Christopher Nolan’ın yeni filmi ‘Tenet’ izleyiciyi bekliyor
Christopher Nolan’ın son filmi “Tenet” pandemi sonrası dönemin ilk büyük hiti olma iddiasında. Güçlü oyuncu kadrosu ve izleyicinin görsel algısıyla oynayan sahneleriyle öne çıkan film Nolan usulü bir casus aksiyon filmi.
Christopher Nolan şu sıralar Hollywood stratosferinde yalnız gezen ve kimsenin elleyip bulaşmadığı yıldızlardan biri. Onun gibi çok az sinemacı var tam dokunulmazlık sahibi; Tarantino’yu ve Spielberg’ü de belki onun yanına koyabiliriz ama işte hepsi de o kadar. Neyi kaça çekecekleri sorgulanmayan (“Tenet”deki bir sahne için gerçek bir Boeing 747 satın alınmış örneğin) ve sonuçta elde ettikleri gişe geliri de az mı olmuş çok mu olmuş bakılmayan isimler bunlar ve içlerinde her zaman en büyük beklentiyi yaratan da Chris Nolan şüphesiz. Nitekim “Tenet” söz konusu olduğunda da aynı şey oldu ve pandemi sonrası tüm Hollywood ve hatta dünya sinema sektörü bir çıkış olarak Nolan’ın yeni filmine bel bağladı.
Christopher Nolan (sağda) bir sahnenin çekimi sırasında John David Washington'a ne yapması gerektiğini anlatıyor.
FİLMİ İZLEMEMİŞ OLANLAR İÇİN
Şöyle bir şey yapalım: Bu kısmı filmi izlememiş (ve tabii ki izlemiş olanlar da) okusun ve “Tenet”in sırlarını açığa çıkarmmadan bazı meselelerin üzerinden bu bölümde geçelim. Bir sonraki bölümü ise filmi izlemiş olanlar okusun (böylece beşki bazılarınız izledikten sonra ikinci kez dönersiniz yazıya) ve bazı konulara daha yakından bakabilelim. “Çocukluğumdan beri casus filmi çekmek istemiştim” diyen ve iflah olmaz bir Bond hayranı olan Nolan (“007 hakkındaki her şeyi ezbere biliyorum, kemiklerime işlemiş. Bir atıfta bulunmam için yeniden izlememe bile gerek yok” diyor) elbette kendi yorumunu getirerek (nasıl ki “Inception”da soygun filmlerinin klişelerini kendince eğip büktüyse) casus filmlerine dair kalıpları kendi anlatmak istediği hikaye için malzemeye dönüştürüyor. İzlerken bazı noktalarda, özellikle bazı detaylarda zorlanacağınızı söyleyeyim; belki tam olarak anlamayacağınız şeyler olacak, ama sonuçta bir iyi (John David Washington’ın oynadığı ‘Kahraman’ ya da filmde dendiği gibi ‘Protagonist’) bir de kötü adam var ve 3. Dünya Savaşı’ndan da daha beter bir tehlikeden dünyayı kurtarmak için de ‘Kahraman’ kolları sıvıyor. İşin için de tabii ki duygusal bir boyut da katılmış ve kötü adamın (Kenneth Branagh’ın canlandırdığı silah tüccarı Andrei Sator) ondan ayrılmak isteyen ama bir şantaj yüzünden çocuğunu alıp gidemediği için ona mahkum olan karısı (Elizabeth Debicki) hikâyeye eklenmiş. Buraya kadar izleme keyfinizi kaçırmadan elimden geldiğince anlatmaya çalıştım “Tenet”i ve belki şunları da söylememde fayda var: Film özellikle çok sağlam aksiyon sahneleri ve zamana dair bazı kafa karıştırıcı ama son derece iyi kotarılmış planlarıyla sayı kazanıyor. Fragmanlarda da görmüş olduğunuz zamanda geri gitme sahnelerinin filmin en önemli sırlarından birine atıfta bulunduğunu belirtmek bile gereksiz, ama zaten çok şey söyledim, gidin gerisini kendiniz izleyin.
"Kahvem olmadan şuradan şuraya gitmem."
BİR PARANTEZ: SALONLARI BEKLEYEN TEHLİKE
Yazının ikinci kısmına geçmeden önce bir parantez açmayı gerekli görüyorum. Malum, pandemi yüzünden salonlar uzun zamandır kapalıydı ve yeni yeni açılmaya başladı. “Tenet” aynı zamanada aylar sonra gittiğim(iz) ilk basın gösterimiydi. Salona girerken herkesin maskelerini takması gerektiği ve en az iki koltuk boş bırakarak oturulması uyarıları yapıldı. Yine de bu iki koltuk boşluk kuralına uyulmadığı için (tek boşluk bırakarak oturanlar oldu) salonda gerginlik çıktı. Sinema yazarları yıllardır basın gösterimlerine giden, genel olarak kendi aralarında uyumlu, birbirini az çok tanıyan bir gruptur. Bu grupta bile gerginlik çıkıyorsa, normal izleyici gruplarında neler olur, kestirmek zor.
FİLMİ İZLEMİŞ OLANLARI ALALIM ŞİMDİ DE
İlk filmi “Memento”dan bu yana zaman mefhumu Nolan için önem arz ediyor, bunu artık biliyoruz. “Inception” ve “Interstellar”da da yine zaman önemli unsurlardan biriydi, ama muhtemelen “Tenet” bu bağlamda Nolan’ın zaman meselesini en çok işlediği ve felsefi bir teze de dönüştürdüğü film. İzlediğiniz için biliyorsunuz, filmdeki en önemli trük gelecekte icat edilmiş bir turnike (biraz Dostor Who’daki TARDIS’i anımsattı bu bana) sayesinde zamanın geriye doğru akışının mümkün hale gelmesi ve bunun da şimdiki zamanda (filmin içindeki şimdiki zaman en azından) dünyayı yok edecek bir nükleer felaketin yaşanmasına yol açabilecek oluşu. Burada tabii temel bir paradoks var, filmde de geçiyor; eğer gelecekten gelip bugünkü dedemizi öldürürsek biz gelecekte nasıl doğarız? Açıkçası film bu konuyu ortaya atmakla birlikte bu paradoksa tatmin edici bir yanıt getirmiyor ve daha çok zamanın hem ileri hem geri aktığı bölümlerdeki palindromik anlatımla izleyiciyi büyüleyip şapkadan tavşan çıkarmanın peşinde düşüyor.
KENDİ ÜSTÜNE KATLANAN FİLM
Palindromik demişken… Malum palindrom düzden de tersten de okunduğunda anlam iafede eden sözcükler, cümleler hatta bazen paragrafları tarif etmek için kullanılan bir kelime. Zaten filmin adı da bir palindrom. Tabii ki usta işi bir palindromun en önemli özelliği “Anastas mum satsana” tümcesindeki gibi baştan da sondan okunduğunda aynı anlamı vermesinde değil; daha çok tam ortasındaki bir çengelin iki yanına aynı harfleri dizerek farklı anlamlar oluşturabilmekte. İnternette bunun örneklerine baktım ve Köksal Karakuş’a ait olan birini seçtim: “Sert Emin’e yeni metres”. Burada da görebileceğiniz gibi tam ortada duran ‘y’ harfinin solundaki ve sağındaki harfler tıpatıp aynı ama dizilimleri farklı olduğu için anlamları da tamamen farklı. İşin güzelliği cümleyi tam ortasından katlayıp kapattığınızda uzunluk olarak birbirinin üstüne oturan ama anlam olarak oturmayan iki yarıdan oluşuyor olması. İşte Christopher Nolan’ın “Tenet”de yapmayı hedeflediği şey de bu. Açıkçası bazı sahnelerde bunu çok iyi kotarmış (örneğin havalimanındaki kavga sahnesi, hani Kahramanın aslında bilmeden kendisiyle dövüştüğü sahne; ya da Kat’in yine bilmeden kendisini tekneden atlarken gördüğü sahne gibi) ama bu tüm filmi bir palindroma dönüştürmeye yetmemiş. Daha çok karakterlerin kendi hikayelerinde görüyoruz bu palindrom özelliğini. Ben şahsen filmin başladığı sahneyle bitmesini (opera baskını) bekledim; belki genel olarak bir palindroma dönüştürmek için daha etkili olurdu diye düşündüm, ama Nolan farklı bir yol tercih etmiş.
Elizabeth Debicki.
Filmin kimi felsefi (tabii bu bile tartışılır, çok da iddialı konuşmak niyetinde değilim) tezleri olduğuna değinmiştim, yukarılarda bir yerde. Kahraman’a zamanın geriye akışının anlatıldığı sahnede şöyle bir cümle geçiyor: “Sebep sonuç ilişkisi tersine dönüyor ve sonuç sebepten önce oluyor”. Kahraman bunu karşısındaki delik deşik olmuş duvara boş bir silahla ateş ettiğinde deneyimliyor örneğin; duvardaki kurşun deliği bir anda kapanıyor (sanki hiç ateş edilmemiş gibi) ve elinde tuttuğu silahın şarjörüne dönüyor. Bu noktada serbest iradeyi sorgulandığında da aldığı yanıt ‘sen elini oraya götürmesen hiçbiri olmaz’ oluyor. Bunlar senaryonun görece zayıf kısımları bana göre; yeterli bir açıklama yok, yüzeysel önermeler var hatta.
(sol üstten başlayarak saat yönünde) John David Washington, Kenneth Branagh, Dimple Kapadia, Robert Pattinson.
NOLAN’IN EN İYİ FİLMİ DEĞİL
Christopher Nolan’ın “The Prestige” ve “Memento” gibi filmleri benim için hala filmografisinin en iyileri. “Tenet" ise yarattıkları tüm yüksek beklentiye rağmen hayal kırıklığı olan “Inception” ve “Interstellar” gibi filmlerle aynı kategoriye girmeye daha yakın sanki. Sanki diyorum, zira onlardan daha çok sevdiğimi saklamayacağım; anlatım açısından onlardan daha cüretkar bir kere ve izleyicinin görsel algısıyla oynamaya yeltenmiş olduğu için de övgüyü daha çok hak ediyor. Özellikle Kahraman’ın kendisiyle kavga ettiği sahnedeki koreografi bir türlü zihninizde tam olarak oturmuyor (çünkü biri zamanda ileri giderken diğeri geri gidiyor). Filmin en büyük artısı da böyle sahneler elbette, hem çekimi inanılmaz ölçüde zor hem de montajı. Filmin artılarından biri de oyuncu kadrosu. Çok bahsetmedim ama Kahraman’ın yardımcısı gibi karşımıza çıkan Neil rolünde Robert Pattinson filmin seyirciye en yakın gelen karakterlerinden birisi. Diana’yı oynamak üzere “The Crown” kadrosuna seçilen Elizabet Debicki, “Yesterday” filmiyle ünlenen Himesh Patel, küçük ama etkili bir rolü olan Aaron Taylor-Johnson, Bollywood yıldızı Dimple Kapadia ve “The Tunnel” ile tanıdığımız Fransız oyuncu Clémence Poésy filmin kadrosunda dikkat çeken diğer isimler.
Michael Caine.
Son sözü Michael Caine’e sakladım… Nolan’ın birçok filminde küçük ya da önemli roller üstlenen ve bana göre yaşayan en iyi aktör olan Caine’in bu filmde sadece bir sahnesi var. Filmin aklımda kalan tek esprisini de o yapıyor. Kahraman’la yaptığı konuşmanın sonunda ona şöyle söylüyor Caine: “Eğer bir milyarder taklidi yapacaksan, üzerine giydiğin Brooks Brothers takımı işe yaramaz”. Kahraman’ın “Anladım, snobluk siz İngilizlerin tekelinde değil” dediğinde ise yanıtı patlatıyor: “Evet değil ama çoğunluk hissesi bizde.”
FİLMİN NOTU: 7/10
En Çok Okunan Haberler
- Op. Dr. Dericioğlu başında poşetle ölü bulundu
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Apple'dan 'şifre' talebine yanıt!
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Suriye'nin yeni başbakanından ilk açıklama
- ‘Hepinize test yapalım, bakalım kim ne kadar geçiyor!’
- Erdoğan'ı protesto eden gençlere işkence iddiasına yanıt