Aziz Dede'den çocuklarına ilk ders: Hiç kimsenin elini öpmeyin
Aziz Nesin'in ardında bıraktığı onlarca eser arasında en değerlilerinden biri Nesin Vakfı. Aziz Nesin 18 yıldır aramızda yok ama yetiştirdiği çocuklar ideallerini yaşatmak için mücadele ediyor. 100. doğum günü öncesinde Aziz Nesin'i anlatan çocukları, "Olağanüstü insan yetiştirmek değildi amacı, Vakıfta iyi insan yetiştiriliyor" diyorlar.
Fotoğraf, Nesin Vakfı'ndan; seksenler. Aziz Nesin, Anadolu'nun dört bir yanından gelen çocuklarla aynı karede. Önde pembe tişörtlü çocuk, Tayfun Özşahin, solunda ise Nesin'in şiirlerine de konu olan kardeşi Sema. Vakıftalar, çünkü babaları, 12 Eylül sonrası hapiste. Hapisten izin alıyor ve İstanbul'dan Çatalca'ya, yürüyerek vakfa ulaştırıyor kardeşleri... Aradan 18 yıl geçti. Aziz Nesin aramızda yok. Ancak vakfında yetişen çocuklar, hayallerini yaşatmak için mücadeleye devam ediyor. 20 Aralık, Nesin'in yüzüncü doğum günü. Öncesinde, vakıf yöneticisi Süleyman Cihangiroğlu, Yayınevi çalışanları, Tayfun Özşahin, Emine Özaçar ve Ali Hançer'le biraraya geldik.
Aralık ayının 20’si, Türk edebiyatının en büyük çınarlarından Aziz Nesin’in doğumunun yüzüncü yıldönümü. Ölümünün ardında insanımıza ışık tutacak, güldürecek sayısız eserinin yanında çok değerli bir eser daha bıraktı: Nesin Vakfı’nı. İstanbul’un çeperinde, Çatalca’da, daha kuş uçmaz, kervan geçmezken kurmaya başladığı bu eğitim yuvası, zaman içinde yüzlerce çocuğun eğitim hayatına katkı sağladı. Ölümünden sonra da onun kurduğu düzen değişmedi. Çünkü onun sayesinde yetişen çocuklar, doğumunun 100. yılında onun ideallerini yaşatmak için mücadele ediyorlar. O yüzden belki, bu yıldönümünü yad etme hakkı en çok onların. Nesin Vakfı yöneticisi Süleyman Cihangiroğlu, Nesin Yayınevi çalışanları Emine Özacar, Tayfun Özşahin ve Ali Hançer’le Aziz Nesin’i ve bıraktığı mirası konuştuk.
- Nesin Vakfı sizin için ne ifade ediyor?
Emine Özacar: 13 yaşımda geldim. Okulum 2003’te bitti, ama hâlâ o vakıfın bir parçasıyım. Eskişehir’in küçük bir köyünden geldim. Bir Aziz Nesin kitabı geçmişti elime, arkasında vakıf fotoğraflarını görmüştüm, gelmek istedim.
- Kafanızda nasıl bir Aziz Nesin vardı?
E. Özacar: Gelene kadar sadece kitapları biliyordum. Herkes gibi bir dede profili düşünmüştüm. İlk defa kütüphanede gördüm. Yerden yukarı kitaplar ve neredeyse benle aynı boyda, beyaz saçlı bir adam çıktı karşıma.
- Kendisini devamlı vakıfta görür müydünüz?
Süleyman Cihangiroğlu: Eğer seyahate çıkmadıysa vakıfta olurdu. Bazen iki üç gün İstanbul’da kaldığı olurdu, ama bizimle birlikte yaşardı. Aslında çok sıra dışı bir vakıftır. Çünkü kurucusuyla bu kadar iç içe yaşayan bir başka vakıf yok.
- Öldüğü günü hatırlıyor musunuz?
Ali Hançer: Evet, Ruşen Ulusoy vardı, müdürümüz. Sabah bizi topladı bize o söyledi.
S. Cihangiroğlu: Bir hafta önce atak geçirmişti. Hastaneye götürmüştük. Ali Abi (Nesin) çok ısrar etmişti. Hastanede birkaç saat kaldı, doktor, “Birkaç gün dinlenin” dedi. Ancak Çeşme’ye gidip bir festivale katıldı. Bir hafta sonra da haberi geldi. O sabah kahvaltı salonunda Aziz Dede’nin, çay içerken bir fotoğrafı vardı...
E. Özacar: Kahvaltıyı ben hazırlıyordum, erken kalkmıştım. Fotoğrafı gördüm. Hiç öyle bir şey aklıma gelmedi, “ne güzel fotoğrafmış” diye geçirmiştim içimden. Herhalde, bir yerden çıktı, buraya koydular diye düşündüm.
A. Hançer: Ali Nesin’le mektuplaşmaları vardır. İlk iki cilt üzerine konuşmuştuk. Diğer ciltler üzerine de Çeşme’den dönünce konuşacaktık; Olmadı.
Bizimle misket oynardı
- Aziz Nesin gibi, insanlar zor iletişim kurulabilen karakterlere sahip olabiliyor. Size karşı nasıldı?
Tayfun Özşahin: Dışardaki insanlara karşı çok mesafeli ve sertti. Bize karşıysa dede gibiydi. Telefon konuşmalarını hatırlıyorum, “buyrun, ne istiyorsunuz!” gibi çok sert, beni meşgul etmeyin, tarzında konuşurdu.
A. Hançer: Ben 11 yaşımda geldim, 1991 Mayıs’ında. Geldikten sonra, kitaplarını okumaya başladım. Sonra kendisini görünce, “bu kadar komik şeyler yazan bir adam, nasıl böyle olabilir diye düşünmüştüm.
- Biraz çekinmişsiniz anladığım kadarıyla.
A. Hançer: Çekindim çünkü Anadolu’da büyüklerin eli öpülür. Gittim, elini öpeceğim, “Hayatta kimsenin elini öpme” dedi. İlk söylediği şey buydu. Bu huyumu bırakmış değilim, hâlâ büyüklerin elini öperim, ama öperken sesi de kulaklarımda çınlar.
E. Özacar: Kitap fuarı vardı. 30’lu yaşlarda bir kadın geldi ve ona ilişkin hoş bir anısını anlattı. Kendisi ortaokuldayken, bir okumaya gitmiş. Aziz Nesin de oradaymış. Toplantı bitmiş ama o kalkmamış yerinden, Aziz Nesin de “Sen niye gitmiyorsun” diye sormuş. “Size biraz daha bakmak istiyorum” diye cevap vermiş. Aziz Amca da “Gel o zaman biraz seninle sohbet edelim” demiş ve bir saat sohbet etmişler.
S. Cihangiroğlu: Çocuklara ve delilere sonsuz bir toleransı vardı. Zaten delilerle ilgili onlarca anısı vardır. Çocuklar için de öyle,
- Siz Aziz Nesin’le daha önce mi tanıştınız?
T. Özşahin: Ben 1986’da gelmişim, üç yaşımda. Aslında çok ilginç bir hikâyesi var. Babam darbeden sonra hapse giriyor. O hapishanenin müdürü de kovuluyor oradan. Daha sonra çok ilginç bir şekilde, kısa bir süre vakfa müdür oluyor.
- Hapishane müdürü!
T. Özşahin: Evet, Faik Bey. Çok ilginç, ama hikâyesini ben de bilmiyorum. Sonra babama mektup yazıyor, “Çocuklarını al, buraya getir” diye. Babam izin alıyor, çok uzun mesafeler yürüyerek bizi vakfa kadar getiriyor. O zamanlar, Çatalca’ya ulaşmak bugünkü gibi kolay değil. Bayağı çileli bir yolculuk oluyor. Ne kadar cezaevinde kalacağını bilmiyor. O yüzden bizi vakfa getiriyor. Ben sadece Aziz Nesin’in çalışma odasının kapısını hatırlıyorum. Ondan önce hiçbir şeyi hatırlamıyorum. Kız kardeşim Sema’da iki yaşındaydı. Babam istedi, ben gitmedim
- Aziz Nesin sizin nasıl yetişmenizi hayal ediyordu?
T. Özşahin: Olağanüstü insan yetiştirmek değildi amacı. Vakıf iyi insan yetiştiriyor. Bir gün kuşlara sapanla taş atıyorum. Aziz Nesin bizi gördü, dışarı fırladı, sapanı elimizden aldı. Ofisine gittik. Bir süre hiç konuşmadı. Belli ki çok üzülmüştü. O suskunluğu bizde öyle bir utanç yarattı ki, hâlâ eve giren karıncayı bile öldüremem.
- Ama sizin oyunlarınıza da katılıyordu değil mi?
T. Özşahin: Tabii, misket filan oynardı. Kendisi çocukluğunda pek oynayamadığı için bayılırdı. Bazen eline misketi alır gösterirdi, “öyle yapılmaz, böyle” diye.
- Siz nasıl geldiniz?
S. Cihangiroğlu: Ben Şırnak’tan geldim. Abim bir kitabını okumuştu. Aziz Nesin çok akıllı adam. Facebook filan yok ama onun kendi Facebook’u var. Sürekli durum bildirimi yapıyor kitaplarının arkasında. “Vakıf temeli atıldı, şimdi çocukları alıyoruz” diye. Abim de kendisi için bir mektup yazdı. Aziz Nesin de “görüyorum ki, sen zaten kendini kurtarmışsın” bunun yerine iki kardeşini gönder demiş. Böylece ben ve kardeşim geldik.
- Ailelerinizin durumu nasıldı? Vakfa gidişinize destek oldular mı?
A. Hançer: Bir ortak noktamız varsa, o da hepimizin yoksul olması. Biz yedi kardeşiz aslında. Altısı kız. Babam İstanbul’da çalışıyordu. Hayır, dedi. Ben babama rağmen geldim vakfa.
T. Özşahin: Benim babam hapisten çıktıktan sonra, durumunu düzeltti. Bizi üç defa almak istedi ama biz gitmek istemedik.
- Burada kalıcı olacağınızı tahmin eder miydiniz?
S. Cihangiroğlu: Böylesi aktif olacağımı düşünmezdim. Ancak İstanbul’da çalışırken de hafta sonu hep giderdim. Çünkü yapılacak işler var, çocuklara resim çizdirmek, onlarla oyun oynamak... Ali Nesin bir gün, “ben çok yoruldum, artık sizin yürütmeniz lazım, zaten babamın isteği de buydu” dedi. Nasıl hayır diyebilirdim ki. Tarihsel bir görev bu.
- Aziz Nesin’in kafasında nasıl bir hayal vardı?
T. Özşahin: Aslında ilk önce bir ülke kurmayı düşünüyordu. “Türkler bir sürü devlet kurup yıkmış, n’olacak bir tane de ben kurarım” diyor. Olamayacağını anlayınca, şehir, kasaba derken, vakfa kadar inmiş hayal.
Sosyal hizmetler bize küstü
- Ölümünden sonraki dönemde, ülke siyasi ve sosyal anlamda büyük değişimler geçirdi. Aziz Nesin’in hayalinin tersinde olduğunu tahmin ediyorum. Bu durum vakfı nasıl etkiledi?
S. Cihangiroğlu: Aziz Nesin kendini borçlu hissediyordu. “Aslında bu halk beni okutuyor. O zaman ben halka borçluyum” diyor. Bunu kafasının bir köşesine not alıyor. Altmışların sonunda kendi deyimiyle iyi para kazanmaya başlayınca, bu fikir yeniden gündeme geliyor. 1972’de noterde kuruyor vakfı. 1974’de de temelini atıyor. Büyük badireler atlatıyor. Parasızlıklar, gelen çalıyor, çırpıyor. Bir yandan yazmaya çalışıyor. Sonunda vakfı kuruyor ve talepler geliyor. Fakat bu çocuklara kim bakacak? Çalışanlar istediği gibi çıkmıyor. Aslında hayali on yaşından küçükleri almak. Ama büyüklerden de talep var. Fark ediyor ki, büyükleri alırsa, onlar hem okur, hem de küçüklere bakar... Ölümünden sonra ülkenin yönü değişti elbet. Bir taraftan gelişti de. Benim geldiğim yıl, Şırnak’ta bir lise vardı. Beğenin beğenmeyin, şimdi Anadolu lisesi, yüksekokulu falan var. Şimdi, babam gibi bir adam, “çocuğum yanı başımda okusun” diyebiliyor.
- Üzerinizde siyasi bir baskı var mı?
S. Cihangiroğlu: Aslında şu an pek yok. Bu ülkede bir kurumu teftiş etmek demek, orayı kral olarak ziyaret anlamına geliyor. Kendinizde her hakkı buluyorsunuz. Öyle ki kız çocuklarının iç çamaşırlarına kadar karıştırdılar. “Siz burada komünizm propagandası mı yapıyorsunuz” yaklaşımından öte şeyler değildi. Denetimden kaçmıyoruz tam tersine “gelin bizi denetleyin” diye talepte de bulunuyoruz. Sonunda 2000’lerin başında bize, “Sosyal Hizmetlere bağlanacaksınız” dediler. Önümüze protokol koydular. “Müdürünü biz atayacağız, çalışanı biz atayacağız, çocukları da biz getiririz” dediler. Neredeyse imzalatıyorlardı. Ali Nesin uzun bir araştırmadan sonra karar verdi ve Sosyal Hizmetler’e dava açtık, kazandık. Hatta Ali Bey’in tabiriyle, biraz daha ısrar etsek, Sosyal Hizmetler’i bize bağlayacaklardı. Fena da olmazdı. Galiba sonunda küstüler, arayıp sormaz oldular.
Nesin’i Sivas değil “ama”lar öldürdü
- Aziz Nesin’in toplum gözündeki değeri yıprandı mı?
A. Hançer: Tam tersine. Neredeyse ölümü üzerinden 20 sene geçti. Hâlâ en çok satan kitaplar arasındadır. Hâlâ gazetelerde “tam Aziz Nesin’lik olay” diye manşetler çıkıyor. Böyle bir kavram yerleşti.
S. Cihangiroğlu: Bir gün, Adana’da kitap fuarında, şalvarlı bir adam, yanında 12 yaşlarında bir çocukla standın önüne geliyor. “Artık senin Aziz Nesin okuma vaktin geldi” diyor. Bizim yayın yönetmenimiz, Atay Bey’in duyduğunu fark ediyor, “her ne kadar bizden değilse de...“ diye ekliyor. Sonra dönüyor Atay Bey’e, “Niye Aziz Nesin’i severim biliyor musun” diyor. “Çünkü doğru bildiğini açıkça söyleyen adamdı.”
A. Hançer: Zeynep Oral çok güzel söylemişti. “Aziz Nesin’i öldüren, Sivas olayları değil, olaylardan sonra bazı “aydın”ların ‘evet böyle oldu ama, keşke Aziz Nesin de oraya gitmeseydi” demeleri. İşte bu “ama”lardır Aziz Nesin’i öldüren.
- Sivas’ı, 2 Temmuz’u hatırlıyor musunuz?
E. Özacar: Bozcaada’da gençlik kampındaydım. Günde bir kere çarşıya iniyorduk. Televizyonda haberleri gördüm. Bir gün önce olmuştu. Sonra vakfı aradım, “durumu iyi” dediler. Kamptaki öğretmenler, kahvedeki insanlar çok üzgündü. Büyükler korkuyordu. Sanki daha büyük bir şey, bir savaş olacakmış gibiydi.
S. Cihangiroğlu: Ben de tesadüfen, ilk kez ailemi ziyarete gitmiştim. Çocuk aklımla inanmadım. Bir oyun gibi, tuhaf gelmişti. Bugün anlıyoruz ki, bu büyük bir oyundu aslında. Onu öldüren de buydu. Sivas Acısı şiirinde bunu net görebilirsiniz. Çünkü, onu yakmaya çalışan halkın yanında olan bir adamdı. Her ne kadar “aptal” filan dese de, bunu bir dede edasıyla söylemişti. Aziz Nesin’in buna hakkı var çünkü bu halk için büyük sıkıntılar çekti.
Zübük, Aziz Nesin'in anısına sahnede
Aziz Nesin’in yüzüncü doğum yılı etkinliklerinin başlama vuruşu, 15 Aralık gecesi, Fulya Sanat Merkezi’nde yapılacak. Aziz Nesin’in oğlu Ali Nesin’in bir konuşma yapacağı, Nesin Vakfı’ndan yetişen çocukların da bir sunumla katılacağı gecede, büyük yazarın doğum günü kutlanacak.
Gecenin bir başka sürprizi ise, Aziz Nesin’in unutulmaz eseri Zübük’ün sahnelenecek olması. Nedim Saban tarafından uyarlanan oyunda, bundan 34 yıl önce, Kemal Sunal’ın beyazperdeye taşıdığı Zübük karakterini ise Tuna Orhan üstleniyor. Oyundaki diğer rollere ise, televizyon dünyasından da tanıdığımız, Hakan Akın, Bahar Yanılmaz, Deniz Değirmenci ve Ercü Yorulmaz gibi isimler hayat veriyor. Projeyle ilgili konuşan Nedim Saban, “Zübük, romanını okuduktan sonra, bu karakterin yazıldığı dönemde Don Kişot efsanesini yakaladığını gördüm. Zübüklük adeta bir kavram olarak dilimize girmiş ve Aziz Nesin’in dillere destan karakteri ölümsüzleşmiş” diyerek bu eserin önemini dile getiriyor. Oyundaki bir başka sürpriz ise ünlü gazeteci Uğur Dündar’ın da kısa bir rolle sahnede yer alacak olması.
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Colani’nin arabası
- Nevşin Mengü hakkında karar
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu