Ataol Behramoğlu’ndan ‘Ali Suavi’
Ataol Behramoğlu, Ali Suavi’yi tüm insani yönleriyle yansıttığı oyunda; ondaki hürriyet imgeleminin oluşmasını, düşün evrenini, kendiyle ve çevresiyle hesaplaşmalarını adım adım çözümlüyor.
- Yazarın kafa sesiyle ve tasvirli bir dille başlayan oyunda; görüyoruz ki; genç yaşta hızla yükseliyor Ali Suavi. En baştan ilerlersek; on beşinde çıktığı hac yolculuğundan nasıl bir Ali Suavi olarak dönüyor?
Ben, Ali Suavi’nin kişiliğinde adaletsizliğe karşı isyanın onun çok erken yaşlarında kendini duyumsatan bir duygu olduğunu, bilgi edindikçe de bilinçli düşünce ve davranış biçimi kazandığını düşünüyorum. Ergen bir yaşta Hac ziyareti ve oradan da ezberinde binlerce Hadisle (Peygamber kelâmı ve öğüdüyle) dönüşü bu özgün kişiliğin oluşumunda belirleyici bir gözlem ve öğrenim dönemi olmuştur.
YAZAR İLE ALİ SUAVİ’NİN İNTERAKTİF İLETİŞİMİ
- Yapıtta yazar anlatıcı kişiliğiniz; bire bir iletişime giriyor Ali Suavi’yle. Karşılaştığınız o anlarda adeta mini bir söyleşi yapıyorsunuz onunla. Hatta konuşturmak adına kimi zaman inceden provoke de ediyorsunuz. Bu yaklaşımın metne katkısını anlatır mısınız?
İnteraktif saptaması çok yerindedir. Oyun yazarının kahramanıyla bu içten konuşmaları hem kahramanın kişiliğini daha yakından tanımamızı hem olay akışının dağılmaksızın ilerlemesini sağlıyor... Bir yandan da onu tarih sayfalarında sararmış bir resim olmaktan çıkararak yaşamakta olan bir kişiliğe dönüştürüyor. O bölümlerde ben Ali Suavi ile gerçekten konuşuyormuşum duygusunu yaşadım.
FARKLI
BİR MEŞRUTİYETÇİ! HALKA YAKIN...’
-
Dönemin Meşrutiyetçi aydınlarından farkını nasıl ortaya
koyuyorsunuz?
Düşüncelerinin
bütünü ve eylemleriyle onlardan biri, Yeni Osmanlı ya da Batıdaki
adlandırmayla Jön Türk hareketinin bir öncüsüdür. Ötekilerden
farkı, halkın içinden çıktığı için halk insanına daha yakın
olması, referansını (çıkış kaynaklarını) Batıdan çok Doğu
kaynaklarından, özellikle de Hadislerden alması, bir de hem atak
hem içine kapanık ve belki biraz benmerkezci kişiliğidir...
Oyunun akışında, çeşitli sahnelerde görüyoruz bunları...
-
Ali Suavi’nin başdöndürücü olarak nitelediğiniz yaşamında
öne çıkan bir vurgunuz da kısa yaşamının Filibe öncesi ve
Filibe sonrası aşamaları…
Bursa’dan sonra Filibe de kader gibi girmiş yaşamına. Bursa sonrasındaki Filibe döneminde tanıştığı, yakınlık kurduğu halk insanları yıllar sonra İstanbul’a Türk - Rus savaşının ateşinden kaçarak göçmen olarak geldiklerinde, Ali Suavi destek oluyor onlara. Sonrasında da Çırağan Sarayı baskınında canları pahasına yanında yer alıyorlar onun. Burada benim dikkatimi çeken, bu halk insanlarının bu gözüpek devrimciye bağlılıkları, sevgileri, ona duydukları güvendir.
DEVRİMCİNİN SARIĞI!
- Sisteme eleştirileri… Eğitim, dil ve ekonomik anlamda çağına göre modernist değerlendirmeleri yazarın kafa seslerinde sıklıkla ifade ediliyor. Oyun, Ali Suavi’nin bu duygularıyla ve iç, dış hesaplaşmalarıyla biçimleniyor diyebilir miyiz?
Evet, diyebiliriz. Önemli olan bütün bunları olay akışını ağırlaştırmadan verebilmektir... Bunu başarmaya çok özen gösterdim...
- Deyiş yerindeyse sarığı başına hangi sorgulamalarla sarıyor ve çıkarıyor Ali Suavi? Dünyevilik ile uhrevilik ayırdında başlıca vargıları neler?
Sarığını ne zaman çıkarır ne zaman sarardı bilmiyorum... Fakat Namık Kemal’in o sarık üzerine harika bir sözü var, oyunda bir yerde geçiyor... Herhangi bir sarık değil o, bir devrimcinin sarığıdır... Vaazlarını bir din adamı - bir hoca olarak veriyor. Fakat bu vaazlarda da söylediği her şey, tıpkı gazete yazılarındaki gibi bilime, adalete, bu dünyaya dairdir...
Ali Suavi, Artin Demirci, tuval üzerine yağlı boya, 2020
DÖNEMİN BASIN ORTAMI
- Âli Paşa’nın zulmü altında nefes almaya çalışan dönemin basın ortamı ne alemde ve Ali Suavi o ortamda adeta günümüz izdüşümleri, günümüze uzantılarını nasıl tarif ediyor?
Namık Kemal, Ziya ve Agâh Beylerin çıkardığı Tasvir-i Efkâr var. Derken Ali Suavi yönetiminde Muhbir yıldız gibi parlıyor. Bunlar iki kardeş muhalif gazetedir. 150-200 yıl sonra bugünkü yandaş basının utanç verici durumunu düşünürsek, o günlerin basın özgürlüğü, düşünce özgürlüğü savaşçılarını bir kez daha yerlere kadar eğilerek selâmlamak gerekiyor.
Ali Suavi, Namık Kemal ve Ziya Bey yurt dışı sürgünlerinde de savaşımlarını sürdürüyorlar. Ali Suavi arkadaşlarının ülkeye dönüşlerinden sonra da Paris’te Ulûm (Bilimler), Lyon’da Muvakkaten (Geçici Olarak) gazetelerini çıkarıyor... Bunlar çok güç koşularda, el baskısı, taş baskısı olarak hazırlanıp, basılıp, yine güçlükler aşılarak çeşitli yollarla ülkeye ulaştırılan gazetelerdir...
- İngiltere… Hürriyet fikirlerinin iyice olgunlaşması ve kesinkes bilgisiz, bilimsiz bir halkın derdine parlamentonun da, Meşrutiyet’in de derman olamayacağı kanısına varışı bu döneme denk geliyor denilebilir mi?
Sanıyorum evet. Ali Suavi’nin parlamenter sisteme karşı kuşku duymaya başlamasını Hyde Park’ta, Ziya Bey’le kurgusal konuşmasında simgesel olarak gösterdim... Fakat asıl neden, öyle sanıyorum ki, onun bir Osmanlı yurtseveri olarak, merkezî otorite zayıflarsa zaten dağılmakta olan imparatorluğun daha da hızlanarak dağılacağı korkusudur...
‘SON
SAHNELERDE GÖZLERİM YAŞARDI!’
-
II. Abdülhamit’e elçilik yoluyla bir af dilekçesi gönderen Ali
Suavi’nin talebi kabul ediliyor, Sultanın çıkardığı
harcırahla eşi Marie ile birlikte dönüyor. Galatasaray Lisesi
Müdürlüğünde atılım üstüne atılım yaparken atılıyor!
Yazarla son konuşmasında da geçiyor bu. Yazarın Ali Suavi ile
ilgili bu çalışma öncesine kıyasla düşüncelerinin geldiği
nokta, tazelenen bakış açısı nedir?
Oyunda Ali Suavi’nin toplumsal konulu düşüncelerinin yanı sıra, bazen belki daha da çok, bireysel kişiliğine ilişkin düşüncelerim, duygularım da yer alıyor… Buralardaki Ali Suavi, diyebilirim ki benim Ali Suavi’mdir...Onu anlamaya çalıştım, saygı duydum, senin de saptadığın gibi sonlara doğru “provoke” etmeye bile çalıştım... Ve çok üzüldüm ölümüne... Arada bir göz atarken bile, son sahnelerde gözlerimin yaşarmasına engel olamıyorum.
- Son olarak vatanı nasıl sevmekti onunki? Çırağan düşüncesi nasıl doğmuştu Ali Suavi’de?
Rus ordusu Doğuda Erzurum’a Batıda İstanbul’a doğru ilerliyor. Ayastefanos (Yeşilköy) Andlaşması antlaşma filan değil yok oluşun ilanı, iflasın kabulüdür. Çırağan baskını (sarayda mahpus 5. Murat’ı oradan kaçırarak askerin başına geçirmek düşüncesi) belki çılgınca ama vatansevercedir. Böyle düşünmesem bu oyunu yazmazdım, yazamazdım.
Ali Suavi - Oyun (3 Bölüm) / Ataol Behramoğlu / Tekin Yayınevi / 104 s.
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- Colani’nin arabası
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- '100 yılda bir görülebilecek akımın başlangıcındayız'
- Milletvekilleri Genel Kurulu terk etti!