İsrail solunun çöküşü

Başbakan Netanyahu için sol, Filistin halkının hakları olduğu fikrini kabul ettiğinden, her zaman iç düşman olacaktı. Netanyahu kitabında bunun “Yüzyılın başında Doğu Avrupa’da başlayan hastalığın belirtileri olduğunu” savunuyor. “20. yüzyılın başından itibaren tüm Yahudi, sosyalist, komünist ve solcu hareketleri etkisi altına alan Marksizm virüsünden” söz ediyor...

Yayınlanma: 13.05.2021 - 12:28
İsrail solunun çöküşü
Abone Ol google-news

Ceharles Enderlın - Çeviri: Sedef Atam

Uzun yıllar azınlıkta olan Likud Partisi zaman içerisinde kendisini İsrail’in birinci gücü olarak dayatmayı başardı. Bu yükselişte yöneticilerinin büyük payı var. Seçimlerde sola karşı ilk galibiyeti alan Menahem Begin, bir terör örgütü eski lideri İzak Şamir ya da mevcut Başbakan Binyamin Netanyahu, hepsi Filistin topraklarının kolonileşmesini pekiştirmek için çalıştı.

LİKUD’UN İLK ZAFERİ

17 Mayıs 1977 tarihinde İşçi Partisi seçimleri kaybetti ve İsrail devletinin kuruluşundan bu yana ilk kez iktidar muhalefetteki sağcılara geçti. Likud işe koyuldu. Yeni Başbakan Menahem Begin, Filistin topraklarının işgal edilmesi taraftarıydı. Batı Şeria’nın kolonileşmesini geliştirmek isteyen dini Siyonist örgüt Gush Emunim’in (İnanç Bloku) sadık destekçisiydi. Kol İsrael (İsrail’in Sesi) radyo kanalı için (1) bu yepyeni bir kelime kullanma anlamına geliyordu. Artık Batı Şeria değil YahudiyeSamarya denmeliydi. “Koloni” ifadesi ilkesel olarak yasaklandı. “Yerleşim yerlerinden” ziyade mümkün olduğunca Yahudi “yerlerinden” söz etmeliydik.

Şu an için bu hâlâ isteğe bağlı. Ben “tavsiye” edilen bu kelimeleri her zaman kullanmıyorum, zira bu kelimeler bana göre Filistin topraklarının işgali gerçeğini örtmeye yetmiyor.

Bu koşullarda, benim yorum ve röportajlarım çok sayıda Fransız kökenli İsraillinin hoşuna gitmeyebiliyordu. Mesela Profesör Andre Neher’in. Fransız Yahudiliğinin önemli isimlerinden olan, yakın zamanda Kudüs’e göç etmiş olan Neher, benim yorumlarımı kabul edilmez buluyordu. Haziran 1967’deki Altı Gün savaşı sonrası Neher’in ileri sürmüş olduğu “İsrail’e yönelik eleştiri hakkını savunan ve bunu yaparken tehlikeli ve ölümcül bir mekanizmaya dahil olduklarının farkında olmayan katı solcu kuramcılara ve diyasporanın aydın Yahudilerine” yönelik uyarılarını ben çok sonra keşfedecektim. Uyarılar şu sözlerle devam ediyordu: “Ne şekilde olursa olsun İsrail’e karşı olmak, tam da bu noktada gerçekten İsrail’e karşı olmak, İsrail’in suçlanmasına katkı sağlamak demektir ve bunun genele etkisi hiçbir şekilde öngörülebilir değildir. Dolayısıyla bu eleştiriler saf mantık çerçevesinde zararlı”dır. (2)

Neher, daha o zamandan İsrail basınındaki işgale direnişe yönelik baskı haberlerinden ve Altı Gün savaşı sonrasında Filistin topraklarındaki kolonileşmenin başlangıcıyla ilgili haberlerden hoşlanmıyordu. Yahudi sağı olarak tanımlanan kesim için medya kendine sansür uygulamalıydı ve sahada olanları göstermemeliydi. Neher ve dostları, Begin ve Ariel Şaron’un uygulamak istedikleri kolonileşmeye yönelik tüm eleştirilerle mücadele ediyorlardı.

BEGİN VE MISIR’LA BARIŞ

Birkaç ay sonra, Yakındoğu büyük bir olayla sarsıldı. Bu olay İsraillilerin, Arap dünyası ile barışın gerçekleşmez bir rüya olduğuna dair kolektif bilincine yerleşmiş vizyonu altüst etti. 9 Kasım 1977 tarihinde, Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat, parlamentoda yaptığı bir konuşmada “tek bir Mısırlı askerin ya da subayın ölmesine son verecekse” Kudüs’e Knesset’e (İsrail Meclisi) gitmeye hazır olduğunu duyurdu. Bu, Kol İsrael kanalı gazetecileri için son derece uygunsuz bir durumdu. Kudüs’te bir “reis”? Begin aynı akşam Enver Sedat’a onu ağırlamaya hazır olduğunu bildirdi. Düşman liderler arasındaki bu yakınlaşma birkaç gün devam etti. Yazıişlerinde ise bu daha çok önemli bir halkla ilişkiler uygulaması olarak değerlendirildi ve şaka gibi kabul edilen haberi bir diğeri takip etti: “Sedat, Yad Vashem’e gidecek!” (3) Bu haber ise adeta gerçek dışıydı. Zira daha birkaç hafta öncesinde “reis”, topraklarını yani Sina’yı geri almak için bir milyon askerini feda etmeye hazır olduğunu duyurmuştu. 18 Kasım 1977 tarihinde, sabahın son saatlerinde Kahire’den gelecek hazırlık komitesinin gelişini haber yapmak üzere BenGouron Havalimanı’ndaydım. Ve tarihte ilk kez o gün resmi Mısır uçağı İsrail’e iniş yaptı. Bu ziyaretin gerçekleştirileceği anlamına geliyordu. İki gün sonra, Knesset’te kürsüden konuşma yapan Sedat, “Barış, başkasının topraklarının işgali ile değil ancak adalet üzerine kurulursa var olabilir” açıklamasını yaptı ve konuşmasında “Doğu Kudüs dahil olmak üzere Arap topraklarından tamamen çekilinmesi ve Filistin devletinin kurulması gerekliliğinin” altını çizdi.

17 Eylül 1978 tarihinde, Begin ve Sedat, ABD Başkanı James Carter önderliğinde Camp David anlaşmalarına törenle imza attılar. Mısır, Sina’nın tamamını (4) alacak İsrail ile tam kapsamlı bir barış antlaşması imzalayacaktı. “Ortadoğu’da Barış için Çerçeve Anlaşması” olarak adlandırılan bu metinlere bakmak gerekiyor. Bu metinlerde yer alan ve uzun yıllar Begin’in sorumlu tutulmasına neden olacak bir cümle, o zaman İsrail sağını adeta yerinden zıplattı. Metinde “Filistinliler kendi geleceklerini kendileri belirleyecektir” ifadesi yer alıyordu. Nasıl olacaktı bu? Birincisi, beş yıllık bir geçiş süreci olacak ve bu sürecin başında “Gazze Şeridi ve Ürdün Nehri’nin batı yakasındaki halk, kendilerini yönetecek, İsrail ve bölge güvenliğini tesis etme görevine sahip yerel polis gücünü kuracak bir özerk yönetimi seçecek”ti. Bu geçiş sürecinden üç yıl sonra Gazze Şeridi ve batı yakasının nihai statüsünü belirlemek ve İsrail ile Ürdün arasında temsilcilerin sürecin tamamına katılacakları bir barış antlaşması gerçekleştirmek üzere müzakerelere başlanması öngörülüyordu.

İsraillilerin tepkisini çeken cümlenin devamı da var: “Müzakerelerden çıkacak sonuç, Filistin halkının meşru haklarını ve tam ihtiyaçlarını tanımalıdır.” Filistin özerkliğinin bu tanımı on beş yıl sonra gerçekleştirilecek Oslo anlaşmalarında neredeyse birebir olarak yer aldı...

Begin ve bakanı Şaron, Mısır artık planlarını engelleyemeyeceğinden Batı Şeria’da kolonileşme çalışmalarını başlattılar. 1977 yılında 20 bin olan yerleşimci sayısı on yıl içinde 70 bine çıktı. Begin’in kabinesinde dışişleri bakanı olarak görev yapmak üzere İşçi Partisi’nden ayrılan Moşe Dayan, Ekim 1979’da istifa etti. Moşe Dayan, Likud’un Filistinliler ile barış sürecini takip ettirmek istemediğini anlamıştı... Savunma Bakanı Ezer Weizman da Dayan’dan birkaç ay sonra aynı sebepler ile istifasını verdi.

ŞAMİR GİZEMİ

1988 yılında İzak Şamir’in (5) biyografisini yazma kararı aldım. 1940’lı yıllarda Siyonist paramiliter grup Stern’in lideri olan, Mossad ajanı ve Enver Sedat’ın Kudüs ziyaretinde meclis başkanı, 1982 yılındaki Lübnan savaşı sırasında ise dışişleri bakanı olan ve Begin’den sonra Likud’un başına gelen ve iki kere başbakan (6) olan bu kişinin geçmişi hakkında çok az şey biliniyordu. O zamanlar çok sayıda İsrailli aydın bana, “Şamir! Pek de ilginç değil! Ancak bir kaya kadar vizyonu var” diyordu. Bir başka deyişle bana onun hakkında yazacak bir şey yok demeye çalışıyorlardı. Uzun yıllar sonra Mesihçi Hareket ve Binyamin Netanyahu ile ilgilenmeye başladığımda, İsrailli solcu aydınların aynı anlayış ve ilgi eksikliğini bu sefer iktidardaki sağın ideolojisine karşı sergilediklerini gözlemleyecektim.

Gerçekten de Şamir ne bir kitap yayımlamış ne de İsrail medyasına hayatından, kökenlerinden söz ettiği büyük röportajlar vermişti. Hakkında neredeyse hiç bilgi yoktu. Bu konuyu deşmeli ve hâlâ hayatta olan tanıklar bulmalıydım. Bu adamın oldukça etkili bir hayat hikâyesi olduğunu düşünüyordum. Bir siyaset bilimci, Şamir’i ulusalbolşevik olarak tanımlıyordu. Kökeni ile ilgili belirsiz kısımların hepsini deşmeyi başaramadığımı itiraf etmeliyim. Ailesi, Polonya’nın doğusunda kendisinin de dünyaya geldiği Rozno köyündeki komünist hücrenin üyeleriydi. Kızıl Ordu’nun 1939 yılında bölgeyi işgali sonrası, babası Şlomo Yzerniztky, Sovyet hiyerarşisi tarafından o dönemin stratejik kaynağı olan kürk, deri ve post ticaretinden sorumlu komiser olarak atandı.

İsrail’de tanıştığım Şamir’in iki çocukluk arkadaşı bana Şamir’in, revizyonist Siyonizm kurucusu Vladimir Zeev Jabotinsky’nin yazılarından ziyade Marx, Engels’in yazılarına daha aşina olduğunu anlattılar. Revizyonist Siyonizm hareketi, İsrail devletinin Ürdün nehrinin iki yakasında kurulmasını savunan ve dünya Siyonist örgütü kurumlarına muhalif olan antikomünist ve antisosyalist bir hareketti. Görüştüğüm diğer tüm kişiler ise revizyonist Siyonist gençlik hareketi Betar’a çok erken yaşta katıldığını anlatıyorlar. Babasının da bağlı olduğu Sovyetler’in onayı ile 1935 yılında Şamir, Filistin’e gitmiş miydi? Gerçekler nedir? 1944 yılında operasyonel lideri olduğu Siyonist paramiliter grup Stern’in Filistin, Çekoslovakya ve Bulgaristan’daki Komünist Parti ile ayrıcalıklı bağları vardı. Soruların cevapları belki de Moskova’da NKVD’nin arşivlerinde yer alıyordur. (7)

Stern grubunun eski üyelerinin yayımlanmış biyografilerini okuduğumda, 1960’lı yılların başına kadar bu üyelerden bazılarının terörizm yoluna girmiş olmakla övündüklerini gözlemledim. Bu kelime daha sonraki yayınlardan kaldırıldı, yazarları kendilerini “özgürlük savaşçıları” olarak tanıtmayı tercih ettiler. Tarihin yeniden yazıldığını düşünmeme sebep olan hissiyatım Tel Aviv’de Stern Müzesi arşivlerinde geçirdiğim zamanlarda arttı. Tanıklıklarını kaydetmek için saatler harcayan yaşlı birkaç kadın ve çok sayıda erkek görüyordum müzede. “Bildiklerini aktarmak için şimdi mi geliyorlar?” sorusuna verilen cevap, “Hayır tabii! Kayıtlarını yeniden yapıyorlar. Bugün artık anlatılamayacak şeyler var!” idi.

Gerold Frank’in The Deed kitabında yer alan Şamir’in bir alıntısına yer vermek isterim. 1942 yılının bir akşamında, Şamir yeni işe aldığı Eliahou Beit Tsouri ile söyleşmektedir.

Söyleşilerinden kısımlar:

Şamir: “Hedefimiz ne mi? Halkımızı yabancı işgalciden kurtarmak. Bu İngiltere’ye karşı savaşımız (İngiltere o dönem Filistin mandası, yazıişleri notu). (...) Küçük bir grup olacağız. Kalabalığa karşı azınlık. Kendi savaşımızda yalnız olacağız. Halkımız, onları eğitmeyi başarana dek bizi kovalayacak. (...) Gerilla savaşı yapacağız. Çünkü bu zayıfların güçlülere karşı tek silahı. Güçler dengesine ulaşmanın tek yolu bu...”

Beit Tsouri: “Ne tür operasyonlar yapabiliriz?” Şamir: “Bireysel terörizm. İşgalci idarenin başındaki kişilere karşı bireysel olarak yöneltilmiş terörist eylemler (...)”

Şamir’in emriyle, Eliahou Beit Tsouri ve Eliahou Hakim, 8 Şubat 1944 tarihinde Kahire’de İngiltere Sömürgeler Bakanı Lord Moyne’a suikast düzenlediler. Eylemlerinin ardından yakalandılar. Ölüme mahkum edilerek asıldılar.

NETANYAHU’NUN DÖNÜŞÜ

İsrail milletvekili seçimleri 10 Şubat 2009 tarihinde yapıldı. Tzipi Livni yönetimindeki Kadima Partisi, 28 milletvekili ile seçimleri kazandı. Likud’un eski milletvekili Livni, İsrail topraklarının barış karşılığında Filistinlilerle paylaşılması ilkesini kabul ederek 180 derecelik bir ideolojik dönüş yaptı. Bu dönüş aslında ailesinden aldığı sağcı eğitimin tam tersini yansıtıyordu. Baba Eitan Livni, Begin tarafından yönetilen ve 1948 yılında İsrail’in bağımsızlığına kadar İngilizlerle mücadele eden gizli örgüt İrgun’un operasyon lideri idi.

Devlet başkanı, Tzipi Livni’yi yeni koalisyon hükümetini kurmakla görevlendirdi. Önce seçimlerden 12 sandalyeyle büyük yenilgi alarak çıkan İşçi Partisi Başkanı Ehud Barak ile görüştü ama sonuç elde edemedi. İki ultra Ortodoks partinin yanı sıra doğu ultra Ortodoks partisi Şas da Livni’nin önerilerini geri çevirdi. Aslında Barak ve Şas Partisi Livni’nin ülkeyi yönetmesini istemiyorlardı. Barak ve Şas Partisi, Eski Başbakan Netanyahu ile gizli bir anlaşma yaptı. Netanyahu, Likud, dindar Siyonistler, ultra Ortodokslar, Şas ve İşçi partileri ile bir araya gelerek 74 milletvekili ile mecliste koalisyon oluşturdu. Ehud Barak savunma bakanlığını muhafaza etti.

Böylece Netanyahu iktidara gelmiş oldu. Netanyahu’nun kitabını yeniden hem İngilizce hem de İbranice okuyorum. O zamanlar, Likud’un seçim öncesi kampanya döneminde yaptığı açıklamalarına bakıldığında, Netanyahu’nun A Place Among the Nations (Uluslar arasında bir yer) olarak tanımladığı vizyonu değişmemiş ve Filistinlilere karşı en ufak taviz vermeye niyeti yok: “Arapların günlük yaşantısı sahadaki gerçeklere bakıldığında farklı olarak düşünülebilir. (...) Birkaç Arap ıssız bir tepeye yerleştiğinde tepenin genelini özerk ilan etmek için hiçbir neden yok. (...) Bir tek kent merkezleri özerk olacaktır. Toprakların geri kalan, nüfusu az olan kısmı bu düzenlemenin dışında bırakılacaktır.”

Başbakan için sol, Filistin halkının hakları olduğu fikrini kabul ettiğinden, her zaman iç düşman olacaktı. Netanyahu kitabında bunun yüzyılın başında Doğu Avrupa’da başlayan hastalığın belirtileri olduğuna değiniyor. Netanyahu, 20. yüzyılın başından itibaren tüm Yahudi, sosyalist, komünist ve solcu hareketleri etkisi altına alan Marksizm virüsünden söz ediyor.

Peki barış kampı Netanyahu’nun siyasetini yönlendiren ideolojiyi içeriyor mu? Sanmıyorum. Bunun cevabını Kudüs’te tarihçi ve akademisyen Zeev Sternhell’in davetinde aldım aslında. Bu davetin onur konuğu, Immanuel Kant’ın İbranice çevirisi yeni yayımlanan Saf Aklın Tenkidi kitabının çevirmeni Yirmiyahu Yovel idi. Etkinliğe, çoğu 1970’li yıllardaki Şimdi Barış hareketinin kurucusu olan saygıdeğer tarihçi, sosyolog, felsefeci gelmişti ve hiçbiri Binyamin Netanyahu’nun herhangi bir kitabını okumamıştı.

2012 yılında Sternhell’in yaptığı açıklama şöyleydi: “Solda, bütün bu olanların mantıken birbirini izleyeceğini anlamamıştık. Baruch Goldstein (1994 yılında El Halil’de 29 Filistinliyi katleden kişi) ve Yigal Amir (İzak Rabin’i 1995 yılında öldüren kişi), bu iki kişi, solun korkaklık ederek görmek istemediği son derece güçlü, büyük bir siyasi ideolojik akımı temsil ediyordu. Görmezden gelmek kolaydı. Bizleri etkileyenin kanser olduğunu çok iyi bilsek de kanser olduğunu söylemektense gribe yakalandık demek daha kolaydı ve bu İsrail’de solun çöküşünü de beraberinde getirdi.” (8)

(*) Gazeteci, Kudüs muhabiri. “Gazetecilik bir kimlik midir?” kitabının yazarı. Seuil Yayınları, “Don Kişot” koleksiyonu, Paris, 2021. Alıntılar bu kitaptandır.


(1) Makale yazarı gazetecilik mesleğine 1971 yılında İsrail’in çok dilli ulusal ve uluslararası radyosunda, Fransızca bölümünde başladı.

(2) Frankofon Yahudi aydınların 9. Kolokyumu, 29 Ocak 1968. Yahudi bilincinde İsrail. Veriler ve söyleşiler de yer alıyor. Presses universitaires de France, Paris, 1971.

(3) Holokost kurbanları anıtı, Kudüs (yazıişlerinin notu).

(4) 1967, Altı Gün Savaşı’ndan bu yana İsrail işgalinde (yazıişlerinin notu).

(5) Şamir, Biyografi, Olivier Orban, Paris, 1991.

(6) 1983’ten 1984’e ve sonra 1986’dan 1992’ye (yazıişlerinin notu).

(7) Sovyet siyasi polisi (yazıişlerinin notu).

(8) Zeev Sternhell ile söyleşi. Bkz. Tapınak adına. İsrail ve mesiyanik Yahudiliğin yükselişi (19672013), Seuil, Paris, 2013. Aynı adı taşıyan belgeselde de yer alıyor (2015).


İlgili Haberler

Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler