Eşitsizlik eşittir huzursuzluk

ABD Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde görevli iktisat profesörü Daron Acemoğlu, küreselleşmenin kazanan - kaybeden yarattığını, derin eşitsizliğin savunulamayacağını belirtti. Demokrasinin her yerde ciddi saldırı altında olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Acemoğlu ile Türkçe anlaştık. Sorularımızı Türkçe gönderdik. Yanlış ifade etme endişesi nedeniyle yanıtlarını İngilizce ileteceğini söyledi. Yanıtları arkadaşımız Birol Güger Türkçeleştirdi. Prof. Acemoğlu’nun yanıtları şöyle:

Eşitsizlik eşittir huzursuzluk
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 18.03.2020 - 06:00

Prof. Daron Acemoğlu:

DEMOKRASİ SALDIRI ALTINDA

Küreselleşmeyle ideolojilerin öldüğü söylenmişti. Bugün küreselleşmenin sorunları konuşuluyor. Nasıl bakıyorsunuz?

Küreselleşme her zaman sayısız ekonomik ve sosyal sorun yaratmıştır. Küreselleşmenin ülkeler içindeki çatışmalara son vereceğini hiç düşünmemiştim ve kesinlikle ülkeler arasındaki savaş ve çatışmalara da son vermeyecektir. Birçok ciddi düşünürün, küreselleşmenin ideolojinin sonunu getirmesini beklediğini sanmıyorum. Ben ve birçok insanın anlamadığı asıl şey, küreselleşmenin milliyetçiliği, aslında milliyetçiliğin agresif bir tonunu nasıl besliyor olduğudur.

KAZANANLAR, KAYBEDENLER

19. ve 20. yüzyılda sol düşünce akımları çok belirleyici oldu. Toplum “hayır” söylemi ile mi harekete geçer, “evet” söylemi ile mi?

Solun, küreselleşmenin kazanımlarını yıkmayı denemesinin mantıklı olduğunu düşünmüyorum. Küreselleşmeden ve birbirine bağlı bir dünyadan kazanabileceğimiz çok şey var. Ancak bunun dikkatle ele alınması gerekir. Küreselleşme her zaman kazananlar ve kaybedenler yaratır. Kaybedenleri önemsemememiz gerektiğini söylemek cazip değil (ve böylece çok da bir şey yapmadan onlara ikiyüzlü bir şekilde yaklaşmak da çekici değil). Aslında daha iyi bir sosyal güvenlik ağı oluşturmak, doğru tipte bir eğitime yatırım yapmak ve doğru teknolojik hamleleri desteklemek, küreselleşmeyi daha güçlü ve daha faydalı hale getirecektir. Bu, sosyal demokrasinin dile getirmesi gereken bir gündem. Aslında tarihe baktığınızda sosyal demokrasi Danimarka, İsveç ve Norveç gibi oldukça açık ekonomilerde ortaya çıktı.

Küreselleşmenin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Bu benim önceki cevabımla ilişkili. Küreselleşme, eşitsizlikler ve güçlü şirketlerin daha da güçlü hale gelmesi olgusu ile omuz omuza ilerlerse kendi kendini yok etme riski vardır. Küreselleşmenin refah (sadece birkaç kişi için değil, herkes için refah) sunabilmesi için daha iyi sosyal politikalar, işçiler için daha güvenli bir ortam, daha iyi teknoloji ve daha iyi eğitim politikaları ile birlikte sunulması gerekmektedir.

DÜŞMANLARI OLMUŞTUR

Demokrasinin gelişimi nasıl? Seçimler demokrasi için yeterli mi?

Şahsi araştırmam, demokrasinin ekonomik refah için gerekli olduğunu gösteriyor. Ancak bu durum, sistemi kurmayı veya çalıştırmayı kolaylaştırmıyor. Birincisi, demokrasinin her zaman düşmanları olmuştur (güçleri üzerindeki kısıtlamaları kaldırmak veya muhalefeti susturmak isteyen sıradan otoritelerden herhangi birini düşünün). İkincisi, demokrasi çok iş gerektirir.

Demokrasinin güçlü kurumlar tarafından desteklenmesi gerekir ve demokrasi son tahlilde uzlaşmayı gerektirir. Demokrasi ekonomik büyüme için iyi olsa da, o da kriz dönemlerinden geçer. Şu anda böyle bir krizin ortasındayız. Demokrasi her yerde saldırı altındadır ve hayatta kalamayacağı (ya da hayatta kalabilmek için kendini dönüştürmesi gerekip gerekmediği) konusunda gerçek bir endişe vardır.

Demokrasi elbette sandık başına gitmekten daha fazlasıdır. Ancak temel bilgilerle başlayalım. Özgür ve adil seçim yoksa, demokrasi var olamaz. Dahası, etkili ve iyi organize olmuş siyasi partilere, iktidar sahipleri üzerinde kısıtlamalara (yargı kurumlarından, toplumun siyasete yönelik eleştirel katılımına kadar); ve medeni haklara (özellikle ifade, örgütlenme özgürlüğü ve özgür medya alanında) ihtiyaç var.

HÂLÂ OLDUKÇA YAYGIN

Kadın, azınlık haklarının siyasi akımlar içindeki yeri nedir?

Bütün bu saydığımız alanlarda gecikme yaşadık. Örneğin kadınları ele alalım. Kadınlara yönelik hem yasal hem de normlara dayalı ayrımcılık tarihte sabittir. Örneğin, İngiliz demokrasisinin büyük adımlar attığı 1870’lerin sonlarında, İngiltere’de kadın hakları esasen yoktu. Kadınlar kendi hakları için örgütlendiklerinde ve harekete geçtiklerinde işler değişmeye başladı. Sonra kadınlara oy hakkı verildi. Ancak bu da yeterli değildi. Durum elbette azınlıklar için çok daha kötü. Azınlıklara karşı insan hakkı ihlalleri ve ayrımcılık, dünyanın pek çok yerinde hâlâ oldukça yaygın.

Gençliğin demokrasiye katılımını nasıl buluyorsunuz?

Gençlik demokrasinin can damarıdır. Bugün karar verdiğimiz birçok politika gelecek için önemlidir ve gelecek çoğunlukla gençlere aittir. İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılma kararını ele alalım. Bu daha çok ileri yaşlardaki vatandaşların desteğiyle oldu ve gençlerin çoğunluğu Avrupa Birliği’nde kalmaktan yanaydı. Bu karar, gerçekten o gençlerin yaşayacağı dünyayı şekillendiriyor. Daha fazla siyasi katılım, gençler açısından bir zorunluluktur. 

Ekonomideki eşitsizlik demokrasiyi nasıl etkiliyor? Bu nasıl aşılır?

Eşitsizlik toplumlarda huzursuzluk yaratır ve bunların ele alınması her zaman zordur. Ancak daha da kötüsü, eşitsizlik kurumlara duyulan güvenin azalmasına neden olabilir. Birleşik Devletler örneğini ele alalım. Artan sadece eşitsizlik değil. Ayrıca birçok insan (bazı gerekçelerle) hükümetin, ihtiyaçlarına cevap vermediğine ve belki de Wall Street tarafından ele geçirildiğine inanmaya başladı. Bu, kurumlara olan güvenin çökmesine ve Trump’ın yükselişine yol açtı. Diğer yerlerde de aynı dinamiği görürsünüz: Eşitsizlik, hoşnutsuzluk ve memnuniyetsizlik yaratır ve eğer bunlar giderilmezse toplumun dokusunu yok etmeye başlayabilir.

Küreselleşme sürecinde aydınların rolü ne oldu? Küreselleşmeye teslim olup yaratıcı düşünceyi bıraktılar mı?

Cevap vermesi oldukça zor. Ancak çoğu entelektüelin küreselleşme konusunda oldukça heyecanlı ve olumlu olduğunu ve bu durumun, onları küreselleşmenin sosyal sonuçları ve bazı ekonomik maliyetlerini net bir şekilde görmekten alıkoyduğunu düşünüyorum. Ancak bu hiçbir şekilde evrensele yayılabilecek bir tespit değildir. Örneğin Dani Rodrik, 1990’ların ortalarından bu yana küreselleşmenin hem eşitsizlik hem de ekonomik krizler açısından maliyetlerini yazıyor.

PROF. DR. İLHAN TEKELİ:

DÜNYA YÖNETİLEMİYOR

Eğitim süreçlerini İTÜ, ODTÜ, Pennsylvania Üniversitesi’nde tamamlamış, kendi deyimiyle öğrenmeye devam eden, Tarih Vakfı kurucusu Prof. İlhan Tekeli’yle Ankara Oran’daki evinde konuştuk. Tekeli, değişen dünyada her şeyi yeniden düşünmeye çağırdı, mevcut küreselleşmeyi eleştirirken yerine neyin konacağını bulmak gerektiğini vurguladı...

Sol, demokrasi, küreselleşme, planlama yıllardır kafa yorduğunuz, eser verdiğiniz konular. Bu kavramlar bütününde dünya ne durumda?

Hepimiz dünya nereye gidiyor kaygısı içindeyiz. Solun üç temel amacının daha güncel olduğu bir dönemdeyiz: özgürlük, eşitlik, dayanışma. Dünya yönetilemiyor. Böyle olunca da ülkeler için oluşturulan siyasetler de beklenen sonucu vermiyor.

O zaman, önce dünyanın nasıl yönetilmesi gerektiğine mi kafa yormalı?

Dünyanın yönetilememesinden daha önemli sorun şu: bunu bize düşündürtmüyorlar. Hayır diyorlar. Sen gerçeği aramak için kafa yorma. Gelinen nokta bu. Kâğıt üzerinde biliyoruz, ama tartışmazsak kâğıt üzerindeki çözümün hiçbir yararı yok. Bir insanın tek başına aklının çözümü değildir. Toplumun tümünün bir farkındalığını yaratıp kendilerinin razı olacağı yönetim biçimi kalıcıdır ve çözümdür.

‘KABAHAT BİZİM’

Bunlar özetle küreselleşmenin sonuçları mı?

Aslında küreselleşmenin kabahati yok, kabahat bizim. Temel mesele dünyanın yönetiminin nasıl olacağını düşünmüyoruz. Büyük oyunda şu var, dünyaya hâkim emperyalist güçler dünyanın kendi lehine çalışmasını istiyor, kontrol altına aldığı ülkeleri kendine göre biçimlendirerek yürüyor. Asıl bunu tartışalım diyorum. Niye sağ otoriter iktidarlar geliyor? Sorunları doğru şekilde ortaya koyarsak çözüm gelir.

Nedir sorun?

Dünyanın bugün yönetim iddiasında bulunan sistemi şu: Ulus devletler ve BM var. BM, ulus devletlerin sekreteryası... Bakalım; bu sistem küreselleşme ortamında yönetebiliyor mu? Hayır. Barış var mı? Yok. Vekâlet savaşları sürüyor. Bence bu en ahlaksız savaş. Savaşacaksan kendin yap. BM, iklim çevre gibi dünya sorunlarını da çözemiyor.

Üç, dünyada çokuluslu şirketler hâkim. Çok büyüdüler, dünya ekonomisini büyütmeye devam ediyorlar. Aynı zamanda eşitsizliği büyütmeye devam ediyorlar... İşte Piketty’nin çalışmaları... Yarattıkları artı değeri paylaştırmıyorlar, borç veriyorlar. Bu sürdürülemez. Bunun sonunda dördüncü olay, yayılan sağ popülizm, otoriter liderler...

HALKI KANDIRAN...

Her biri ötekinden beter...

Bütün bunların devamında gerçek kıymetsizleştirildi. Ulus devlet içinde doğru dürüst işler demokratik şekilde yürümüyor. Dünyada yürümüyor. Demokrasiye uymayan yollarla gidenler, halkını kandıranlar ayakta kalıyor.

Burada sol nerede?

Yaşadığımız sorunların sağı solu yok... Solun yeri çözüm getirmek... Sol, dünyaya adil, demokratik, özgürlükçü bir yönetişimi getirmeyi savunacak. Nasıl savunacak? Toplumun bir kısmıyla değil tümüyle.

Bunun yöntemi ne?

Bunun yöntemi, dünya demokrasisini yeniden kurmak. BM bugünkü yapısıyla kuramıyor. Kozmopoliten demokrasiyi konuşacağız. Bunu Türkiye’de kullanmakta rahatsızlık var. Benim düşüncem tüm dünyanın katıldığı seçimlerle kurulacak dünya düzeyinde bir kozmopoliten demokrasi ile bu sorunları çözeriz. Bu ne demektir? Dünyanın tepesinde adı ABD olan bir devlet var. Onu normal sınırlarına çekip dünya demokrasisini kurmak. Ama buna herkes katılacak.

HERAKLİT’TEN BİLE FARKLI

1960’lardan beri bu konuların içinde olan bir bilim insanı olarak yeni fikirler öneriyorsunuz...

Bakın bilgi de değişiyor, düşünme yöntemleri değişiyor. 1960’larda rasyonel akılcılığı savunduk. Orada hedef dışarıdan veriliyordu. Şimdi iletişimsel rasyonellik diye bir kavram çıktı. Heraklit’ten bile farklı bir değişim söz konusu. Oydaşma ile ulaşılan bir rasyonel planlama gündemde. İnsanın yaratıcı kapasitesinin önündeki engelleri kaldırmak gerekir. En büyük solculuk bunu tartışabilmektir.

Sol bunu yapabiliyor mu?

Yapamıyor işte... Yapmamız lazım... Esas mesele değişimdir... Değişmenin önüne ne engelse kötü niyetlidir.

ATATÜRK’Ü DÂHİ YAPAN

Anadolu’da bir söz vardır: Atlıyla yaya arkadaş olamaz derler, bu eşitsizlik ortamında ortak bakışlar üretmenin zorlukları var...

Benim çözüm önerim dünya sistemin, kur. Al yeniden dağıt diyor. Buna kafa yoracağız. Bakın endüstri 4.0 deniyor. Fabrika gıcır gıcır üretiyor. Hiç insan yok. Peki, o üretilen ne olacak? İnsan kullanmayacak mı? İnsansız kapitalizm ayakta kalabilir mi? Üretim yeniden şekillenecek, yeniden dağılacak... Şu anda dünya sürekli demokrasi açığı veriyor. Ben buna kafa yoruyorum. Dünya temsili demokrasinin yanına katılımı da koymayı konuşuyor. Biz kapalıyız, düşünmüyoruz. Yeri geldi söyleyeyim ben değişimi unutmadan düşünmeyi Mübeccel Kıray’dan öğrendim. O öldüğünde değişimin sosyoloğu öldü demiştim. Mustafa Kemal’i dahi yapan, donmuşluğu asla kabul etmemesidir. Attığı her adımın ucunu açık bırakıyor. Çağa göre adım atıyor. 20. yüzyıldaki herkes geride kaldı da, Mustafa Kemal neden hâlâ ayakta sorusunun yanıtlarından biri budur. 

Türkiye’de solu, CHP’nin çabalarını, AKP’nin 18 yıldır iktidarda kalışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

CHP yeni bir siyaset kültürü geliştirmeli. Toplumla ilişkiler biçimi üretmeli. Tepeden bakarak değil ama. Siyaset üretimdir. CHP ne üretiyor ona bakacak. AKP parti değil, cemaat. O yüzden orada tartışma da olmaz. Bu demokrasi değil. AKP duygudaşlık üretip gerçekleri kapatıyor. CHP ise parti içi demokrasiden fazla çatlak üretiyor.

YA ENTERNASYONAL

TUĞRUL KESKİN

Bu “küreselleşme” denilen vahşet, en çok da “dünya solunu” vurdu! Küresel kapitalizmle kavgaya tutuşan sol, kendi anayurdunun sınırlarına çekilerek bir bakıma “enternasyonal”i unuttu! Eğer bugün dünyada sosyal haklar denilen kazanımlar varsa, bu enternasyonalist dayanışma geçmişte var olduğu içindir. Eğer bugün dünyada insanlar, birazcık nefes alabiliyorsa, bu enternasyonalist dayanışma yüzündendir! Peki ne oldu bu dayanışma ruhuna?

FAŞİZME KARŞI MÜCADELE

Sözgelimi 1920’de enternasyonalizme olan inançlarından ötürü kendi anayurtları Yunanistan’da “vatan haini” olmayı göze alarak Anadolu’da silah bırakan Yunan komünistleri, sırf bu enternasyonalist dayanışmaları yüzünden Yunan krallığınca İzmir’de kurşuna diziliyordu. Onların katledilişinden otuz yıl kadar sonra 1947-49 yılları arasında faşizme karşı mücadelenin en güçlü mevzilerinden biri Yunanistan iç savaşında kuruluyordu ve Mussolini’nin Kara Gömleklileri Yunanistan’dan kovuluncaya kadar süren bu büyük kavganın içinde “Osmanlı Tugayları” adlı bir Türk birliği de savaşıyordu. Başlarında “Kapetan Kemal” takma adıyla bir Türk komünisti; Mihri Belli vardı.

1900’lerin başında Avrupa’da Lenin ve sonraki yıllarda Sovyet Devrimi’ni yapacak kadrolar, bulundukları ülkelerde canları pahasına enternasyonalizmi diri tutmak için çarpışıyorlardı. 1960’ların Vietnam’ında Amerikan emperyalizmine dünyayı dar eden “Ho Amca” Ho Chi Minh, 1920’lerde Fransa Komünist Partisi’nin kurucularından biridir ve emperyalizme karşı mücadele bayrağını ilk olarak Fransa’da açmıştır.

‘ÇANLAR KİMİN İÇİN ÇALACAK’TI

İspanya İç Savaşı’nda dünyanın denebilirse her yerinden sosyalistler İspanya’ya, Franco faşizmiyle savaşmaya gelmişler ve “Enternasyonal Tugaylar”da faşizme karşı savaşıyorlardı; dillerinde olağanüstü ritmik müziğiyle “Ay Karmela” vardı. O yıllarda faşizme karşı mücadelenin olduğu her yer “vatandı.” Amerikalı büyük yazar Ernest Hemingway, romanlarını İspanya İç Savaşı’nın barut kokuları arasındaki mevzilerde yazıyordu; “Çanlar Kimin İçin Çalacak”tı...

Ve “Bella Ciao- Çav Bella” (hoşça kal sevgilim) yine 2. Dünya Savaşı’nın top sesleri arasında doğmuş ve dünyanın her yerindeki sosyalistleri Benito MUSSOLİNİ faşizmine karşı savaşmaya çağıran olağanüstü bir şarkı olarak mücadele hafızamızdadır! Dünyayı kuşatan ve 68 eylemlerinin önünü de açan, 2. Dünya Savaşı yıllarında oluşmuş bu enternasyonalist ruhtu. 

Sonra Che Guevara... Faşizmin insanlık dışı saldırısı sonucu, korkunç, dehşet verici bir biçimde katledilmişti.

Fakat yeni yüzyılda bir başka sözde “enternasyonal” dünyayı derin acılara sürüklüyor; son 10 yıldır dünyanın pek çok yerinden esas olarak Ortadoğu’ya akan “İslami Cihat” özellikle coğrafyamızı kana buluyor. Fakat sözde bu “İslami Enternasyonal”cilerin bir Suriye uçağını düşürdükten sonraki görüntülerini izlemek, o “cihatçıların”, Bolivya dağlarında Che Guevara’yı hunharca katleden, parmaklarını, vücudunun kimi azalarını kesen vahşilerle aynı inanıştan geldiğini dehşetle gösteriyor. 

Bir de Avrupa’daki kimi merkezlerde, özellikle Amerika’da gittikçe güçlenen “beyaz ulus üstünlüğü” var ki, Cihat’ın Avrupa’daki karşılığı olarak, o bölgeleri ve gittikçe dünyayı kana bulama hazırlığı yapıyor! 

Bütün insanlar bilmeliyiz ki; küresel sermayenin yok ettiği doğanın da, gittikçe insani özden ve değerlerden uzaklaştırılan insanın da kurtuluşu enternasyonaldedir. Öyleyse başlığı değiştirerek yineleyebiliriz: “Ya sosyalist enternasyonal, ya çöküş!”


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon