Franz Werfel'den 'Mezunlar Günü'

Franz Werfel’in 1928’de yayımlanan “Mezunlar Günü” romanında başkalarına benzemediği için arkadaşları arasında ve hatta aile içinde hırpalanan bir delikanlının, Adler’in hikâyesi anlatılıyor.

Yayınlanma: 18.11.2016 - 16:11
Abone Ol google-news

Ezmek insanın fıtratında mı var?

Sorun galiba herkesin birbirini kendine benzetme isteğinde. Bu tiksinç benzerlik, insanı insanlıktan çıkaran en başat özelliği olmuş. Üstelik kişi bunu, kendini şaşırtıcı derecede bir başkasından farklı ve özel görme gafletine düşerek yapıyor. Herkesi eninde sonunda yenme ve hayatta kalma dürtüsü. Eşitler arası birincilik. Şeytani farklılığıyla daha da uzun, konforlu yaşayıp yanı başındakine fark atma hevesi… Benzerler arasında sonu gelmeyen bir savaş. “Kimse beni anlamıyor” derken bile kendini öven iki ayaklı gurur tabloları. Tiksinç değil mi? Sana benzemeyeni hunharca ezme isteği! Sana benzeyenden üstün olma dürtüsü! Doymamazlık…

Şu doğurduğum muhteşem yaratığa bak tıpkı babası, dedesi, amcası, dayısı.”

Şu minik ellere bak aynı ben, aynı halası, anneannesi, teyzesi.”

Oğlum tam bir akıl küpü, dayısına çekmiş.”

Övgüler, övgüler, övgüler. Burnu büyük iki ayaklı muhteşem gurur abideleri. İyi-kötü, zalim-merhametli, akıllı-deli, güzel-çirkin. Alt ve üst sınırlar belirlenmiş ve bu çizginin arasında insani değerler oluşturulmuş. İnsanoğlunun bir vicdan ortalaması var yani, iyiliğinin bir ortası, aklî dengesi, güzelliğin bir ölçüsü. Afrika’da altın arayan adamla, Güney Amerika’nın tarla süren çiftçisiyle, Avustralya’nın yerlisiyle, kapı komşumuzla bu bizi öyle benzer kılıyor ki. Ne kadar yabancı gelse de sana, Japon kadınla Ortadoğulu bir erkeğin sayılamayacak kadar çok benzerliği var. Hollandalı çiftçiyle ortak bir kaygıya sahipsin. Rengin farklı ama kurnazlığın aynı, gözleriniz birbirine benzemiyor fakat hayatta kalma arzunuz birbiriyle yarışır, dilini anlamıyorsun buna rağmen üreme ihtiyacın örtüşüyor. Başarı hırsın ister İstanbul’da ister New York’ta yaşa aynı. Akıllı, zeki, güzel, başarılı, sosyal, konuşkan, sevecen, uyumlu olman söylendi ve sen başkalarında da aynı özellikleri arayıp duruyorsun, olmazsa kendine benzetmek için hırpalamak senin görevin. Ezmek insanın fıtratında mı var?

 

SORGU YARGICININ AŞAĞILAMALARI

Franz Werfel’in 1928’de yayımlanan “Mezunlar Günü” romanında başkalarına benzemediği için arkadaşları arasında ve hatta aile içinde hırpalanan bir delikanlının, Adler’in hikâyesi anlatılıyor. Modern, rekabetçi, kurnaz, bencil bir insanın uzağında sahip olduklarından çok, aklının var ettikleriyle öne çıkan bir karakter Adler. Peki, kurnaz ve bencil olmayan, kendi halinde bir insanı arkadaşları neden hırpalar? Onları Adler’in hangi özellikleri rahatsız eder ve ona kin bilerler içten içe?

Önce romanın kurgusundan başlayalım. 1902 Nikolaus Lisesi mezunları yirmi beş yıl sonra tekrar bir araya gelir. Farklı gelir gruplarından oluşan sınıf üyelerinin bir kısmı işçi olarak hayatına devam ederken bir kısmı da belli mevkilere gelmiş kişiler olarak oturur Mezunlar Günü masasına. Yıllar sonra aralarında kurdukları diyalog dışarıdan yüzeysel, içerden ise bir hesaplaşmadır, daha çok kendilerini eleştirdikleri bir hesaplaşma. Lise döneminin acımasız, empatiden yoksun günlerini hatırladıkça birbirlerine yapıp ettikleri teker teker gözlerinin önünde gelir. Bu durumu biz okurlar yirmi beş yıl sonra arkadaşlarının karşısına Asliye Mahkemesi Sorgu Yargıcı Dr. Ernst Sebastian olarak çıkan muhteremin iç hesaplaşmasından anlarız. Onun aklı fikri yirmi beş yıldır bastırmak için uğraştığı vicdan azabındadır. Vicdani rahatsızlığı mezunların toplandığı o gece artık üstü örtülemeyecek kadar gün yüzüne çıkmıştır. Nedenine gelince…

İnsanlar birbirine benzemek zorunda olmamasına rağmen onları çevreleyen kurumların, toplumun ve hatta ailenin içinde uyum sağlamakla yükümlü oluverir. Bu uyumu kulak arkası eden kişilerse, toplumdan bir süre sonra dışlanan, “işe yaramaz, başarısız, serseri, beceriksiz, ahmak ve beş para etmez” kişiler olarak nitelendirilir. Unutmayın modern toplumun alt ve üst sınırlarını belirlediği normları olduğundan bahsetmiştim sizlere. İşte Adler, bu normları pek de önemsemeyen bir karakter olarak Mezunlar Günü’nde karşımıza çıkıyor. Önceleri arkadaşlarının her ne kadar biraz tuhaf bulsalar da saygı gösterdikleri bir çocukken şimdilerin sorgu yargıcı Ernst Sebastian’ın onu küçük küçük aşağılamalarıyla durumun değiştiğine tanık oluruz. Arkadaşlarının gözünde akıllı bir delikanlıdan beceriksiz uyumsuz bir gence dönüşür Adler. Çünkü kimseden hiçbir talebi yoktur; ne arkadaşlarından ne de hayattan. Yaşar ve muhtemelen o yıllarda yaşamının belli bir amacı da yoktur. Bu amaçsızlık ve isteksizlik onu diğerlerinden üstün kılarken bir yandan da ezmeye başlar. Kimseye karşı gelmemek, hayır dememek! Seni mümkün olan her fırsatta ezer biçerler…

 

ESİRGENEN SEVGİ

Werfel’in romanı, Goethe’nin ünlü bir sözüyle başlar: “Birinin üstünlüğü karşısında ezilmemenin tek çaresi ona sevgi duymaktır.” Arkadaşları karşısında tartışmasız bir insani üstünlüğü olan Adler’den işte bu sevgi esirgenir. Ondan daha aşağılarda olduğunu anlayan Sebastian da onu sevmek yerine hırpalamayı, kıskanmayı ve hatta Adler’in hayatını mahvetmeyi seçecektir. “Adler, bizlerden, hayattan sürekli bir şeyler bekleyen, yaşamın bize sunduklarını -hayalden ve fantezilerden ibaret olsa bile- sürekli kendine çekip sahiplenmek isteyen bizlerden çok farklıydı. Adler hiçbir şey istemezdi, hiçbir şeye gereksinim duymazdı. Ama bu yüzden de yaşam, gitgide artan bir kinle onu tehdit etmekteydi. Biz onu rahat bıraktığımızda, içi düşünce yüklü kocaman başını önüne eğer, öylece, ses çıkarmadan dururdu. O, zengindi…” Adler’in akıl zenginliği, mütevazılığı, saflığı Sebastian’ı öyle çileden çıkarır ki kendince ona boyun eğdirmenin yollarını aramaya başlar. Önce sınıfta dalga geçilmesini sağlar sonra da okul dışında onu var gücüyle ezer. Maddi zenginliği olmayan arkadaşına para karşısında diz çöktürmeye çalışır, erkeklikte ve içkide ona kafa tutar. Sebastian’ın tek taraflı olarak girdiği bu savaşlarda her zaman kazanmasına rağmen Adler’e olan kini bir türlü geçmez. Çünkü Adler onu ezen, dalga geçenlere karşı ne bir öfke ne de bir nefret duyar. Onun tek suçu herkesten farklı olmaktır sadece ve bir türlü Adler’i kendilerine benzetemezler. Romanın sonunda yirmi beş yıl boyunca Sebastian’ın vicdanen yanıp tutuşmasına neden olan bir olay yaşanır: “On beş dakika sonra ondan kurtulmuş olacaktım. Sonsuza dek Adler’den kurtulacaktım.” Oysa suçluluk duygusu ne kadar bastırıp unutmaya çalışsa da yakansını ölene kadar bırakmayacaktır.

Werfel, hayatının bir kısmını kendi yurdundan sürgün edilerek yaşamış bir yazar. Alman ordusu Yahudi avına başladığında onun ismi de listelerin başında yer almış uzun zaman. Avusturya’da başlayıp ABD’de biten bir yaşamöyküsü var. Türkiye’de en çok Musa Dağ’da Kırk Gün kitabıyla biliniyor. Mezunlar Günü’ndeki karakteri Adler’i o günün toplumundaki Yahudiler olarak da okuyabilirsiniz. Dünya geneline yaydığınızda ise genelin dışına çıkan her topluluğa uyarlanabilir. Ezilen, hor görülen, yalnızda dini, dili, ırkı başka olduğu için hırpalanan türlü insan topluluklarına. Delilere, uyumsuzlara, meczuplara, sisteme dahil olmak istemeyen tüm canlılara… Benzemek istemeyenlere.

 

Mezunlar Günü/ Franz Werfel/ Çeviren: Selma Türkis Noyan/ Helikopter Yayınları/ 214 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon