyorsa. Yersiz masraf. Bir kişi orada dursun sosyal medyayı takip etsin, kararını versin yeter.
ÇOCUKLUK'TA BOŞ LAF YOK
Diziye dönecek olursak, nasıl kabul ettiniz?
Dizimiz çok keyifli. İçinde olmaktan büyük zevk aldığım işlerden biri. Sosyal sorumluluğu var. Boş hiçbir lafı yok. Bir amaca yönelik. Bir farkındalık sağlamak için gerçekleştirilmiş bir eylem. Bu benim için yeterli oldu. 60 milyona ulaşacak bir kanalda, insanlarla paylaşacak iki saatin var dendiği zaman ben o vakti boş boş geçiremem onlarla. Amacına uygun kullanmam gerekiyor orayı, farkındalık yaratmam lazım. Birtakım şeylerin farkındayım o farkındalığımı paylaşmak istiyorum açıkçası.
En çok neyi paylaşmak istiyorsunuz peki? Ne var aklınızda?
Geleceği paylaşmak istiyorum şu an. Geleceğimden ben çok büyük kaygı duyuyorum, o yüzden de gençler ve çocuklar üzerine yoğunlaşılması gerektiğine inanıyorum. Pandemiden sonra fark ettiğim bu. Şu anda dünya tuhaf bir yalpalamanın eşiğinde. Umarım bir an önce yörüngesine oturur. 1914’te de olmuştu, önemli bir kuşak kaybedilmişti, şimdi de öyle olmasını arzu etmeyiz değil mi? O dönem savaş topla tüfekle yapılıyordu, şimdi dijital ortamda sosyal mecralarla hastalıklarla yaşanıyor. Bunu iyi idare edilmesi gerektiğine inanıyorum?
Bu yapılır mı peki?
Aklı başında insanlar yapabilir bunu. Bu devletin o gücü var. Onu nasıl işleteceğini bilecek insanların olması gerekiyor. Sistemin o gücü nasıl kullanacağını bilmesi gerekiyor.
"Riskleri alıp kaldığınız yerden devam etmeniz gerekliliğiyle karşı karşıya geliyorsunuz. Zor ama umarım seyircimiz bizi yalnız bırakmaz. Biz gereken tedbirleri alıyoruz ama buraya gelen insanın aldığı tedbirler daha önemli. Tiyatro seyircisinin de bu bilince sahip olduğuna inanıyorum ben, zaten 500 kişilik salonda 150, 200 kişiye oyun oynayacağız...."
BEN AY'A GİTMEM! YER ÇEKİMİ ARARIM!
Gelecek deyince, aya turist gezisi planlanıyor yakında ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Benim daha gidemediğim sahil kasabaları var, ben o sahil kasabalarına gitmeye niyetliyim (gülüyor.)
Aya gitme teklifi gelse kabul etmez misiniz? Ünlüler gidecekmiş...
Yok canım ne işim var orada.
Gerçekten soruyorum.
Hayır hayır hiç gitmem. Ben ölümlüyüm (gülüyor.) Bilim kurgu ilgimi çekiyor ama bilim kurgunun gerçek bir zamanda benim tarafımdan gerçekleştirilmesi düşüncesi hiç ilgimi çekmiyor. Benim ayda olma durumum yok.
Yükseklik korkunuz mu var?
Yere sağlam basmam lazım (gülüyor.) Ayda onu gerçekleştiremiyoruz. Yer çekimi ararım...
Ütopik hayalleriniz var mı peki?
Düşünmediğim yerden sordun. Distopik bir hayal desen, zaten onu yaşıyorum diyeceğim...
Şu an insanlarda en gıcık olduğunuz şey nedir?
Bu pandemi süreciyle birlikte yanımdan geçerken dokunmaları hoşuma gitmiyor sanki... Eskiden iç içeydik, müzikler dinlerdik birbirimizin üstünde... Şimdi o tür şeyler distopik dünyamda beni rahatsız ediyor.
BAŞKA TÜRLÜ HAYAT ÜTOPYA!
Pandemi bize ne yaptı?
Sanırım biraz daha dinginleştik, insan olduğumuzun farkında vardık, sorguladık gibi geliyor. İnsan ölümden korkunca nasıl bir yaratık olduğunun farkına varıyor, ister istemez bu bir dinginlik getiriyor. Dünyanın en güçsüz yaratığısın sen işte.
Dünyayı da bu hale getiren...
Güçsüz olduğun için yapıyorsun bunu.
Daha iyi bir dünya kurulur mu salgından sonra sizce?
Emperyalist güçler dünyaya lead etmeye (öncülük etmek) başlayınca yine göremeyeceğiz bunu. O Venedik’te ortaya çıkan yunuslar bizim ütopyamız olarak kalacak. Bir rüya gördük ve geçti gitti diyeceğiz. Çok kötü bir huy vermiş tanrı, hırs. Bu hırsı içimizden söküp atamayacağımız için hep olacak bunlar. Emperyal güçlerin sömürü sistemi olduğu sürece hep olacak.
Başka türlü bir hayat mümkün değil mi?
Nasıl olabilir ki? O baya baya ütopya olur. Güzel de ütopya olur. Bir taraftan da heyacan ortadan kalkar. Nasıl baş kaldıracağız abi? Bilmiyorum... Oyunda biraz da bunu anlatıyoruz.
"Artist olamadım ben. O gereklilikleri yerine getirecek alt yapı bende yok. Her gece bir yere gidemiyorum, cemiyetler içerisinde boy gösteremiyorum, sosyal medyayı arzu edilen şekilde kullanmak istemiyorum, bu ve benzeri bir çok şey... Yaptığım işler seyrediliyor beni mutlu eden o..."
BRADBURY BENİ ACAYİP İNSANLARLA TANIŞTIRDI
Oyunun sizin için en vurucu tarafı ne? Öyle bir dünya olsaydık... Gerçi öyle bir dünyada gibiyiz de...
Azınlıklar mevzusu çok önemli. Azınlıklar kilit. Emperyal güçlerin yönlendirmesini sağlıyorlar. Azınlıklarla ilgilenmek ilgimi çekiyor, oyunda da onun altını çiziyorum. Bugün sen azınlıksan bir anda bir bakıyorsun çoğunluk oluvermişsin, bir bakıyorsun bölünmüş ve daha küçük azınlıklara ayrılmışsın. Bu tuhaf bir döngü. Dünyaya bakınca çok net görülüyor. Çoğunluk diye bir şey yok bence zaten. Dünyanın en büyük derdi azınlıklar üzerinden gerçekleşmiştir...
Her şey girer bunun içerisine, dil, din, aile...
Ne güzel söylediniz, bir aile. Rockefeller bir aileydi sadece. Bir edebi eserin bunları fark etmesi ve fark ettirmesi çok önemli. Bu nedenle yaptığım işin bir yerlere ulaştığını görmek beni çok keyiflendiriyor.
Kitapsız bir dünyada olsaydınız ne düşünürdünüz?
Onu anlatıyoruz işte...
Başucu kitaplarınız hangileri?
Şu sıralar Ray Bradbury’nin eserlerine bakıyorum. Yazı Yazma Sanatı, Mars Günlükleri... Makyavelli okutmaya başladı bana deli bir şekilde. Makyavelli, Prens kitabında, devlet idaresinin nasıl sağlanacağını net ve acımasız bir şekilde anlatıyor. Tuhaf bir dünyanın içinde olduğunuz gerçeğiyle karşılaşıyorsunuz. Çok acayip insanlarla karşılaştırdı Bradbury beni.
BEN ARTİST OLAMADIM!
Peki oyunculuğunuzun kırılma noktası...
Deli ile başladı. Deli’den önce medyada Vali ile olmuştu. Sonra Reha Erdem’le Hayat Var’ı çektik. Sinemanın ne demek olduğunu orada sorgulamaya başladık. Ardından Bir Deli’nin Hatıra Defteri geldi...
Ünlü olmanız Behzat Ç. mi?
Ünlü olmak demeyelim de yüksek seyredilme diyelim. Çünkü ben hiçbir zaman artist olamadım. O dünya başka bir dünya.
Tam onu soracaktım, ne hissettiriyor ünlü olmak diye?
O (artist olmanın) gereklilikleri yerine getirecek alt yapı bende yok. Her gece bir yere gidemiyorum, cemiyetler içerisinde boy gösteremiyorum, sosyal medyayı arzu edilen şekilde kullanmak istemiyorum, bu ve benzeri bir çok şey... Yaptığım işler seyrediliyor beni mutlu eden o. Uçaktan inince mesela takip edilmemek dünyanın en keyifli işi. O kadar rahatım ki kalabalıklar içerisine karışabiliyorum kimseye değmeden...
İstanbul’la Ankara’nın en büyük farkı ne?
Ankara’da seyirci salona gelmeden önce neyi seyredeceğini biliyor. Çok değerli. Bu bir kültür Cumhuriyet dönemiyle gelen... İstanbul Ankara’dan göç almış durumda... İstanbul’un gece hayatına bir dönem Ankaralı müzisyenler öncülük etmiştir. Tiyatrocular da buraya gelmiştir. Ankara’nın yeri başkadır.
KIZMAM AMA KÜSERİM...
Son soru diziden olsun. Baba figürü var orada, siz nasıl bir babasınız?
Ben çocukların yaşına inebilen bir babayım. Bazı kurallarım var. Düzenli olacaksın, ne yaptığını bileceksin, her şeyini zamanında yapacaksın, bekletmeyeceksin ne kendini ne başkasını. Öğreneceğin şeyi zamanında, alacağın keyfi zamanında... Hayatı dozunda yaşayacaksın.
Beşikçioğlu, dizide, tüm hayatını geride bırakıp Ali Kaan Umut Evi’ni açan Mahir Boztepe rolünde. İlk günden beri evine gelen her kimsesiz çocuğun doğru aileyi bulmasını sağlıyor...
Bunu oturtabilmek çok güzel olmalı...
Oturtamıyorum ki (gülüyor). Bu sadece bir temenni...
Kızar mısınız isteğiniz olmadığında?
Kızmıyorum, küsüyorum. Konuşmuyorum. Onu onun fark etmesi gerekiyor çünkü...
Oyun fotoğrafları: Kaan Sağanak
En Çok Okunan Haberler
- Dönmek isteyen gençler için şartını açıkladı
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Seküler müdür kalmadı'
- ‘Kartlar bloke edilebilir’ uyarısı!
- CHP'nin ilçe başkanından açıklama!
- Jose Mourinho'dan genç futbolcuya övgü!
- İkinci elde 'Suriyeli' hareketliliği
- Üniversite öğrencisi, trafikte öldürüldü