Huzursuz öyküler...
Jean Stafford’ın iki cilt olarak yayımlanan Toplu Öyküler’inde (DeliDolu Yayınları / Çev.: Gökçe Yavaş), okuru afallatacak öykülerinin hepsi aynı tuhaf hissi taşıyor: Hepsi karanlık ve alaycı, hepsinde hüzünlü ve iğneleyici bir biçem var. Kişileri, aileleri, insan davranışlarının o komik ve acınası yanlarını çıplak bir halde okura sunuyor. Sıradan anlarda hissedilebilen o şiddetli duygular ve kimsenin kaçamadığı yalnızlık her öyküde bir yerlere gizlenmiş sinsice bekliyor. Ortaya çıktıkları an ise o kadar içten ve yaşamın içinden görünüyorlar ki okura gülümsemekten başka çare kalmıyor.
Jean Stafford, 1940 ve 1950’lerde Amerikan edebiyat dünyasında hem öyküleri hem romanları hem de özel yaşamıyla adından çokça söz ettiren bir yazar. Döneminde büyük bir başarı yakalamış ve öyküleri birçok ünlü dergide yayımlanmış, bu öykülerin toplandığı kitabıyla da 1970’te Pulitzer Ödülü’ne değer görülmüş.
İki cilt olarak yayımlanan Toplu Öyküler’inde (DeliDolu Yayınları) Stafford için yaşanılan yer ve zaman önemli, öykülerini dört coğrafi başlık altında toplamış: Gurbetteki Masumlar; Bostonlılar ve Amerikan Sahnesinin Diğer Gösterileri; Kovboylar, Yerliler ve Sihirli Dağlar; Manhattan Adası.
Bu gruplamaları rastgele yaptığını söylüyor kitabın başında, ancak hepsi kendisinin dönem dönem yaşadığı yerler. Ve her ne kadar, “Bu öykülerdeki insanların çoğu da evlerinden uzakta ve evlerini ne kadar özleseler de bir daha geri dönmeyecekler,” dese ve yaşamı boyunca bir yerleri geri dönmemecesine ardında bıraksa da, yazdıklarıyla yaşadığı yerlere ve zamanlara ne kadar değer verdiğini gösteriyor.
YAŞAMINDAN İZLER
Özellikle bir yerin coğrafyasını anlattığından değil de kendi yaşamından biçerek oralı olmanın, o zamanda orada bulunmanın karakter üzerindeki etkisini yürekli bir biçimde yazıya dökmeyi başardığı için.
Üstelik deneyimlerinden faydalanmasına karşın hikâyeyi kişiselleştirmeden, kişisel tatminlerin peşinde koşmadan, hem çok içinden detaylar vererek hem de mesafeli durarak.
Bu durumda öyküleri coğrafyaya değil de o coğrafyanın yarattığı ruh hallerine göre ayırdığını da söyleyebiliriz.
Bu mekân farkını bu kadar hissettiren, öykünün okur üzerinde bıraktığı etki ve tabii ki karakterler. Stafford’ın en güçlü yanı karakterleri, o kadar ki hikâyeden çok karakterler akılda kalıyor çoğu zaman.
Bazıları gerçekten sevimsiz ve sefil, buna karşın yazar, aslında herkesin özünde taşıdığı çirkin duygularını öyle güzel ortaya seriyor ki karakterlerin duygusal yoksunluklarını tatmin etme çabaları merak ve heyecan yaratıyor.
ALAYCI MASUMİYET, EMİN İYİMSERLİK!
Aklıma gelen ilk örnek ilk ciltteki “Kanayan Kalpler” öyküsünden: Hikâyenin başkahramanı aslında Rose. Çok yalnız ve annesine bakmakla yükümlü olan Bay Benson, Rose’un, her daim boynuna taktığı sarı fularıyla çok kültürlü ve havalı bulduğu, babası olmasını düşlediği biri.
Tabii Bay Benson düşlediğinden çok farklı çıkıyor: “‘Beni baban gibi düşün,’ dedi. ‘Aslında, neden bana öyle demiyorsun? Yani ‘baba’ deme de daha samimi bir şey de, ‘babacık’ mesela?’ Şu an bunların gerçekten yaşanıyor olması mümkün değil, diye düşündü Rose.” (s.232)
Bay Benson öykü boyu iticiliğini koruyan biri, ancak Stafford ona karşı son ana kadar öylesine acıtan ve dürüstlüğüyle güldüren bir tavır takınıyor ki günün sonunda hikâye Rose’un bakış açısıyla anlatılmasına karşın Bay Benson’ın hikâyesi haline geliyor. Tüm dikkat onun üzerinde toplanıyor, okura görülmek, duyulmak, sevilmek isteyen ama sevmenin pek de mümkün olmadığı Benson’ı anlatıyor.
KESİN FİKİRLİ ÇOCUKLAR!
Bazı karakterleri de Bay Benson’ın aksine alaycı bir masumiyet, yaşama karşı umut denemeyecek kadar kendinden emin bir iyimserlik taşıyor. Bu karakterlerinin çoğu çocuk, zaten Stafford’ın bahşettiği o özellikler ancak bir çocuk bünyesinde barınabilir gibi.
Yetişkin karakterler ne kadar kararsız, kim olduğu konusunda ne kadar karmaşıksa çocuklar ne istediklerinden, yaşamın ne olduğundan o kadar eminler, sorunlarla detayına girmeden başa çıkıyorlar.
Ama hikâyeleri karamsarlık, alaycılık açısından yetişkin hikâyelerinden geri kalmadığı için tüm bu kendi halindelikleri içinde yine kendi yaşamlarının acımasızlığıyla yüzleşmek durumunda kalıyorlar.
Öykülerin aşırı duygusal bir yanı yok, sadece ilginç çocuklar, kesin fikirleri olan çocuklar. Jean Stafford da belli ki bu çocuklardanmış! Kovboylar, Yerliler ve Sihirli Dağlar bölümündeki öykülerin çoğunda, başkahraman bir çocuk. Stafford çocukluğunu bu coğrafyada geçirmiş ve bir kez daha yaşadıklarını öyküsüne taşımış.
MERHAMETLİ VE TİYE ALAN ÖYKÜLER
Yine de çocuk olmayı bu kadar detaylı hatırlaması şaşırtıcı ve etkileyici. Kendisini, izlenim ve deneyimlerini işlemek ve yazıya dökmek açısından yavaş bir insan olarak tanımlamış.
Ancak üzerinden en uzun zaman geçen dönem olduğundan herhalde, çocukları dahil ettiği öyküleri en olgun, en içten olanlar. Hem masum hem merhametli hem tiye alan bir halleri var.
“Şehirdeki En Sağlıklı Kız”, “Kötü Bir Karakter”, “Bir Okuma Sorunu” karanlığa büyük bir tasasızlıkla bakan öyküler.
BAŞKAHRAMANLARI GENELDE KADIN
Stafford’ın başkahramanları genelde kadın. Özellikle feminizm savunucusu bir yazar olarak öne çıkmıyor, ancak kadın bakış açısını, kadınların maruz kaldıkları davranışları, ilişkileri hem karamsar hem muzip bir dille çok gerçek anlardan yola çıkarak anlatmış.
Döneminde özel hayatıyla da gündeme gelmesinin nedeni Amerika’da kendisinden daha çok tanınan şair Robert Lowell’la yaptığı evlilik. Çalkantılı, karşılıklı ruhsal işkencelerle sürdürdükleri bu ilişki eserlerine de yansımış.
“Şair Akını” öyküsü, Joyce Carol Oates’un kitabın Sonsöz’ünde yazdığı üzere, “can acıtacak kadar alaycı, özenle gizlenmiş bir anı niteliğinde”. (s. 279)
Şair kocasının gölgesinde kalan, hep onun ihtiyaçlarına ve kaprislerine göre yaşamını şekillendiren, kendini alkole veren ve sonunda aslında kendisine muhtaç olan bu eş tarafından aldatılan Cora Savage kahramanımız.
Manhattan Adası bölümündeki bu öyküyü tarafsızca ve öfkelenmeden okumak çok zor. Hele ki Stafford, Cora Savage hakkındaki diğer öyküsünü, çocukluğun ağır bastığı öykülerle aynı bölüme koymuşken. Cora orada çok daha güçlü ve bağımsızken.
Böyle olunca kadınlara zorla dayatılan rollere o zamandan karşı çıkan Stafford şimdi doğsa neler yazardı, neleri savunurdu, çok daha farklı bir yaşamı mı seçerdi merak etmemek imkânsız.
Stafford’ın öyküleri Toplu Öyküler 1 ve Toplu Öyküler 2; kişileri, aileleri, insan davranışlarının o komik ve acınası yanlarını çıplak bir halde okura sunuyor.
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Esad'a ikinci darbe
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- 6 asker şehit olmuştu
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi