Gönlümde bir yerde; John Steinbeck! Feridun Andaç’ın yazısı...

İyi yazarlar size iyi zamanların güneşi, baharı, yazı gibidirler. Ama size kışı da, güz mevsiminin hazanını da gösterirler. Öyle ki, iyi yazarlar ömrünüzün dört mevsiminde de sizlerledir her daim. Zamanı geçmeyen yazarlar vardır, bir de zamanı gelen... Her daim okunanla, arada bir okunan demek istemiyorum... Her kuşağın bir biçimde okuduğu, beslendiği yazarlar... Soran, sorgulayan, düşünen, gören, hisseden okur olarak yazarak görmenin yolunu da açan bir yazardır Steinbeck. Bir yeri, o yerin insanını, doğasını anlatırken sizi insanlık meseleleriyle yüzleştirir.

Yayınlanma: 05.08.2021 - 00:03
Abone Ol google-news

FAULKNER, STEINBECK, HEMINGWAY, LONDON!

Bugün, ABD’de John Steinbeck ne kadar okunuyor / ilgi görüyor bilemiyorum ama 1950’lerin Türkiyesi’nde okurumuzun buluşup tanıştığı yazarımızın o günden beri sürekli okunduğunu söyleyebilirim.

Bunun nedeninin sosyolojik/kültürel çözümlemesini yapacak değilim ama bir şey var ki; Amerikan edebiyatının benim gözümde dört “as”ı (Faulkner, Steinbeck, Hemingway, London) okurumuzca kabul görmüş yazarlardır. Hayata ve insana dair anlattıklarıyla her dem etkileyici olmuşlardır.

Andığım yazarların her biriyle ilgili okuma yolculuğumu kitaplara sığdırabilirim. Yapıtlarıyla nerede/nasıl karşılaştığımı, bana ne/ler anlattıklarını, duygu/düşünce dünyamı nasıl etkileyip; “hadi sen de kendi hikâyelerini yaz” dediklerini uzun uzun anlatabilirim. Ve elbette ki ilkin Steinbeck’ten başlarım buna. Özellikle de Al Midilli ve Yukarı Mahalle anlatılarından.

On beş yaş Steinbeck’le karşılaşmak için iyi bir yaş. Öyle ki; ardından Jack London’a, Hemingway’e ve Faulkner’a çıkacak yolum.

KÜÇÜK İNSANLAR, BÜYÜK SÜRÜKLENİŞLER

İyi bir anlatıyı okur katında çekici kılan anlatılan hikâyenin yalınlığı, sahiciliğidir. Siz orada hem kendinizi bulursunuz, hem de başkalarını.

Dahası iyi bir anlatı sizi başka dünyalara taşır; gör(e)mediklerinizi görür, hissetmediklerinizi hisseder, düşünmediklerinizi düşündürür.

Al Midilli, Yukarı Mahalle, Fareler ve İnsanlar, İnci, Ay Battı, Kasımpatları, Sardalye Sokağı’ndan sonra Cennet Yolu’yla buluşmam iyiden iyiye beni Steinbeck’e bağladığı gibi, bir okuma adası kurmamın da önünü açtı. Gazap Üzümleri, Bitmeyen Kavga, Altın Kupa, Tatlı Perşembe, Steinbeck okuma yolculuğumun vazgeçilmez kitapları olmuştu.

Cennet Yolu elimden tutup beni dış dünyaya çıkarmış, çevremizdeki aile öykülerini görmeye/anlamaya yöneltmişti. Bir bakıma Steinbeck, sizi insana doğru yolculuğa gitmeye sürüklüyordu.

O, “küçük insan”ların dünyalarını anlatsa da; “büyük sürükleniş”lerin anlatıcısıydı.

Bitmeyen Kavga ile Gazap Üzümleri’ni okuduğumda iyiden iyiye toplumdaki çelişkilerin, toplum yaşamımızdaki iyilik ve kötülüklerin farkındaydım. Bu bilinci okuruna aşılayan bir yazara yolculuğunuz sizi ister istemez öyle bir yere taşır.

YAZARAK GÖRMENİN YOLUNU AÇAN BİR YAZAR

Soran, sorgulayan, düşünen, gören, hisseden okur olarak yazarak görmenin yolunu da açan bir yazardır Steinbeck.

Nice sonra mektuplarına, yazıya/hayata dair yazdıklarına kavuştuğumda; onun bir anlatıcı olarak portresi zihnimde tamamlanıyordu. Hele o benzersiz anlatısı Köpeğim Charley ile Amerika Yollarında’yı okuduğumda; dönüp Anadolu’yu bir baştan gezerek yazmak duygusuna kapıldığımı söylemeliyim.

Steinbeck öyledir. Bir yeri, o yerin insanını, doğasını anlatırken sizi insanlık meseleleriyle yüzleştirir. Evet, onun anlatılarındaki zaman / mekân / insan yolculukları sizi kendine çeker; sarsalar, sorar, sordurtur da. Sonra, kendinize dert edinirsiniz birçok şeyi de…

Bize anlattığı 1930’ların Amerikası, onun vazgeçilmez anlatı yurdu Salinas Vadisi ve oranın insanları, hayata / insanlığa dair ne çok öyküler taşıdılar bize.

Kendisi de, yıllar sonra, o geçen zamanda anlattığı yerleri/insanları hatırlayarak; “bu devasa ülkeye tekrar bir bakmaya ve onu tekrar keşfetmeye karar verdim”, diyerek yola düşer...

KENDİNİ ÜÇ KİŞİYE BÖLDÜ!

İşte John Steinbeck böylesi bir yazar; yaşadığını, gördüğünü, hissettiğini yazan, anlatan. Kurduğu dünya insanlığa, onun yaşadığı zamana dönük bir dünyadır. Yazmayı, yazma uğraşını öncelemesi de bundandır.

Bakan, gören, yansıtan, sorgulayan olması da onun anlatılarını her dem okunur kılıyor. Bu yanını da şöyle açıklar kendisi:

“Kendimi üç kişiye böldüm. Neye benzediklerini bilmiyorum. Biri akıl yürütüyor, biri eleştiriyor ve üçüncüsü bu ikisi arasında bağlantı kurmaya çalışıyor. Bu genellikle kavgaya dönüşür ama bütün bir haftanın işi de bu kavgadan çıkar. Ve bu da kafamda diyalog biçiminde sürer. Garip bir deneyimdir bu. Bu tür koşullar altında bu durum şizofreni belirtisi olabilir ama bir çalışma tekniği olarak hiç de kötü olduğunu sanmıyorum.”

Steinbeck bize yerlisi olduğu bir dünyadan söz eder. Bugün dört kitabının (Al Midilli, Bitmeyen Kavga, Cennetin Doğusu, Gazap Üzümleri) yeni basımını önüme alıp (*) gözden geçirdiğimde, bende derin izler bırakan, o günlerde Vahdet Gültekin çevirisiyle Cennet Yolu adıyla (Güven Yayınevi, 1959, 462 s.) okuduğum Cennetin Doğusu’nu Roza Hakmen’in çevirisiyle okumaya yöneliyorum o günkü heyecanla.

Benim gözümde Steinbeck’in bu romanı epik bir anlatıdır. İnsanlığın yirminci yüzyılına bir kayıttır. Habil ile Kabil’in süren öyküsüdür dillendirilen.

Salinas Vadisi’nde geçen bu öykü yalnızca Hamiltonların değil, biraz da bizim öykümüzdür. Belki de ondandır Steinbeck’in gönlümüzde bu denli yer etmesi!

(*) John Steinbeck’in bütün eserleri İletişim Yayınları’nca yeniden yayımlanmaya başladı.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler