Geleceği var etmek...

“Atatürk çocuk gördüğünde hemen ona yaklaşır ve sohbet eder. Sevdiği insanlara ‘çocuk’ diye seslenir.”

Geleceği var etmek...
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 23.04.2019 - 11:58

Çocukluk kazasız belasız atlatılması gereken, ya da iyi bir eğitim alınması gereken bir dönem olarak algılanıyor. Oysa çocuk soru sorar, merak eder, araştırır, inceler, hayal kurar. Çocuğun bu özgür, merak eden, sorular soran dünyası büyüklerin yaşam alanında demokrasi, düşünce özgürlüğü, insan hakları olarak çıkar karşımıza. Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin demokrasi yolunda düşe kalka yol alması, yürümeyi öğrenmeye çalışan bir çocuğa ne kadar da çok benziyor!

Mustafa Kemal’in çocukluğuyla ilgili bildiğimiz tek bir görüntü vardır; o da dayısının çiftliğinde karga kovalaması. Bunu yapmıştır ama Atatürk’ün çocukluğu sadece bu öyküyle geçiştirilemez. Tarihte öne çıkmış insanların otobiyografilerinde aldığı eğitimden söz edilir, okullardan mezun olurlar ve kendi alanlarındaki başarıları sıralanır. Peki ya çocukluğu? Çocukluk neredeyse hiç önemli değildir. “Kazasız belasız” atlatılmıştır işte!.. Hayır, böyle ele alınmamalıdır çocukluk.

Dallardan ev yaptı

Atatürk’ün çocukluğuna farklı bir pencereden bakmaya çalışalım: Mustafa Kemal, babasının ölümünün ardından annesi Zübeyde Hanım’la birlikte dayısı Hüseyin Efendi’nin Langaza’daki çiftliğine gider (Karga kovaladığı dönem olarak anılır). Dayısının çiftliğinde kaldığı dönemde ağaçların kırılan dallarını toplayıp onlarla kulübeler yapar. Hatta bu kulübelerden birine üç basamaklı bir merdiven bile ekler. Sonra kız kardeşi Makbule’yi buraya çağırıp ona dilimlediği karpuzu uzatır, Makbule karpuzu yerken Mustafa Kemal de karşısına oturup onu seyreder. Bu öyküde her şeyden önce kardeşine değer veren bir çocuk var, kırılmış dallardan ev yapan bir çocuk var... Gelecekte bu çocuk işgal edilmiş, dalları kırılmış bir ülkeden yeni bir cumhuriyet var edecektir. Oynanan bu oyun geleceğin habercisi değil midir?

Mustafa Kemal’in kaldığı Langaza’daki çiftlikte Roman çocuklar vardır. Çoğu kişi onlarla oynamak istemediği için, herkesten uzakta kendilerine bir dünya kuran Roman çocuklarıyla Mustafa Kemal arkadaşlık kurar. Kırılmış ağaç dallarından yaptığı evde onlarla da oynar. Bir gün, Aziz adlı arkadaşı ağaç dallarından yapılmış evin içinde ateş yakar ve ev birdenbire alev alır. Mustafa Kemal bütün çocukları ve kız kardeşini gayet soğukkanlı bir şekilde alevler arasından dışarıya çıkarır. Bütün kriz anını başarıyla yönetir. Makbule Hanım anılarında anlatır o korku dolu dakikaları. Yaşanılan bu olayda, paniğe ve telaşa kapılmayan, gelecekte lider olma vasıflarını taşıyan bir çocuğu görürüz.

Çocuk gibi mutlu

Atatürk’ün çocuklarla çekilmiş çok sayıda fotoğrafı vardır. Ziyaret ettiği yerde bir çocuk gördüğünde hemen ona yaklaşır ve sohbet eder. Zaten kendi toplantılarında düşünce arkadaşlarıyla konuşurken de sevdiği insanlara “çocuk” diye seslenir. Hep şunu şunu merak ettim; Atatürk ve oyuncağın bir arada olduğu bir fotoğraf var mıdır? Atatürk’ün bir fotoğrafında, yanındaki manevi kızı Ülkü’nün elinde bir oyuncak bebek görürüz. Atatürk’ün bir oyuncakla göründüğü tek fotoğraf budur.

Atatürk’ün neşeli bir çocuk gibi göründüğü fotoğraf ise bir vapurun güvertesinde çekilmiştir. Bu fotoğrafta, Atatürk’ün salıncakta sallandığı yer, Ege vapurunun güvertesidir. O yıllarda, bir de halka atma oyunu oynanırdı, vapurların güvertelerinde. Halka atarken de bir fotoğrafı vardır; oyun oynayan Atatürk bir çocuk gibi mutludur.

Ağaçlardan kulübe yapma oyununu düşünelim biraz!.. Bu konuda hatırlamamız gereken roman kahramanı Robinson Crusoe’dur. İngiliz yazar Daniel De Foe'nin ıssız bir adaya düşen insanın başından geçenleri konu alan romanında, doğayı yeniden dönüştürmek ve üretim anlatılır. Doğayı pozitif bir şekilde dönüştürmektir bu; kulübe yapıyorsun, ev yapıyorsun, içine girip sığınıyorsun... Ünlü düşünür Jean Jacques Rousseau, Robinson Crusoe’daki bireyciliği mutlak yalnızlık olarak değil, doğanın yeniden alt edilmesi ve uygarlığın tekrardan üretilmesinin bir başarısı olarak görür. Robinson Crusoe ne yapıyordu? Ağaç dallarından evler. Mustafa Kemal nasıl bir oyun oynuyordu çocukluğunda? Ağaç dallarından evler yapıyordu... Bu oyun, uygarlığın yeniden üretilmesinin başarısıdır; Jean Jacques Rousseau bunu böyle yorumluyor.

Barış çağında...

Robinson Crusoe’da şöyle bir bölüm var: “Ekini biçmek için bir orak ya da tırpan yokluğu çekiyordum. Tek yapabildiğim şey gemiden kurtardığım silahlardan büyük bir kılıcı tırpan yerine kullanmak oldu.” Yani Robinson Crusoe ekinini biçmek istiyor ama orak yok. Batık gemiye dalıyor, bir kılıcı alıyor ve onu orak olarak kullanıyor. Burada, savaş aracı olarak üretilmiş kılıcın bir üretim aracına dönüştüğünü görüyoruz. Kılıç burada bir ölüm makinesi değil, üretim aracı oluyor.

Milattan önce yaşamış bir şair olan Tibullus da uzun bir şiirinde şu dizelere yer vermiştir:

“Barış çağında fısıldar çapayla saban Karanlık bir köşede askerin korkunç silahları pas tutar”

Tibullus iki savaş arasında tutsak olmayan bir barış düşünüyor. Düşünürken de barış çağının nasıl oluşacağını söylüyor. Orak ve saban ile emeğe ve üretime değer verirsek barışı gerçekleştirebiliriz, diyor. Buraya nereden mi geldik? Robinson Crusoe’dan... Ne vardı orada? Savaş silahı olan kılıcın orak olarak kullanılması. Ondan önce de, Mustafa Kemal’in üreterek oynayan bir çocuk olduğundan bahsettik. Okuyalım bakalım Mustafa Kemal bu konuda ne diyor:

Özgür dünyayı korumalı

“Kılıçla toprak ele geçirenler, sabanla toprak ele geçirenlere yenilmekten, sonunda bulundukları yerleri bırakmaktan kurtulamazlar. Kılıç kullanan kol yorulur. Nihayet kılıcını kınına koyar ve belki kılıç o kında küflenmeye, paslanmaya mahkûm olur. Lakin saban kullanan kol gün geçtikçe daha ziyade kuvvetlenir ve daha çok kuvvetlendikçe daha çok toprağa sahip olur.”

Jean Jacques Rousseau ne diyordu? “Robinson Crusoe yalnızlık değildir, uygarlığın yeniden oluşturulmasıdır.” İki bin yıl önce yaşamış olan Tibullus adlı şair de aynı şeyi söylüyor: “Barış çağı üretim, emek ve çalışmak üzerine kurulmalıdır...” Ve Atatürk ne diyor?.. “Kılıç kullanan kol yorulur, saban kullanan, toprağı işleyen kol daha da güçlenir ve toprak elde eder.”

İşte bu nedenle emeği, tüketim değil üretim toplumu olabilmeyi ve çocukların hayatın ta kendisi olan o özgür dünyalarını korumalıyız. Çünkü ancak çocukların soru soran, özgür düşünen, üreten, merak dolu dünyalarını geleceğimize taşırsak, demokrasisi gelişmiş ve en “Büyük” değerinin “Millet Meclisi” olduğunu bilen bir “Türkiye”yi var edebiliriz.

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun.

 

 

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon