Huzursuzluğun hikâyesi

Raymond Carver, “Azgın Mevsimler” adını taşıyan kitabındaki öykülerin tamamında ikili ilişkiler üzerine gidiyor. Carver'ın yakından baktığı yer kadın ve erkeğin aşama kat etmiş birliktelikleri. Elinde bir büyüteçle üzerine eğilmiş, çiftlerin neyin peşinde olduklarını anlamaya çalışıyor yazar.

Huzursuzluğun hikâyesi
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 18.04.2016 - 13:41

Raymond Carver'ın öykülerini okuduğumda ilk sorduğum soru şu oluyor: Burada anlatılmaya değer olan ne? Bunu hemen görmekte zorlanıyorum. Carver, burada ne bulmuş ve neden bu ânı kendisinden ayırdedilemeyecek binlercesinden ayırmış? Birçok metinde bu sorunun yanıtı apaçıkken Carver öykülerinde görüş mesafesi alabildiğine kısalmış, öykünün sonuna geldiğinde okurun netlik ayarı çoktan feci şekilde bozulmuş oluyor.

Yıllar önce elime aldığım Aşktan Sözettiğimizde Sözünü Ettiklerimiz'den beri Raymond Carver öykülerini bir tür rahatsızlık içerisinde okuyorum. Sade, dingin bu metinlerin nasıl olup da bu derece rahatsızlık yaratabildiğini bütün bütüne çözebilmiş değilim -ama hiçbir fikrim olmadığını da söyleyemem!

GERİLMİŞ BİR YUMRUK GİBİ

Amerikan sanatını ikiye mi ayırmalıyız: Onun pek patırtılı siyasi örgütünün pekiştiricisi olarak bestseller edebiyatını ve tabii Hollywood sinemasını bir yana, bağımsız sinemasını ve diğer edebiyatını öte tarafa yazmak durumundayız. Carver öte tarafta yazanlardan -öte Amerika’nın yazarı. Hegemonya derdinde değil, ruhumuza korku salmanın, irademizi manipüle edip kararlarımızı yönlendirmenin peşine düşmüyor. Dahası bizimle hiçbir sorunu yok, bize bir şey göstermeye bile çalışmıyor.

Böyle bir yazarlık, minimalist dendiğinde amaçlanan bu, anlamın önündeki engelleri kaldırıp atmayı deniyor. Kısa yazıyor evet, fakat bu kısalık sayfa sayısıyla doğrudan ilgili değil –fazladan tek bir sözcüğün kullanılmadığını ve hikâyenin gereksinmediği tek bir detayın yazılmadığını görüyoruz, buna kısa değil de sıkı yazıyor demeliyiz belki de. Gerilmiş bir yumruk kadar sıkı ve net öyküler.

Sözcüklerin özenle seçilmiş olması, küçük bir sahneye ve genel bir ruh haline odaklanması onu, pek de sevmediği nitelemeyle “minimal” öykücü yapıyor belki. Soru da burada beliriyor ama, ekonomik sözcük kullanımı, aksiyon içermeyen olay örgüsü, sıradan sayılabilecek ayrıntılar -bir metnin içine girmeyi zorlaştıran tüm unsurlar bir araya gelmişken Carver öykülerinde okuru kan ter içerisinde bırakan nedir? Yazarın yaklaşımı itibariyle ona istemese de minimalist diyebiliriz tabii, fakat ölçüsüz büyüklükte duyguları/sırları ortaya çıkardığını da hesaba katalım -aksiyon öykü bittiğinde başlıyor çoğu kez!

Bir rehber yazı yazmak peşinde değilim, bazı öykülerden yüksek sesle konuşalım istiyorum hepsi bu. Yine de kitaba adını veren öykü Azgın Mevsimler'in kitabın önünde aşılması güç bir duvar gibi durduğunu, bir kaç kez okumakla ancak hazmedilebildiğini söylemeliyim. Yazarın diğer öykülerinden farklı bir kurguya sahip, nispeten sert ve uzun bir öykü bu, on sekiz sayfa. Takip eden öykülerin Raymond Carver evrenini daha iyi yansıttığını düşünüyorum.

Kitap, Carver'ın tamamlanmamış romanından kısa bir bölümü de içeriyor, Augustine Defterleri'ni. Bu kısa pasaj da dahil öykülerin tamamında ikili ilişkiler, daha net söylersek evli ya da değil, çiftler var. Carver'ın yakından baktığı yer kadın ve erkeğin aşama kat etmiş birliktelikleri. Elinde bir büyüteçle üzerine eğilmiş, çiftlerin neyin peşinde olduklarını anlamaya çalışıyor. Aslında yakından ve gayet net gördüğü bu hayatların nasıl olup da normalleşebildiğini çözmeye çalışıyor. Çoğunun “E ne var bunda” diyeceği durumları neredeyse aynı noktadan bir sükûnetle anlatıyor/gösteriyor Carver. Sorunsa şu: Kendisinin cinnet gördüğü ilişkide çoğu insan nasıl olup da alışkanlıklar, normallikler görebiliyor. Hikâyeden kalan tortuyu, kanıksanmış cinnet, diye tanımlayabiliriz herhalde.

Bir Raymond Carver öyküsünü sevmek her zaman risklidir. Öykünün gösterdiği ruh halinin etki alanı içinde olup olmadığınızı da bir düşünmeniz gerekir. Çünkü Carver bize başkalarının çıkışsızlıklarına üzülelim diye anlatmaz hikâyesini, bir noktada anlattığı kısırdöngünün odağında kendinizi de buluverirsiniz. Zamana yayılan ağır bir huzursuzluk yaratır, daha doğrusu var olan bir huzursuzluğun ayırdına varmanızı sağlar. O andan sonra bu tatsız duyguyla idare etmeniz gerekir. Kısacası insanın canını bir kerede almaz Carver öyküleri.

BASİT BİR HAYRET...

Büyük bir gürültüyle ilerleyen, tozu dumana katan metinler bizi bir şeylerden kaçırıyor. Zamanı yavaşlatan, acelesi olmayan öykülerdeyse olup biteni bütün ağırlığınca idrak etme fırsatı buluyoruz. Bu elbette hırpalayan bir deneyim, fakat iyi eserin dönüştürücü gücü de böyle beliriyor. Kitapta beni en çok içine çeken öykü “Ne Görmek İsterdiniz” adlı öykü oldu. Onda örneğin şöyle bir cümle var, oturdukları evde son akşamlarını geçiren bir çiftin hüznünü anlatıyor, yazıyorum: “Bu, oturma odasında oturup havanın kararmasını son seyredişimiz. Bunu unutmak istemiyorum. Birkaç dakikamız olmasına sevindim.”

Öykü okura o birkaç dakikayı veriyor, yalnızca karakterlerine değil okura da havanın kararmasını seyrederken geride bıraktığı akşamlarını düşündürüyor. Altı çizilecek tek bir cümle yazmayan Raymond Carver böylece bizi cümlelerin dar alanından da kurtarmış oluyor, ufka bakmamızı sağlıyor. Yazmak üzerine düşüncelerini açıkladığı metninde* bu durumu şöyle izah ediyor: “Yazarların ne hilelere ne de üçkağıtlara ihtiyaçları vardır, ne de en akıllı insanlar olmaları gerekir. Budalaca görünmek pahasına bile olsa, bir yazarın bazı zamanlar şuna ya da buna -bir gün batımına ya da bir ayakkabıya- tam anlamıyla basit bir hayretle bakabilmeye ihtiyacı vardır.”

“Bana İhtiyacın Olursa Ara”, kitabın son öyküsü. İlişkilerinin son demlerini süren bir çiftin, çocuklarını büyükannenin yanına gönderip kendilerine odaklanmalarını anlatıyor. Bir ev kiralıyorlar. Bahçesinde ansızın atlar beliren bir ev. Ayrılığın eşiğindeki çiftin yeniden yakınlaşmasında bu atlar vesile oluyor. Fakat Raymond Carver gerçekliği, şiirsel anlara feda etmez. Çiftin ilikşkisini hayata döndürmeye atların estetik varlığı da fayda etmiyor. Karı kocanın birbirlerinde tek gördükleri, kabul edilebilir düzeyde bir kederin içinde debelenip durdukları. Daha hazini bir dokunan çıkmazsa ömürlerinin sonuna dek böyle devam edebilirler. Tabii bir dokunan çıkıyor, her ikisi de başkalarıyla gönül ilişkisi yaşıyor. Yargılamayan, saf bir bakışla kavramları etkisizleştiriyor böylece Carver. İhanet mesela, insanı kederinden çekip kurtaran eyleme dönüşüyor. Israr edilen beraberlikse insanın kendi varlığına ettiği ihanete. Nihayet, iyi günde kötü günde değil, bana ihtiyacın olursa ara, eşlerin birbirlerine tek söyleyebildikleri bu oluyor.

* http://kestanedebiyat.blogspot.com.tr/2013/08/raymond-carver-yazmak-ustune-on-writing.html

Azgın Mevsimler / Raymond Carver / Çeviren: Ayça Sabuncuoğlu / Can Yayınları / 142 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler