İnsanlık dünyayı korumak için terk edebilir

Bilim insanları tarafından oluşturulan kimi senaryolar iklim değişikliğinin ciddi su sıkıntısına yol açacağını, kıyı bölgelerinin sular altında kalacağını ve dünyanın her yöresinde kıtlık baş göstereceğini öne sürüyor.

İnsanlık dünyayı korumak için terk edebilir
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 24.10.2020 - 09:04

Yaklaşık iki milyar yıl sonra güneş büyüyerek okyanuslarımızı buharlaştıracak, böylece kainattaki biricik evimizden olacağız. Tabii ki o gün gelmeden önce, milyarlarca yıldır Samanyolu’yla çarpışmak üzere olan Andromeda Galaksisi’ne kurban gitmemişsek. Dahası, bu süre içinde her 300 bin yılda bir gerçekleşen bir olay gerçekleşebilir ve yörünge yolumuza doğru olanca hızıyla ilerleyen bin 600 kilometre çaplı asteroidlerden en aşağı üç tanesi gezegenimize çarpabilir.

Hatta daha 1989 yılında bu sözünü ettiklerimizden çok daha küçük olan, ancak çarpmasıyla bin nüklee bomba tesiri yaratabilecek bir asteroid dünyamızın yörüngesinden geçmiş, bizi altı saat farkla ıskalamıştı.

İnsanlığı ortadan kaldırabilecek bir düzine farklı tehdidi yüzlerce araştırmacısıyla inceleyen Lifeboat Vakfı, bu 300 binde bir felaket ihtimalini Rus ruletine benzetiyor: “Eğer o tetiği yeteri kadar çekersek eninde sonunda kafamızı uçuracağız. Üstelik bunun yarın olmayacağının garantisi yok.”

Bizi dünya dışında yaşama fikrine sevk eden tehditlerin birçoğu yine insan yapımı ve çok da uzak geleceğe ait değil. Her yıl tükettiklerimiz, gezegenimizin sağlayabildiğinin zaten çok üstünde.

Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) 2030 yılına gelindiğinde her yıl iki gezegenlik doğal kaynak tüketeceğimizi tahmin ediyor.

Uluslararası bir yardım örgütü olan Salgın ve Felaket Araştırma Merkezi, son on yılda gerçekleşen kuraklık, deprem, aşırı yağmur ve sel felaketlerinin 1980’lere kıyasla üç kat, bu bilgilerin kayıt altına alınmaya başladığı tarih olan 1901’e kıyasla 54 kat arttığını rapor ediyor.

Kimi senaryolar iklim değişikliğinin ciddi su sıkıntısına yol açacağını, kıyı bölgelerinin sular altında kalacağını ve dünyanın her yöresinde kıtlık başgöstereceğini öne sürüyor. Dahası, dünyada hayatı sona erdiren şey ölümcül patojenler, nükleer savaş ya da Lifeboat Vakfı’nın dediği gibi, “gücü giderek artan teknolojilerin yanlış kullanımı” da olabilir. 

İnsanoğlunun gezegen için oluşturduğu risk düşünülürse, ilerde belki de dünyayı sırf onu korumak için terk etmek zorunda kalabiliriz. Dünya, ara sıra ziyaret ettiğimiz bir tür doğal müzeye dönüşebilir. Karşımıza dikilen tehditlerin hiçbiri de uzak ihtimaller değil.

İklim değişikliği daha şimdiden hayatımızı etkisi altına alıyor ve gezegenimizin daha önce en azından bir kez asteroid çarpması sonucunda türlerin kitlesel ölümüyle yüzleştiğini biliyoruz.

Savunma sanayisinin önemli şirketlerinden General Dynamics’in İleri Bilgi Sistemleri bölümünde bir araştırmacı mühendis olan Tihamer Toth-Fejel, “Dinozorların soyu tükendi çünkü uzaya açılacak bir uygarlık kuraca kadar zeki değillerdi” diyor.

TothFejel aynı zamanda Lifeboat Vakfı’nın uzaya yerleşim komisyonunun 85 üyesinden biri. “Şimdiye kadar dinozorlardan çok da farklı bir şey yapmadık” diye de ekliyor.

New York Üniversitesi’nden kimyager Robert Shapiro’nun başlattığı bir proje olan “Uygarlığı Kurtarma Birliği” ise bu felaketlerin kaçınılmazlığının şu anlama geldiğini söylüyor:

"Uygarlığımızın bir kopyasını hazırlamalı, zarar görmeyeceği bir yere, uzaya taşımalıyız. Bir başka deyişle, geleneklerimizi ve kültürel başarılarımızı yedeklemeliyiz. 2005’te, o zamanın NASA yöneticisi olan Michael Griffin, ulusal uzay programının amaçlarını benzer bir şekilde sıralamıştı. “Eğer biz insanlar yüz binlerce ya da milyonlarca yıl yaşamak istiyorsak er ya da geç diğer gezegenlere yerleşmeliyiz” demişti. “Ne zaman olacağını bilemem ama bir gün, dünya dışında yaşayan insanların sayısı dünyada kalanlarınkini aşacak.”

NEREYE?

Seçenek çok. 12 binden fazla üyesi bulunan Ulusal Uzay Topluluğu kendini uzayda yerleşimler kurmaya adamış ve ilk önce yaşamı destekleyecek kaynaklara sahip bir gezegene gideceğimizi düşünüyor.

2000 yılında 200 milyon dolarlık bir araştırmanın ardından NASA, DNA’mıza zarar vererek kansere yol açan kesintisiz yüksek enerjili kozmik radyasyon bombardımanından korunmak için ay yüzeyinin birkaç metre altında bir koloni kurulabileceği ya da mevcut bir kraterin içinde yaşanabileceği görüşünde.

NASA’nın araştırmasında kolonide bir nükleer santralin ve güneş panellerinin yanı sıra, ay yüzeyinden karbon, silikon, alüminyum ve gerekli materyalleri çıkarmak için türlü yöntemlerin de adı geçiyor.

Ulusal Uzay Topluluğu 2008 tarihli “Uzayda Yerleşimin Yol Haritası” adlı raporda ayın en mantıklı durak olduğunu, burada bulunan buzun hayatın devamlılığını sağlayabileceğini, kalıcı uzay üslerinin, otellerin ve hatta kumarhanelerin açılabileceğini söylüyor.

Uzayda yerleşimi savunan bazılarıysa ayı tamamen atlamamızı öneriyorlar. Bizim ayımız daha yakın olsa da, oraya gitmiş de olsak, Jüpiter’in, Satürn’ün, Uranüs’ün ve Neptün’ün aylarında daha fazla su, karbon ve azot bulunduğuna inanılıyor.

Bununla beraber güneş sistemimizde dünyaya en çok benzeyen yer Mars. “Mars ile ay arasındaki fark, deniz keşiflerinin yapılmasından önce Kuzey Amerika’yla Grönland arasındaki farka benziyor” diyor Robert Zubrin.

Zubrin, kızıl gezegene keşif seferleri düzenlenmesini ve oraya yerleşilmesini savunan Mars Topluluğu’nun başkanı. Ay’ın aksine Mars’ın insanları kozmik ışınlardan nispeten koruyabilecek bir atmosferi ve dünyanınkinin yüzde 40’ı kadar da olsa yerçekimi var. 

NE ZAMAN?

Er ya da geç uzayda yaşayacağımızdan neredeyse adı gibi emin olan araştırmacılar, mühendisler ve astronomlar, bu hamleyi varoluşsal bir zorunluluk ve doğal insan gelişimin bir parçası olarak görenler, esnek bir zaman anlayışına sahipler.

Sürünerek sudan karaya çıkan ve evrimleşen, yeni dünyalara yelken açan bizler, nasıl olur da ileride bir gün Titan’daki kolonilerde ya da derin uzayı arşınlayan yıldız gemilerinde yaşamayı düşleyemeyiz?

Bu gezegenden ayrılmamız ne kadar sürerse sürsün, bunu kim başarırsa başarsın, sırf bu çaba bile dünyadaki insanlara sayısız fayda sağlayacak.

Kapalı döngüye sahip sürdürülebilir habitatlar tasarlamak açları doyurabilir. Gelişmiş itki yöntemleri dünyadaki taşımacılıkta çığır açabilir ve fosil yakıtlarına bağımlılığımızı ortadan kaldırabilir.

Asteroidleri daha iyi anlamak değerli madenler elde etmemizi ya da bir gün üstümüze gelen bir asteroidin yörüngesini değiştirmemizi sağlayabilir. Tau Zero’dan Marc Millis, uzayı kolonileştirmenin “hayatta kalmakla değil, başarmakla” ilgili olduğunu söylüyor ve hala serüvenler olduğunu ve halkın iyiliği için cesurca şeyler yapılabileceğini ekliyor.

Millis için, insanları buna iten sorular basit: “Gelecekte, yaşaması heyecan verici bir dünya için ne yapabiliriz? Sabah uyandığınızda yaşadığınıza ve insan olduğunuza şükredeceğiniz bir hayat için.”

Popular Science


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon