Çok derdim çok neşem var!
Oyuncu Özge Özder, hayvansever bir ailenin mücadelesinin anlatıldığı, 9 Ağustos'ta vizyona girecek Konuşan Hayvanlar filminde konuk oyuncu. Gişeden Özder'in başkanlığını yaptığı Bana Göz Kulak Ol Derneği'ne bağış yapılacak. Özder aynı zamanda filmde zürafayı seslendiriyor.
Oyuncu Özge Özder, okuyor, yazıyor, dokunuyor, iyileştiriyor. Tiyatroya, her şeyden önce özgürlüğe tutkun. Yürekten konuşuyor, kalbini açıyor. Gerçek bir hayvan hakları savunucusu. Bu konuda farkındalık yaratmak için sanatçı dostlarıyla Bana Göz Kulak Ol Duyarlı Yaşam Derneği’ni kurdu. Hayvan dostu olmayan hiçbir projede yer almıyor. İçinde fırtınalar kopsa da sesi sözü sakin. “Hayvanları tutsak etmenin hiçbir bahanesi yok. Dernek olarak çok sert bakış bir açımız yok ama bilgi çağındayız. Herkes işin perde arkasını görmek isterse görüyor. Bile bile gidecekseniz hayvanat bahçelerine, sirklere, kürkün nasıl yapıldığını bile bile giyip gururla gezebilecekseniz, bu sizin kendi vicdani hayat sınavınız. Duruşunuz. İyilik sınavınız” diyor. Özder’le konuk oyuncu olarak rol aldığı film Konuşan Hayvanlar vesilesiyle bir araya geldik. HANN ve Motion Content Group'un yapımcısı olduğu, Mustafa Kotan’ın yönetmenliğini yaptığı film, 9 Ağustos’ta vizyona giriyor. Filmin gişesinden elde edilecek gelirin bir bölümü Bana Göz Kulak Ol Derneği’ne bağışlanacak. Film, hayvan bakımının yapıldığı bir parkın yerine rezidans yapılmaması için verilen mücadeleyi anlatıyor. Hikaye 8 yaşlarında, hayvanları çok seven ve onlarla konuşan bir çocuğun gözünden akarken, işin içine mafya da giriyor. Filmde oyunculara yaklaışık 20 hayvan eşlik ediyor.
"Evimde olmayı, Belgrat Ormanı gibi doğanın içinde hayvanlarla olabileceğim her kaçış noktasını seviyorum. Doğa ve hayvan derken flamingolar uçmasın diye kanatlarını kesen birtakım kafeleri kastetmiyorum tabii. O tip yerlere giden insanlar, bu vahşeti yapan adamın cebine aferin diye para koyuyor unutmasınlar."
- Öncelikle filmle başlayalım isterseniz. Konuk oyuncusunuz...
İlk defa böyle bir şey oluyor, aslında kendim olarak varım filmde. Bana Göz Kulak Ol Derneği Kurucu Başkanı Özge Özder olarak... Yaptığım şey, hayvan rehabilitasyon merkezini denetlemek. Burası gerçekten hayvanları tedavi ediyor mu? Hayvanları süs eşyası gibi demir parmaklıklar ardına atan, hayvan esareti üzerinden kendine kazanç sağlayan tuzak bir kurum mu? Bunu araştırmaya gidiyorum. Ana karakterimiz çocuğumuz Can derneğimizin takipçisi. Can sayesinde geliyorum oraya. Hayvanseverlere, seyircilere ‘merhaba’ diyorum, konuk oyuncu olarak.
- Filmden elde edilecek gelirin bir kısmı derneğinize bağışlanacak...
Yönetmenimiz zaten hayvan sevgisiyle dolu. Metnin üstünde titizlikle çalıştık. Ara sıra küçük dokundurmalar yaptık. Ekipteki bütün oyuncular da öyleler. Ben bu duyarlılıktan ötürü teşekkür ediyorum. Derneğimizin gönüllüsü sanatçılar, hayvanları seslendirdi. Ben zürafayı seslendiriyorum. Aslı Tandoğan, yavru ayıyı seslendirdi. Film için oyuncu olarak karşılıksız, gönüllü çalıştık ve yapım şirketi bunun karşılığında hayvanları tedavi ettirmemiz için derneğimize bağış yapmayı kabul etti. Çok yerini bulan bir iş oldu. Umarım film olarak da beğenilir.
HAYVANAT BAHÇESİNE GÖTÜRMEM
- Hayvanat bahçelerini sormadan geçmeyeyim. Çocukların buralara götürülmesine karşısınız…
Bir şeye para verirken o sistemi finanse ettiğimizi unutmamak lazım. Ben de gitmiyorum, çocuğum olsa da götürmem. Çocukluğumdan da bu tip yerlerle ilgili hiç iyi anılarım yok. Ankara’da büyüdüm. Küçükken gördüğüm bir fil gözlerimin önünden gitmiyor. Kendi hacmi kadar bir hücrede, ayağından zincirli, sürekli kafasını sağa sola vuruyordu. Çocuklar zannettiğimizden daha zekiler. O hayvanın doğal ortamında olmadığını anlıyorlar. Beni annem götürmemişti, ilkokuldaki bir sınıf etkinliğinde zorunlu olarak gittim, gözyaşlarıyla eve döndüm. Çünkü ona yaprak uzatıp eğlenmek yerine, onun acısını ve parmaklıkları gördüm. Diyelim ki şimdi koşullar daha iyi, yine de fark etmez. ‘Çok iyi bakıyorlar, yerleri çok temiz’ deniyor. Hayal edin. Dünyanın en güzel evinde kilitli tutulduğunuzu... Ne kadar mutlu olabilirsiniz? Sosyalleşmeye, doğanın dengesinde başınıza gelecek maceralara çıkma hakkınız var. Hayatı yaşama hakkınız var. Esaret altındaki hiçbir hayvanın iyi hissettiğini düşünmüyorum. Doğada insana kendi rızasıyla gelen iki hayvan sayabilirsiniz. Pet dediklerimiz yani Kedi ve köpek. Bir yunusu bir havuza tıkıyorsunuz, ya da denizde etrafını tellerle çeviriyorsunuz. O hayvan saatte bilmem kaç kilometre hızla yüzebildiği zaman ancak kendi doğasını yaşıyor...
- Ben de kendi çocuğumu götürmeyeceğim, belgesel izlesin...
Tabii ki sizin vereceğiniz bir karar. Ben hayvanlara eziyet eden hiç kimseyi finanse etmiyorum. Çocuğuma ‘anlıyorum merakını ama oraya gittiğimizde mutlu olmayacaksın, para verdiğimiz sürece de onlar o hapishaneye girmeye devam edecekler’ derdim. Çocuğuma o kafeste ki hayvana çerez atmayı değil, o hayvanın esir edildiği kafesler için savaşmayı öğretirdim. Çocukları böyle yetiştirmek çok önemli. İleride onlar savunacaklar buraların kapanması gerektiğini...
MİSAFİRİ YAVRU KARGA
- Çocukluğunuzdan beri özel bir bağ varmış hayvanlarla aranızda...
Aynen. Ben bu filmdeki çocuk gibi, hayvanlarla konuşabildiğimi düşünüyordum.
- Var mıydı omuzunuza konan kuşlarınız, kelebekleriniz?
Benim vardır öyle şeylerim. Geçen günlerde bir karga yavrusu misafirimiz oldu. Eşimle 15 gün baktık, uçmayı öğrettik... Kapının önünde yürürken buldum, yanımda köpeklerim vardı. Kaçmadı, aldım elime. Komşular geldiler, yükseğe koyun ailesi alır dedi biri. Veterinere sormuşlar. Önüne açık büfe bir şeyler yaptım ama oralı olmadı, pencerenin önünde durdu. Birkaç saat sonra gitti. O kadar küçük bir karga kendi başına yemek yiyemiyormuş meğer. Hayvanı merak ederken ertesi akşam annem buldu bu kargayı, hayvan yerde yatıyormuş kötü bir halde. Gittim aldım. İkinci defa buldu beni. Açlıktan halsizdi. Uzman veterinere herkese haber saldım. Suyuna vitamin, kalsiyum katın şırıngayla boğazından aşağı akıtın dediler... Yedirdik, içirdik kendine geldi yavaş yavaş. Uçma egzersizleri yaptırdık uzun sopayla, sonra da uçurduk. Pırlanta getirir diye bekliyorum ama daha yok bir şey. (Gülüyor)
- Vedalaşmanız nasıl oldu?
Kargalar ailesine düşkündür. Hayvanın annesi babası sürekli tepemizde uçuyordu. Bir gün onların yanına uçtu. Annesi solucan getirdi, onun üzerine eğildi, o anda anneden korktu ve bize doğru uçtu. Doğuran mı emek veren mi gibi bir durum oldu. (gülüyor) Bazen kargalar yaşamayacağını düşünürse yavruyu yuvadan atıyormuş. Belki öyle bir şey olmuştur. Ertesi gün kendi rızasıyla gitti ailesine karıştı. Onlar güzel uçuyordu, bizimki biraz yampiri gidiyordu. Uçmayı bizden öğrendiği için... Hayatımda ilk defa karga baktım.
İNCİTMEK İSTEDİLER AMA
- Dernek kurdunuz. Zor mu dernek faaliyeti yürütmek bu ülkede? Neler yapıyorsunuz şimdi?
2013 yılında kurduk. İsim, fikir ve proje annesi olarak başkanlığını yürütüyorum. Aslı Tandoğan ve Ayça Varlıer’le birlikte kurduk. O zamanlar yunus parklarının reklamı yapılıyordu ülkemizde. Sektörümüzden insanlar buralardan para alarak esaret kamplarının reklamını yapıyorlarsa ben de ‘bedavaya anti kampanyasını yapacağım’ dedim. Tek başıma başladım. Aslı hem en yakın arkadaşlarımdan hem de duyarlı bir sanatçı. Ayça zaten öyle. Hep birlikte aynı sözü söylemenin gücünü fark ettik ve dernek kurduk, duyarlı sanatçılarla eş zamanlı hareket etmeye başladık. Farkındalık filmleri çektik. Tepki gösterenler de oldu...
- Nasıl tepkilerdi onlar? ‘İnsanlar açken hayvanları savunuyorsunuz’ gibi mi mesela?
Onları ben aştım. İyiliğin öznesini tartışmak diye bir şey olamaz. İyilik, iyiliktir. Ancak takdir edebilirsiniz, eksik gördüğünüz alanlarda kendiniz çalışabilirsiniz oturduğu yerden konuşan kimseyi duymuyorum. İnsanlar ülkemizde şuna alışmışlar, işlerinde ve özel hayatlarında daha olgunluk dönemlerinde, yani boş kaldıklarında sosyal sorumluluk projelerine başlıyorlar. Bizler medyada en ön planda olduğumuz dönemde vaktin bizim için yokluk derecesinde kıt olduğu dönemlerde buna soyunduk. Derneğimizin üyesi bütün sanatçılar açısından bu böyle, kıymetli olan buydu bence. İşini gücünü bir yana bırakıp, küçücük boş vaktinde dernek projelerine koşan insanlardık. Hayvanlarla gündeme gelmeye çalışıyorlar gibi ezber bir karalama kalıpları var. Biz hepimiz yeterince gündemdeyiz. Ben birçok markanın reklamında oynayamıyorum mesela. Neden? Çünkü hayvanlarla ilgili bir misyonum var. Hayvan testi yapan bir kozmetik markasıyla bir araya gelemem. Bir gıda firmasıyla çalışamam. Bir deri markasının yüzü olamam. Hayvanlara duyarlı markalarla işbirliği yapabilirim sadece. Üye sanatçılarımıza ciddi yükler bindiriyor dernek. Aslında bir çok kazanç kapısını da kapatmış oluyoruz, hele ki insanların sosyal medyadan reklam yaparak büyük kazanç sağladığı bir dönemde... Sadece gündeme gelmek için bunca kazanç kapısını kapatmak delilik olur. Burada sadece iyinin tarafında olmak ve ses çıkarma isteği var o kadar.
- İncindiniz mi?
Hiç incinmedim. Beni bile isteye incitmek hiç kolay değildir. Ben kötülük karşısında geri kaçan biri değilim, hep ileri kaçarım, arkamdan bakarsınız. Bana ilham verir bu tip şeyler. Beni incitmek sadece kıymetlilerime özgü bir güç çünkü ruhumun röntgenini veririm ellerine.
FAYTONLAR ÇÖZÜLMELİ ACİLEN
- Hayvan hakkı savunucularının beklediği bir yasa var, sözler verildi ama ses seda yok şimdi siyasilerde... Umut var mı sizde?
İleride daha güzel olacak diye umutluyum. Ama günün sonunda kişinin imzası, eylemidir. Sözler benim için bir şey ifade etmiyor. Hayvanları korumak için biz yıllardır iyi bir yasa çıkaramadık. Kendimi bildim bileli çocukluğumdan beri hak yürüyüşlerine gidiyorum, oyuncu oldum dernek kurdum hala aynı! Biz yıllardır bu yasanın peşindeyiz. Tanınmadan önce de, öğrenciyken de peşindeydim, kaç yıl olmuş... Ben burada bir iyi niyet göremiyorum. Belediyelerin kendi bölgelerinde hala çaktırmadan sokak hayvanlarını zehirlemesi, bu yasanın niye bir türlü çıkmadığının anlatıyor. Yasayı kimden bekliyoruz? Yasa yapıcıdan, hükümetten, devletten... Devletin birimlerinde böyle şeyler olabiliyorsa, benim kafam daha başka çalışmaya başlıyor. Biz yasa isterken ne diyoruz, hayvana işkenceye hapis cezası verelim ve yunus parklarını, hayvanat bahçelerini, hayvanlı sirkleri, hayvan satışını istemiyoruz diyoruz. Hayvan sevmenize gerek yok. Bugün kızınızı, çocuğunuzu, annenizi öldüren sapkın ruhlu insanların, mutlaka geçmişlerinde ilk olarak bir hayvana şiddet uyguladıklarını biliyoruz. Bilimsel bir veri bu. Yarın bir gün bir insanı öldürecek bir caniyi baştan engellemek istiyorsanız, bir hayvana işkence eden o saldırganı hapse atmak, hakkıyla cezalandırmak zorundasınız . Siz aslında hayvan hakları yasasını çıkarmayarak vicdanlı insanları da yoldan çıkarıyorsunuz. Çünkü hayvana şiddet olaylarında bu sefer “yasa vermiyorsa ben veririm cezasını” deyip doğru düzgün vicdanlı insanlar bile saldırganlaşıyor, suçluyu kendi cezalandırıyor. Konuşulacak çok şey var, yasaklı ırklar, hayvan dövüşleri , yük hayvanları. Hele faytonlar var ki söylemekten artık dilimizde tüy bitti. Yunus parklarıyla ilgili 500 bin imza topladık... Ankara’ya gittik, Meclis’e çıktık. Kapatılan parklar da oldu çok şükür ama yetmez. Hepsinin kapatılmasıyla ilgili aldığımız sözlerin net yanıtlarını ve yasayı bekliyoruz. Hele faytonlar çok çok acil çözüm bekliyor...
- Fayton sorunu çözülecek galiba, her şey çok güzel olacak dedik ya...
Evet, insanlar daha umutlu. Daha pozitif bir hava var şu anda. Biz de hayvanseverler olarak o pozitif havadan hayvanlar da nasibini alsın istiyoruz.
"Şehir ve devlet tiyatrolarına çok ihtiyacımız var. Maddi olarak herkesin sanatı satın alma gücü olabilmeli. İkincisi hiçbir özel tiyatro maalesef mesela Van’a gidip oyun oynayamıyor çünkü bilet paraları kurtarmaz. Oradaki çocuğa ne izleteceğiz? Oralarda yaşayanlar Shakespeare izlenmesin mi? Halkın tiyatroya ulaşabilmesi için sonsuz ihtiyacımız var bu kurumlara, bu kurumlar içerik olarak daha da güncel ve evrensel boyutlara gelip güçlenmeli."
YENİ ŞARKI EYLÜL’DE
- Şiirle çok ilgilisiniz, yazıyor musunuz şiir?
Evet, yazıyorum. Sadece şiir değil, üç çocuk oyunum var. Düzyazılarımı oyuna çeviriyorum şu an. Eşim müzik yapıyor, o da benden şarkı sözü bekliyor.
- Eşiniz Sinan Güleryüz'le düetiniz Senle Ben, çok sevildi. Birlikte yeni bir şarkı söyleyecek misiniz yakında?
Senle Ben’in, tıklanma sayısı 10 milyona doğru gidiyor. Bu da bir beklenti doğurdu. Eylülde söz ve müzik yine Öze Bade Derinöz’e ait bir şarkıya eşimle düet yapacağız, çalışıyoruz. Ara ara küçük sürprizler yapacağız diyelim ama bizde müzisyen olan Sinan, ben oyuncuyum. Görev verilirse sahnede, sesimle yapabildiğim kadarını yapan bir oyuncuyum. İki yıl müzikal oynadım. Tek şarkılık bir oyunla başlamıştı bu süreç, üç şarkılık başka bir oyun geldi derken, koca bir müzikal teslim etti bana şehir tiyatrosu. İki senedir canlı canlı, 11-12 şarkı söylediğimiz, dans ettiğimiz üç saatlik bir müzikalin içindeyim. Bak Bizim Şarkımızı Çalıyorlar. Bu oyunla iki ayrı ödül aldım. Biri müzikal dalında en iyi kadın oyuncu ödülü, diğeri yılın en iyi kadın oyuncusu. Tiyatro izleyicisi bilir müziğe yakınlığımı.
YAZARI ÇEHOV
- Şiir demiştik, sizin hayata bakışınızı anlatan yazarı sorsam?
Çehov... Onun oyunlarındaki replikler... Çehov hep resme büyük bakar ve gelecek zamanlara karşı sorumlu olduğumuzu vurgular, “100 yıl sonra dünya daha iyi bir yer olacak, insanlar bizi minnetle anacak. Şimdi yaptıklarından bir sonuç alamayabilirsin, yüz yıl sonrasını hayal et.” demeye getirir. Nazım Hikmet’te de vardır bu. ‘Dünyanın daha güzel bir yer olacağını hayal ettiğin zaman, zaman kavramını bugünle sınırlamayıp büyük baktığın zaman, kendine değil insanlığa dair iyilik yapmaya, dünyaya, akışa dair motivasyonun artar’ der söylemlerinde kısaca . En sevdiğim grup The Beatles. John Lennon da bireysel acılardan, aşktan başka, yine yaşamın kendisine, tüm evrene odaklanır, dil,din,ırk ve coğrafi sınırları kaldırır “hayal et” der, o da resme büyük bakar. Ben bu tip motivasyonlara tutunan bir oyucu, iyiliğe tutunan bir insanım. Dernekle ilgili işleri yaparken de öyle bakıyorum. “Hayal et” diyorum kendime. Bütün dünyayı bir anda değiştiremeyiz belki ama, bir kişinin bile dünyasını değiştirseniz, bu dünya için büyük bir devrim olabilir. Belki o kişi ilerde dünyayı değiştirecek olandır, bilemezsiniz. Enteresan bir karmaya sebep olmak mümkün.
- Siz hiç diplerde bir mutsuzluk yaşamıyorsunuz o zaman?
Dibi çok görürüm bak. Sylvia Plathler, Nilgün Marmaralar, Tezer Özlüler... Karanlığı çok severim, o ayrı. Sanatçı olarak, yani yaratıcılıkta o karanlıktan beslenirken, dünyaya ve yaşama olan motivasyonum zedelenmemeli. Ben umutlu olmak zorunda olan bir iş kolunun işçisiyim. Ben insanlara umut vermek, hatta gerektiğinde ruhlarına kendi ruhumdan kan vermek zorundayım. Yaptığımız her şey insanlarda etki bırakıyor. Atatürk’ün annesi onu doğurduğunda biliyor muydu evladının Atatürk olup dünyaya damga vuracağını? İster sanatçı olun, ister öğretmen, ister anne.. Kime ne kadar ne kattığınız bazen çok önemli olabiliyor. Hem de bütün dünya için.
KANATLARIM SIRTIMDA YETİŞTİM
- Cemal Süreyya, ‘Dünyadaki en güçlü kadınlar kendi başlarının çaresine bakmayı öğrenmiş kadınlardır derim’ demiş, paylaşmışsınız bu dizeleri... Siz de çok güçlü görünüyorsunuz. Her işinizi kendiniz mi yaptınız bugüne kadar?
Teşekkür ederim. Öyle oldu yaa. Benim annem de öyle bir kadın, beni de öyle yetiştirdi. “18’ine girdiğinde ehliyet alıyorsun” dedi mesela. “İlerde beni biri bir yere götürecek diye beklemeyeceksin, gönlünün çektiği yere kendin gideceksin. Birinin yanındaki olmayacaksın, bilmem kim beyin hanımı diye anılmayacaksın. Önce kendin birey olacaksın” dedi. “Hayattaki misyonun ne, kim olmak istiyorsun, dünyada nereyi merak ediyor , nelerden hoşlanıyorsun? Bunlar için ne maddi ne manevi kimseye ihtiyacın olmayacak. Ben gözümü kapatsam bile bileceğim ki benim kızım kendi başına toprağa kök salabilen, birine yaslanmadan dik durabilen bir birey oldu. “ diye hayal kurdu hep benim için, ve öyle de oldu.
Fotoğraflar: İlker Uzunalan
- Helal olsun annenize...
Benim rol modelim o. Bütün özgürlük alanlarını bana o açtı. Oyuncu olacağım dedim, dershaneyi bırakıyorum, üniversite sınavının ikinci basamağına girmeyeceğim dedim destekledi. Hep yanımda oldu. Çok küçükken de şu ayakkabılardan birini seç derdi mesela, kendi ayakkabımı bana seçtirirdi. Her zaman kendi iç sesimi duymama, kendi kimliğimi bulmama odaklı ve çalışan bir kadın oldu. Hala arabasına atlayıp, köpeğini alıp uzun yola bile tek başına çıkar.
- Özgür bırakmaktan hiç korkmadı demek ki...,
Hiç. Dört yaşındayken bakkala gönderip, arkamdan takip edermiş. Çok korkusuz, özgür, baya kanatları sırtında yetişmiş bir kız çocuğu oldum. Bizim ülkemizde bu çok önemli. Hiçbir zaman ilk hayali gelinlik olan bir kız olmadım, pembe fırfırlarla dolaşmadım, evcilik oynamak üzere bebeklerle annelik provası yapmadım. Ben de istiyorum ki kadınlar önce kendilerinin kim olduklarını bulsunlar, mesleklerini ellerine alsınlar. Kendi kazancını harcamanın keyfini yaşasınlar. Eğer varsa o arabayı kendileri kullansınlar, bassınlar gitsinler...Ne çocuğuna, ne eşine bağımlı olmadan kendi olmanın tadına varsınlar. Sonra çoğalırsınız, sonra yine anne olursunuz, çalışmanıza engel değil. Anneyim ben rolüne biraz fazla sığınılıyor ülkemizde, yada çalışma hayatında ki bazı konular bahane ediliyor. Savaşacaksınız, kendinize yer açacaksınız, ezilmeyip ses çıkaracaksınız. Çalışmak isteyeni kimse tutamaz bahane pek hoşlandığım bir konu değil. Yoksa annelik kutsal evet, ben de anneme tapıyorum o ayrı, hayatımda ki en kutsal varlık...
- Hayatı yaşayamamanın bir mazereti gibi değil mi?
Bir tür savunma mekanizması gibi “ben anneyim “ demek ve öyle bir cümle ki sizi herşeyden muaf kılıyor gibi, sanki siz bir tek bunun için yaratıldınız ve bir erkek sizin ekmeğinizden sorumlu gibi. Ne münasebet! Uçakta bile ne diyorlar önce kendi maskeni tak sonra çocuğunkini... Önce sen kendi başının çaresine bir bak, ne olur bir erkeğe, kimseye yaslanma. Sonra güçlü bir kadın olarak var et yine evladını. Bir kadın olarak yaşamadığın hevesin kalmasın mesela, ya da özendiğini yaşaman bir erkeğin cömertliğine kalmasın. Biz Türk kadınları oralara yaslanıyoruz biraz, erkeğin işine geliyor zaten vs...Oysa benim beş çocuklu anneannem bile çalışıyordu. İlkokul mezunu bir terziydi, üstelik bizleri de (torunlarını) o büyüttü ama kendi parasını kendi kazanıyordu. “Ne münasebet “ derdi, ağrına giderdi. Üretmek isteyen, sağlam bir kadını evde süs bebeği gibi oturtamazsınız. Okuyup havalı bir ünvan sahibi olmak güzel ama o diplomayı çeyiz sandığına kaldırdıktan sonra ne fayda .
AZ OLALIM ÖZ OLALIM
- Camus, “sizi yıpratan insanlardan sessizce uzaklaşın” demiş, yapabilir misiniz bunu?
Tahammül sınırlarınızı ne zorlar bir insanda... Hadsizlik, haksızlık, adaletsizlik ve herkese kendi fikirlerini direten, baskın insan tipi sınırlarımı zorlar. Öyle bir şekilde yetiştim ki kendi aklı ve eğitimiyle yaşam biçimini, yönünü ,yolunu kendisi çizen biri oldum. O yüzden İnsanlara hükmetmeye çalışan, hayatınıza karışan, kendi kararlarını direten, doğrusu tek insanlardan derhal uzaklaşıyorum. Sevdiğim bir söz var “biri sizinle ilgili haddini aşıyorsa eğer, ona fazla adım atmışsın demektir. Bir kaç adım geri çekil.” Hemen geri çekiliyorum. Birilerine fazla söz hakkı verdiğinizde, sadece size ait alanlarda bile kendilerinde konuşma hakkı görüyorlar. Hadsiz insanlardan hoşlanmıyorum. Kendine benzemeyen insanları dışlayan, sözü geçmezse hırçınlaşan, kendine benzemeyenle empati kurmaktan aciz, kendi doğruları haricinde hiçbir fikre hoşgörülü olamayan, alternatif yaşam biçimlerini ve farklı bakış açılarını kucaklamaktan aciz insanlara tahammül göstermiyorum. Onlar zaten at gözlüğüyle dünyaya bakan, kendi doğrusunun tek doğru olduğuna inanan, despot, baskıcı, ve dışladığı insanlara sert cezalar kesen, yıkıcı bir güruh oluyorlar. Bu benim yakın çevremde hatta ailemden de olsa , politik çevreden yada çalıştığım yerde biri de olsa benim bu insanlarla savaşım her zaman bakidir. Kendi şekil veremediği herkesin üstüne basmak ister bu insan tipi. Oysa kimsenin insanlar üzerinde baskı kurmaya, insanlara fikirlerini dayatmaya, yaşam biçimlerini, seçimlerini beğenmeyip onlara ceza kesmeye, onları dışlamaya hakkı yok. Bu insanlara enerji harcamak, onları memnun etmeye çalışmak, kendimi sevdirmek gibi bir derdim de yok. Benim gibi her farklılığa kucak açabilen kalbi büyük insanlar sevsin beni, az olalım, öz olalım fark etmez. Onları geri dönülmez şekilde hayatımın dışında bırakıyorum, ve yaşamıma zevkle kaldığım yerden devam ediyorum. Kimin ne düşündüğüyle ilgilenmiyorum. Eşimle de bu konuda gayet iyi anlaşıyoruz.
HAYVANLARIM İÇİN ÇİFTLİK İSTERİM
- Ankara'da okudunuz ve İstanbul'a geldiniz. Sevdiniz mi İstanbul’u?
Ben İstanbul’da mutluyum. Sanatçı olarak da beni besliyor. Yurtdışına kaçmayı da seviyorum. Tiyatroya yüksek bir aşk beslediğim için o oyundan o oyuna koşuyordum yurt dışında, tabii döviz kuru bu hale gelene kadar. İlerde daha çok hayvana özgürce bakabileceğim bir çiftlik istiyorum ama mümkünse İstanbul’a yakın olsun. Çünkü ölene kadar tiyatro sahnesinde olmak istiyorum. Derneğe tedavi için gelen ev bulamadığım yavrulara da evde bakıyorum ama daha büyük bir alanım yada dernek olarak alanımız olsa rüyam gerçek olur.
YENİ DİZİSİ: MUCİZE DOKTOR
- Yeni projelerinizden de söz etsek...
Yeni bir diziye başlıyoruz, sosyal sorumluluk projesi tadında. Çok kıymetli bir senaryosu, yönetmeni ve oyuncu kadrosu var. Adı Mucize Doktor. FOX’ta yayımlanacak. Otizimli bir doktorun çevresindeki olayları anlatacağız. Ben hastanede yöneticiyim. Kendince haklılıkları olan ama seyircinin tepki verebileceği bir karakter oynuyorum. Yusuf Pirhasan yönetiyor. Çok heyecanlıyım onunla çalışacak olmaktan. Umarım hak ettiği reytingi alır. Kim kimle kimi aldatıyor gibi hikayeler yerine, böyle alternatif işlere de şans verilir umarım. Tiyatro zaten olacak, okuduğum yeni metinler var. “Gerçek” adlı oyunumuz devam edecek. Sinan’la yeni şarkımız da geliyor... Daha ne olsun!
-Bu kadar iş yaparken zamanı nasıl yönetiyorsunuz?
Hiç zamanım olmuyor ki. Ben öyle boş boş duramam. (gülüyor) Koşturmalı bir hayat ama seviyorum. Boş günümde çok erken kalkmasam da, geç yatarım. Duramıyorum zaten, başımı belaya sokmaya çok müsaitim. Mesela evde işim yok oturuyorum, bir şey geliyor aklıma, hemen dernek projesi yapıp, kızlar gelin diyorum. Ya da bir şey yazmaya başlıyorum.
- Çok dolusunuz siz, duramazsınız...
Bir sorup, bin ah işittiniz değil mi? (gülüyor)
- Zevkle dinliyorum...
Nasıl 34 beden olabiliyorsun diye soruyorlar. İşte böyle böyle oluyor. Çocuksu, iyiye dair ve yaratıcı bir his, kalbinin içinde sürekli nabız olarak atınca ...
KALABALIĞIM
- Aşk da var (Eşi Sinan Güleryüz araya giriyor)
Tabii ki aşkın da katkısı var. (gülüyor)
- Aşkı son soru olarak düşünmüştüm ben.
Bir şeylere iyi gelmek için çabalama, dünyada bir sorun olduğunda ne yaparım diye düşünmeden edememek, kendini meşgul etmekle , değerlendirmekle ilgili bu enerji...
- Başı sıkışan arıyordur sizi o zaman...
Zaten öyle oluyor. Ama can dost dediğiniz ara sıra kafasını ütülediğiniz, sizi gönülden dinleyen,çözüm arayan insandır. Manevi kardeşlerim çoktur benim. Kalabalığım. Dolayısıyla çok derdim, çok neşem var.
ÜRETEN KADIN EN ETKİLEYİCİ KADIN
- Bir söyleşinizde aşkı yol arkadaşlığı olarak tarif etmişsiniz... Böyle bakmadığımızda yıkım oluyor değil mi?
Kadınların o aşk ilişkisine maddi manevi bağımlılıkları olmasa, bittiğinde yerle bir olunmaz. Kendi bileklerini bağladıkları için o ilişkiyi bitirmenin katmer katmer korkunç sonuçları ile baş başa kalıyorlar. Ben aşkı yol arkadaşlığı olarak görüyorum. Birlikte çoğalmak en önemlisi. Çoğalmaktan tek anladığımız üremek olmamalı üretmek olmalı. Biz birlikte üretmeye gayret ediyoruz Sinan’la. Yoksa hayat hep aynı insanla çok sıkıcı. Çok güzel olabilirsiniz, karşınızdaki çok yakışıklı olabilir, en nihayetinde o adamın işten gelmesini bekleyen kişi olmamalısınız. O ilişkiden gerçek bir keyif almak ve karşınızdakini etkilemek için aşkı dinç tutmanız için sürprizlerle dolu olmanız lazım akıl olarak, üretici olarak. Kadınlar kendilerini ne kadar çok hayatın içine atarlarsa bence ilişkileri de o kadar güçlü ve cezbedici olacaktır. Lady Gaga, Bradley Cooper’a bakın mesela. Kadının öyle gürül gürül bir üretimi ve sanatçı ruhu var ki adam çok çok güzel bir kadına sırt çevirip o akımın peşinden gitti. Üreten, kendi tek başınalığı ve bireyselliği olan kadın bence en etkileyici kadın. Hep daha güzeli, daha yakışıklısı ya da daha değişiği var, güzelliğinizle bir yere kadar idare edersiniz ...
- 10 yıl sonra nerede olacak Özge Özder?
Londra’da bir tiyatroda sahnede olacağım demek isterdim. ( Gülüyor) Yine ağzımdan tiyatro çıktı... Eğitmen olabilirim. Yazdıklarımı sahneye koyuyor çekiyor, yönetiyor ya da oynuyor olabilirim. Yazdıklarımı baskı için gün ışığına çıkarırım belki. Birikti...
HABERLERDEN UZAK DURDUM
Türkiye'nin politik gündemini takip ediyor musunuz?
Eskiden çok daha fazla ederdim. Gözümü kapatıp, ruhumu dinlendirmeye ihtiyacım olduğunu fark ettiğim bir dönemim oldu. Bir şeylere çare olamıyorsam, sözüm yanıt bulmuyorsa, ülkeye şifa verecek bir eylem yapılmıyorsa yöneticilerimiz tarafından bunu bilmek bana acı veriyor. Bende iyileştirme güdüsü var. Bir haber duyduğumda tühh ya yapıp hayatıma devam edemiyorum. Takılıyorum. O niye öyle oldu, bu dava niye açıldı, tecavüzcüler niye çıktı, ne yapılabilir, falan filan. Adalet sistemiyle ilgili o kadar yaralandık ki vatandaş olarak, sanatçı olarak söylüyorum, haksızlıklarla ilgili o kadar çok şeye seyirci bırakıldık ki, bu da beni o kadar yaraladı ve çaresiz bıraktı ki çok uzun bir süre hiç haber okumadım, twittera girmedim. Bunu da bir doktor tavsiyesiyle yaptım. Empat deniyor bize. Teşhis bu. Hastalanıyoruz. Mental ve fiziksel olarak hastalanıyorum. Toplumsal olaylar bile seni yaralaya yaralaya hasta ediyor. Uzun bir süre uzak durdum açıkçası haberlerden. Haksızlık adaletsizlik beni her zaman en çok yaralayan şey. Ülkemizde bunun çok çok yaralayıcı boyutlara ulaştığını düşünüyorum. En büyük adalet sarayını yapalım tamam da oradan istediğimiz adalet çıkmadığı zaman o vicdan yaraları birikiyor birikiyor öfkeli insanlar haline geliyoruz. Şimdi şimdi daha yeni yeni neler oluyor diye biraz bakıyorum.
SON SÖZ AİLELERE
Hayallerden söz ederken, sosyal medyanın hayatımıza girmesiyle değişik bir durum da ortaya çıktı. Okumayacağım fenomen olacağım diyenleri duyuyorum. Hayallerinizin de aklınıza yoldaşlık etmesi gerekiyor. Mantık sınırları içinde yoğrulmalı. Bir anlık çılgınlıkla şekillenemez geleceğiniz, siz kıymetlisiniz, kendinize doğru odaklanmanız gerekiyor. Benim daha çok ailelere söylemek istediğim şeyler var. Drama öğretmenliği yaptım ben. Doğrularımız çok doğru, sınırlarımız çok keskin aileler olarak. Mesela bulutları kırmızı çizen bir çocuğa bulut mavidir dediğiniz zaman ileride ondan bir Picasso çıkmasını bekleyemezsiniz. Bırakın bulutu kırmızı çizsin. Özgür bırakın. Çocuk doğrularını kendisi bulsun. Hata yapacaksa da yapsın, taş gibi kendine ait bir hatası olur. Çocukların kendilerini duymaları lazım. Drama öğretmenliği yaparken fark ettim ki aileler sürekli konuşuyorlar, öyle yapma, o doğru bu yanlış, orayı çizme, buraya çıkma... Çocuk iç sesini nasıl duysun bu gürültüde, şansı yok. Ama egosantrik anneler çok mutlu çünkü her dediklerini yapan, bulutu mavi çizen bir çocuk oluyor en nihayetinde en makbulünden. Oysa ben her denileni yapan bir çocukta sorun var diye düşünürüm hep. O annelerde ise buradan beslenen sağlıksız bir annelik egosu oluyor. Çocuk su içerken bile izin almamalı senin annelik egon beslenecek diye. Sonra toplum niye böyle dilsiz diye ağlıyoruz, o toplumu biz doğuruyoruz oysa. Başkaldırana sempati duyup onunla akıl ve bilgi yoluyla anlaşmaya çalışmalısın onu bastırarak değil. Biraz yorulacaksın anne ya da öğretmen olarak ama o başkaldıran, soru soran ve başkalarının değil kendi aklının yolunu tutan kişidir toplum için kıymetli olan.
En Çok Okunan Haberler
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- Suriye’de şeriatın sesleri!
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- DEM Partili vekillerle 'Suriye' atışması!