İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Saip: 'Yerli aşı olurum ama koşulları var'
Gerçekte kaç kaybımız var? Covid-19’da farklı verilerin perde arkası... İthal aşıdaki riskler.. Yerli aşının tarihi… İlaçlar hasar bırakıyor mu... işte endişe nedenleri... Bu kadar belirsiz bir ortam varken hayata geçirilen acil kullanım izninin sırrı... Meslekten yılmalar ve kaçışlar... İlliyet bağı… Meslek hastalığında son perde... AKP genelgesi bir kandırmaca, bir algı yönetimi mi?.. Salgına ilişkin birçok cevap yanıt bulamayınca, bize de doktorların görüşlerini İç Hastalıkları ve Tıbbi Onkoloji Uzmanı, İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi, İstanbul Tabip Odası Başkanı Pınar Saip’e sormak kaldı..
- Eğer bakanlık detayları şeffaf bir şekilde paylaşsaydı hem kendileri zor durumda kalmayacak hem de gerekli önlemler doğru verilere göre alınabilecekti.
- Başından beri kaynaklar salgına ayrılması gerekirken gelecekte salgınların artmasına neden olabilecek ekolojik dengeleri bozan Kanal İstanbul’a yatırım yapılmaya çalışılıyor.
- Bilim Kurulu danışmanlık veriyor, yetki iktidarda. Oysa görev, yetki ve sorumlulukları tam tanımlanmış bir bilim kurulu olmalı. İktidardan bağımsız, özerk bir kurul olmalı.
- Hekimler ihtiyacı olan ve isteyen herkese danışmanlık vermek, destek olmak ister. Görev, yetki ve sorumlulukları tam tanımlanmış bir bilim kurulu olmalı. Bağımsız, özerk bir kurul olmalı.
- Gelecek aşı yabancı uyruklu ve göçmenlerle birlikte toplam 90 milyon olan nüfusumuzun üçte birine yetecek kadar. Birçok ülke ihtiyacından fazlasını aldı, maalesef bir açgözlülük de var.
- Yerli aşı için süre ile ilgili konuşmak için erken olduğunu düşünüyorum. Zaman ilerledikçe binlerce hastalanmamış ve aşılanmamış gönüllü bulmak da zorlaşacaktır.
- Sağlık Bakanlığı TV’de pandemi nedeniyle kayıpların sayısını açıklıyor, fakat İBB de bir açıklama yapıyor, rakamlar katiyen birbirini tutmuyor. Siz İstanbul Tabip Odası Başkanı olarak günde kaç hastayı yitirdiğimizi söyleyebiliyor musunuz?
Maalesef söyleyemiyoruz. Sağlık Bakanlığı internet sitesinde İstanbul haftalık resmi verileri bile 25 Ekim’den beri paylaşılmamaktadır. Elimizde sadece İstanbul Büyükşehir Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü’nün günlük vefat ve bulaşıcı hastalıktan vefat verileri mevcut. Bu dönemde başka bir salgın hastalık olmadığı için, bu sayıları Covid-19’a bağlı ölümler olarak kabul etmek gerekir. Bazı günler bu sayı Türkiye geneli için bildirilenden fazla olabiliyor. İktidar şeffaf veri paylaşımı yapmamayı bir politika olarak benimsedi, sürekli veri tanımlarını değiştirerek bu durumu gizlemeye çalışıyor. Hastanelerden bildirilen ölüm nedenleri Sağlık Müdürlüğü İl Covid-19 Komisyonu’nda tekrar değerlendiriliyor. Uygun bulunmayanlar, girişi yapan sağlık kurumuna geri gönderilerek düzeltilmesi isteniyor. Komisyon onayı olmadan ölüm nedeni Covid-19 olarak bildirilemiyor. Bu nedenle hastaneden verilen ilk ölüm raporu ile sonradan alınan onaylı raporlardaki ölüm nedenleri farklı olabiliyor. Tedavi gördüğü kurumda testi negatif olup Covid-19 kabul edilen, testi pozitif olup uzun süre hastanede yatan, hastanede yatarken testi negatifleşen fakat Covid-19’un neden olduğu hasar sonucu olan vefatlar bu komisyon tarafından Covid-19 ölüm sebebi olarak kabul edilmiyor.
- Niçin?
Doğru istatistiki verileri elde edebilmek için ölüm nedenlerinin kontrolü uzun süredir yapılmaktadır. Çünkü ülkemizde genellikle ölüm nedeni kalp yetmezliği veya solunum yetmezliği olarak kayda geçiyor. Mesela bir meme kanseri hastası, kanserin yayılması nedeniyle solunum yetmezliği sonucu öldüyse bunun esas nedeni kanserdir ve bu durum meme kanseri olarak yazılması lazım. Aynı şey Covid-19 için de geçerli.
- Doğru mu anlıyorum: Diyelim bir kanser hastası uzun zaman tedavi görüyor, ama kalbi dayanmıyor. Ve yaşamını yitiren hasta da “kalp krizinden ölmüş” diye kayda geçiyor..
Olmaması gerekir ama bu şekilde yazılabiliyor. Bu kontrol komisyonları zaten böyle olmaması için kuruldu. Doğru istatistikler oluşsun, hastanın esas ölüm nedeninin kontrol edilsin diye kuruldu. Ama Covid-19’da bu tersine dönmüş durumda. Yani esas nedenin ortadan kaldırılmasına yönelik bir uygulama haline geldi.
- Aslında nasıl aşılabilirdi?
Eğer bakanlık salgının başlangıcından beri bu detayları şeffaf bir şekilde paylaşsaydı, bu tür veri karışıklıklarına neden olmayacaktı. Hem kendileri zor durumda kalmayacaklar hem de gerekli önlemler doğru verilere göre alınabilecekti. Ama ne yazık ki salgın yönetiminden çok, algı yönetimine önem verildi.
- Gerçek verileri bilseydik ortada daha farklı bir tablo olur muydu? Hem bilim insanları, hem yurttaşlar açısından soruyorum…
Toplumda salgının yaygınlığı ve ölüm oranlarıyla ilgili “Çok başarılıyız, her şey çok iyi gidiyor” diye yanlış bir algı oluşturmak istiyorsanız; planlamanız salgına göre değil, ekonomiye göre oluyorsa doğru verileri paylaşmak istemeyebilirsiniz. Aslında doğrular paylaşılsaydı, hem toplum önlemlerin alınması konusunda daha duyarlı olacaktı, hem bilim insanları, sahada çalışan sağlık çalışanları için salgının kontrolü daha kolay olacaktı. Sadece ölüm oranları değil, hangi yaşlarda, hangi meslek gruplarında, hangi mahallelerde, hangi şehirlerde daha fazla görünüyor, kaynağı neresi, tüm bu detaylar açıklansın ki alınacak önlemler de ona göre oluşturulsun.
- Açıklansın deniyor ya, bu verileri kendileri biliyor mu?
Biliyor olabilirler ama veriler öyle bir karmaşık hale getirildi ki artık gerçekten net olarak kimse bilmiyor olabilir. Veriler sürekli “Düzelt” diye geri gönderiliyorsa bu sefer düzeltmek zorunda kalmamak için veriler değişik olarak yazılıyor da olabilir. Test sayıları farkındaysanız uzun süredir artmıyor. Yaygın test yapmazsanız hastalık yaygınlığını bilemezsiniz. Salgının yoğun olduğu ilçelerde artık temaslılara test yaptırması önerilmiyor.
- ‘Düzelt’ diye geri göndermek ne demek, onu anlamadım…
Az önce bahsettiğim Covid-19 Değerlendirme yani “düzeltme” Komisyonu, “Bu Covid ölümü değildir” diye ilgili hastaneye geri gönderiyor, “Şu şekilde değerlendirin” diyor. Aşırı iş yükü arasında bir de bu işlerle uğraşmak durumunda kalıyorsunuz.
- Peki, neden böyle bir yola girildi? Sonuçta dünyayı sarsan, en gelişmiş ülkelerin dahi önüne geçemediği bir salgın var ve hiçbiri başa çıkamıyor. Yani kimsenin suçu değil… Gizli tutulması tamamen ekonomik mi?
Anlamak zor. Nedenler hem ekonomik kaynakların sosyal devlet desteklerini sağlayamayacak olması hem de iktidarın kibirli bir tavırla başarı öyküsü yazma isteği olabilir. Salgının başında biliyorsunuz belediyeler yardım etmek istedi, vatandaş destek olmak istedi. Ama hepsi engellendi. Yönetim zaafı hiç yokmuş gibi bir illüzyon yaratmak istiyorlar. Oysa güçlü iktidarlar sorunların varlığını kabul eder ve çözüm için tüm toplumun dayanışma göstermesini, katılımını destekler. Salgında sürece sağlık çalışanlarının ve toplumun katılımını sağlamadan başarı sağlamak çok zor. Örneğin hiç olmazsa veriler ekim başından itibaren şeffaf olarak paylaşılsaydı, meslek odaları olarak dile getirmek zorunda kaldığımız tam kapanma gerekliliği ortaya çıkacaktı. Ama kapanma kararı aldığınızda sosyal bir devlet iseniz vatandaşınızın asgari geçimini sağlamak zorundasınız. Bunu üstlenmek istemiyorlar. Çünkü kaynakları salgına değil, yine ekonominin “şahlanmasına” kullanmak istiyorlar. Salgının başından beri kaynaklar salgına ayrılması gerekirken gelecek yıllarda salgınların artmasına neden olabilecek ekolojik dengeleri bozan Kanal İstanbul dahil birçok yatırım yapılmaya çalışılıyor. Salgın konusunda algıyı yönetiriz diye düşündüler ama salgının geldiği boyut, bağımsız meslek birliklerinin varlığı buna engel oldu. Maalesef görünen o ki salgının sosyal boyutları için hazinemizde yeterli bütçe yok.
- Bilim Kurulu daveti gelseydi siz kabul eder miydiniz?
Uzmanlık alanım salgın ile ilgili değil, ama olsaydı bile kişisel olarak bu koşullarda çalışmak istemezdim. Salgın başlangıcında İstanbul Tabip Odası olarak İl Pandemi Kurulu’nda yer almamız gerektiğini ve istediğimizi bildirdik. Kabul görmedi. Tabii ki mevcut Bilim Kurulu’nun danışmanlık vermesi değerli. Bilim Kurulu’nda çok saygın ve değerli bilim insanlarımız var. Hekimler ihtiyacı olan ve isteyen herkese danışmanlık vermek, destek olmak ister. Mevcut Bilim Kurulu sadece danışmanlık veriyor, yetki ve sorumluluk iktidarda. Oysa görev, yetki ve sorumlulukları tam tanımlanmış bir bilim kurulu olmalı. Bilim Kurulu iktidardan bağımsız, özerk bir kurul olmalı. Bilim Danışma Kurulu’nda tartışılan öneriler şeffaf bir şekilde toplumla paylaşılmıyor, Bilim Kurulu üyeleriyle salgın verileri paylaşılmıyor. Toplumla, sadece yapılmasına onay verilenler “Bilim Kurulu önerileri doğrultusunda” diyerek paylaşılıyor, onay verilmeyen önerileri bilmiyoruz. Göstermelik il pandemi kurulları düzenli toplanmıyor, kararlar ilgililere toplantı sonrası imzalatılabiliyor. İstanbul İl Pandemi Kurulu’na İBB, ilgili meslek odaları davet edilmiyor. Salgının başından beri Türk Tabipleri Birliği ve tabip odaları olarak başta halk sağlığı uzmanları olmak üzere ilgili uzmanlık derneklerinin temsilcileri, TTB ve ilgili meslek birliklerinin, sendikaların, hatta sivil toplum örgüt temsilcileri tarafından oluşturul bir kurul tarafından epidemiyoloji bilimi gereklerine göre yönetilmesi gerektiğini vurguluyor, çağrı yapıyoruz. Oysa ülkemizde salgın, merkezi olarak Cumhurbaşkanlığı onayından geçen İçişleri Bakanlığı genelgeleriyle yönetiliyor.
- Şimdi en çok tartışılan konuya girelim, aşı… Aşı olur musunuz?
Olurum tabii ki…
- Peki, hemen olur musunuz?
Yürüyen aşı çalışmalarına birçok sağlık çalışanı gönüllü olarak katıldı. Benim yaşım İstanbul Tıp Fakültesi’nde de yürütülen faz 3 aşı çalışması için uygun olsaydı gönüllü olacaktım. Ama 60 yaşındayım, 59 yaşına kadar olanları çalışmaya aldıkları için giremedim. Bugün gündemde olan aşıların öncü çalışmaları olan güvenlik ve doz belirlemek için az sayıda gönüllüyle yapılan faz 1 ve faz 2 çalışmaları tamamlanmış ve yayımlanmış durumda. Binlerce gönüllüde yapılan, etkinliği ve yan etkileri araştırılan, katılanların bir bölümüne etken maddenin olmadığı (plasebo) aşının bir bölümüne etken maddenin olduğu aşının yapıldığı faz 3 aşı çalışmalarının erken sonuçları 3 aşı için yayımlanmış durumda. Bunlar Pfizer/ BioNTech, Moderna ve Oxford / Astrazeneca aşıları. Ülkemize geleceği açıklanan ve ülkemiz tıp fakültelerinde de çalışmaları devam eden Sinovac aşısının faz 3 çalışmasının erken sonuçları henüz yayımlanmadı. Erken sonuçları yayımlandığında ve ülkemizde gerekli güvenlik incelemeleri yapıldığında aşı olurum. Toplumsal bağışıklık ancak toplumun yüzde 60’ına aşı yapıldığında mümkün olabilecektir. Bu kadar yaygın bir şekilde yapılması gereken bir aşı için topluma çok ciddi bir güven vermeniz lazım.
- Güvensizlik neden kaynaklanıyor?
Şu ana kadarki salgının yönetim biçiminden kaynaklanıyor. Sağlık Bakanlığı salgın yönetimindeki güven aşınmasını aşı yönetiminde gerekli dersleri çıkararak onarmalı ve topluma bu konuda güven sağlamalı. Bu da ancak sürecin çok şeffaf yönetilmesi, ilgili tarafların sürece katılması ve desteği ile mümkün olabilir. Sinovac firması aşı üretimi konusunda deneyimli bir firma. Bu aşının faz 3 çalışma sonuçları henüz bilimsel bir dergide yayımlanmadı. Aşıların kullanımı ile ilgili Acil Kullanım Onayı ile ilgili yönetmelikte 18 Aralık’ta bir genelge yayımlanarak değişiklik yapıldı.
- Bu kadar cevapsız soru varken bir de acil kullanım onayı çıktı, nedir o?
Tüm faz çalışmaları tamamlanmadan çalışmaya toplum yararı gözetilerek onay verilmesi. Bunu diğer ülkeler de yapıyor ama koşulları var. Türk Tabipleri Birliği İzleme Kurulu konu ile ilgili çekincelerini ve bir aşıya acil kullanım onayı verilebilmesi için gerekli koşulları kamuoyuna duyurdu. Önemli olduğunu düşündüğüm için burada paylaşmak isterim: “Aşının faz 1, faz 2 ve faz 3 çalışmaları bilimsel rapor olarak kamunun erişebileceği biçimde yayımlanmış olmalı; bu raporlarda aşının “güvenli” ve “etkili” olduğu kanıtlanmış olmalı. Bilim Kurulu tarafından değerlendirilmişse sonuç kamuoyuyla hızla paylaşılmalı. Aşıyla ilgili üretim sürecinin kalite güvencesi de dahil olmak üzere tüm bilgiler ve veriler -eğer varsa/tamamlanmışsa ülkemize ait çalışma sonuçları özellikle- Türkiye İlaç Tıbbi Cihaz Kurumu’na verilmiş olmalı, zamanın dar olması ya da aciliyet gibi gerekçelerle olağan incelemeler göz ardı edilmemeli ve her koşulda yapılmalı. Türkiye İlaç Tıbbi Cihaz Kurumu, aşıya “Acil Kullanım Onayı” vermek üzere konularında yetkin farmakoloji, immünoloji, viroloji, mikrobiyoloji, enfeksiyon hastalıkları, halk sağlığı ve epidemiyoloji uzmanlarından oluşan ve hiçbir çıkar çatışması söz konusu olmayan bilim insanlarından oluşan bir kurul kurmalı. Karar süreci öncesinde Türkiye İlaç Tıbbi Cihaz Kurumu tarafından tüm bilgi ve veriler kamuoyuna açıklanmalı (ABD’de Gıda ve İlaç Dairesi tarafından yapıldığı gibi). Kurul toplantısı çevrimiçi kamuya açık biçimde gerçekleşmelidir (yine ABD’de Gıda ve İlaç Dairesi tarafından yapıldığı gibi). Covid-19 pandemisinden çıkış yolumuzda aşılama çok önemlidir. Hastalığa karşı kullanabileceğimiz aşılarla ilgili toplumun güvenini sarsabilecek, aşı tereddüdüne yol açabilecek düzenlemelerden ve uygulamalardan kaçınılmalı, şeffaflık ön planda tutulmalıdır.”
- Bir belirsizlik de aşı sayısı; ne kadar gelecek?
50 milyon doz aşının ilk bölümünün 11 Aralık’ta geleceği bildirilmişti. Aşıların büyük tanklarda geleceği ve flakon dolumlarının ülkemizde yapılacağı duyumlarını alıyoruz. Detaylarla ilgili resmi bir belge henüz açıklanmadı. Sağlık çalışanları için kamu ve özel kurumlardan sayı istendi. İTO olarak Sağlık Müdürlüğü’ne tüm sağlık kurumlarının dahil edilmesi ile ilgili yazı gönderdik.
- Peki, 50 milyon doz aşı yeterli mi?
İki doz olarak yapılacağı için 25 milyon insanımızı aşılamaya yeterli. Yani yabancı uyruklu ve göçmenlerle birlikte toplam 90 milyon olan nüfusumuzun üçte birine yetecek kadar. Bu kadar doz, toplumsal bağışıklığın sağlanması için gerekli en az toplam nüfusun yüzde 60’ının aşılanması için yeterli değil. Yeterli miktarın sağlanması için henüz anlaşmalar yapılmamış durumda. Birçok ülke ihtiyacından fazlasını aldı, burada maalesef bir açgözlülük de var. Global’in araştırmasına göre, birçok yoksul ülke nüfuslarının onda biri için bile aşı temin edebilmiş değil. Umarım zengin ülkeler diğer ülkelere hibe yaparlar.
- Yerli aşı hangi aşamada?
Yerli aşılardan henüz hiçbirinin faz 1 çalışması yayımlanmadı. Faz 1 çalışması biten ve faz 2 çalışması devam eden bir yerli aşımız var. Ülkemizde erken fazlarda yürüyen 10’un üzerinde yerli aşı çalışması söz konusu. Faz 3 çalışmaların başlamasına henüz zaman var. Faz 3 çalışma aşaması zor bir süreç. Binlerce gönüllü ile yapılması gerekiyor.
- Zamanında yetişecek mi?
Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü 1999 yılında kapatıldığından beri ne yazık ki yerli aşı üretimi yapamıyoruz. Faz 1 - 2 çalışmaları yayımlandıktan sonra faz 3 çalışmalarına başlanacak, tamamlanır, etkili ve güvenli oldukları uluslararası güvenirliği olan bir bilimsel dergide yayımlanırsa üretim aşamasına geçilecek. Nerede ve hangi koşullarda üretileceği de ayrı bir konu. Süre ile ilgili konuşmak için erken olduğunu düşünüyorum. Zaman ilerledikçe binlerce hastalanmamış ve aşılanmamış gönüllü bulmak da zorlaşacaktır.
- Şöyle sorayım: Siz yerli aşı olur musunuz?
Olurum ama koşulları var: Etkinliği ve güvenliği bütün çalışma aşamalarında (Faz 1, 2, 3,) kanıtlanırsa, sonuçları uluslararası kabul görmüş dergilerde yayımlanırsa, çalışmalar etik kurallara uygun bir şekilde tamamlanırsa, etkinlik ve güvenlik verileri bağımsız olarak gözleme ve denetime tabii tutulursa, çalışma verileri bilim insanlarının erişimine açık olursa, üretim koşulları uygun ve denetlenebilir olursa tabii ki olurum.
- Çeşitli yayınlardan, bazı aşı yaptıranların yüz felci geçirdiğini öğreniyoruz. Yan etkiler konusunda ne söyleyebilirsiniz?
Her aşının yan etkileri olabilir. Covid-19 hızlı yayılan öldürücü bir hastalık. Önemli olan yararın zarardan fazla olması ve ciddi kalıcı yan etkilerinin olmamasıdır. Bazı ciddi olmayan, nadir görülen, kalıcı hasar bırakmayan yan etkiler kabul edilebilir.
MESLEK HASTALIĞI KANDIRMACASI
- Bugüne kadar kaç doktoru, kaç sağlık çalışanını yitirdik?
Kaybettiğimiz hekim sayısı 100’e yaklaşıyor, aktif çalışan 94 hekim maalesef yaşamını kaybetti. Hekimler dışında 150’ye yakın sağlık çalışanının da yaşamını kaybettiğini biliyoruz. Yaşamını kaybeden diğer sağlık çalışanı sayısı konusunda kapsam geniş olduğu için doğru veriler verebilmek zor. En son Sağlık Bakanı’nın açıkladığı rakama göre 120 bin sağlık çalışanı Covid-19 tanısı aldı. Bu yüksek bir oran. Sağlık çalışanları, meslekleri gereği diğer toplum kesimlerine nazaran ülkelere göre değişmekle birlikte 5-10 kat daha fazla hastalanıyor. Bu nedenle 120 ülkede sağlık çalışanları için bir meslek hastalığı olarak kabul görmüş durumda.
- Şimdi Türkiye’de de meslek hastalığı olarak kabul edilecek değil mi?
Bu da bir kandırmaca, bir algı yönetimi… Algı yönetiminde gerçekten çok başarılılar. Bu konuda toplumsal bir talep oluştuğunu görünce bir genelge yayımladılar. Bakanlığın meslek hastalığıyla ilgili olarak illere yazdığı yazı, kamuoyunda Covid-19’un meslek hastalığı olarak kabul edildiği algısına yol açtı ancak bu yazı Covid-19 nedeniyle mağduriyet yaşayan sağlık çalışanlarının belgelerinin SGK’ye gönderilmesi prosedürünü anlatan bir yönlendirme yazısından başka bir şey ifade etmiyor. TTB ilk günden beri sağlık çalışanlarının yıllarca illiyet bağı ispatı ile uğraştırılmamasının mücadelesini veriyor. Örnekleri oldu, kabul edilmedi. Ama bu genelgede yine sağlık çalışanının Covid-19 infeksiyonunu hastane ortamında kaptığını ispatlamalı, yani hastalıkla bir “illiyet bağı kurulmalı” diyor. Bizler bu “illiyet bağı kurulursa” şartının kaldırılmasını istiyoruz. Türkiye’deki toplam 65 tabip odası, TTB öncülüğünde Covid-19’un meslek hastalığı olarak kabul edilmesi konusunda birleşti ve gazete ilanları verdi. Sağlık çalışanları 5-10 kat daha fazla Covid-19 nedeniyle hastalanıyor. Bu durum, artık bir “illiyet bağı” aranması gerekliliğini ortadan kaldırıyor. Biz Covid-19’un sağlık çalışanları için bir meslek hastalığı olduğuna dair bir yasanın çıkmasını istiyoruz. Yasa tasarısı önerimiz TBMM Sağlık Komisyonu’nda kabul edilmeyi bekliyor.
- ‘İlliyet bağı’nı açar mısınız?
Nedensellik bağı. Yani sağlık çalışanları sağlık hizmeti verdikleri için Covid-19 nedeniyle daha çok hastalanıyorlar. Bir hastalığın toplumdaki diğer insanlara nazaran belli bir meslek grubunda daha çok görülmesi. Biz şimdi sağlık çalışanları için diyoruz ama hastalık verilerinin detayları açıklandığında kargo taşıyıcıları gibi bazı işkollarında daha fazla görüldüğü ortaya çıkabilir. Rakamlar açıklandığında, belki kargo taşıyıcıları için de aynı şey söz konusu olacak.
- Meslek hastalığı nasıl bir güvence sağlıyor?
Diyelim ki hayatınızı kaybettiniz, geride kalan yakınlarınıza maaş bağlanmasını ve ölüm yardımı yapılmasını sağlar. Kalıcı bir hastalık veya maluliyete sebep olursa kayıplarınız için ayrıca ödeme yapılır ve maaş bağlanır. Eğer hastalığınızdan veya ölümünüzden işyeri güvenlik önlemlerinin yetersizliği söz konusu olursa tazminat hakkınız doğabilir.
- Talebinizi yerine getirseler ne kaybederler ki?
Ekonomik kaygılar olduğunu düşünüyorum. Oysa sağlık çalışanlarının moral ve motivasyona çok ihtiyaçları var. Bir an önce bunu sağlamaları gerek.
İLAÇLARIN YAN ETKİSİ
- Covid-19 hastalarının bir de refakatçisi oluyor, hastalık onlara da bulaşıyor. Covid-19 hastalarının yanında refakatçi kalması doğru mu?
Hastane koşulları malum. Hastanede yatan ağır hastalar genellikle yaşlılar. Genç ve bakıma ihtiyacı olmayanlarda refakatçi gereksinimi olmuyor. Servislerde yatan hastalara bakacak sağlık çalışanı sayısı yetersiz. Mecburen hastaların yanında bir refakatçi kalması gerekiyor. Özbakımını yapamayan hastalar için hastanelerde refakatçisiz bakım, beslenme koşullarının sağlanması mümkün değil. Genellikle covid pozitif, durumu daha iyi olan bir yakını ile aynı oda paylaşılıyor. Bazı durumlarda refakatçi, Covid-19 olmayan bir yakını olabiliyor. Bu durumda refakatçiden koşulları kabul ettiğine dair bir onay alınıyor.
- Sağlık çalışanlarının sayısı artırılarak önüne geçilemez mi?
İdeali söylediğiniz, ama bu kadar sağlık personelimiz maalesef yok. Sağlık hizmetlerinin sürdürülmesi için bile sayılar yetersiz. Her bakım ihtiyacı olan hastanın yanında sürekli duracak bir sağlık personeli görevlendirmek mümkün değil.
- İlaçların bazı hasarlar bırakacağı yönünde endişeler var. Bir yakınımdan örnek vererek soracağım: Bir dostumun Almanya’da yaşayan annesi epey sıkıntılı süreç geçirmesine rağmen tedavisi evde yapılıyor. Tam tedavi de diyemeyeceğim, çünkü pek ilaç da verilmiyor. İyi beslenme tavsiye ediliyor, parasetamol veriliyor. Burada hemen teşhis konulduktan sonra eve ilaçlar geliyor. Bazı hasarlar bıraktığı yönünde endişeler olduğu için soruyorum: Bu ilaçlar hakkında ne söyleyebilirsiniz?
Salgın büyüdükçe, yayıldıkça her türlü sorunun çözülmesi zorlaşıyor. Evlere giden filyasyon ekiplerinin bazılarında sayı yetersiz olduğu ve iş yükü fazla olduğu için maalesef doktor bile olmayabiliyor. Şikâyeti olan temaslıya test bile yapılmadan ilaç verilebiliyor veya hiç şikâyeti olmayan testi pozitif kişiye ilaç başlanıyor. Salgın çok hızlı arttığı için ekipler yetişmekte zorluk çekiyor. Eve gidiliyor, ilaçlar bırakılıyor ama hastanın tahlilleri yapılmamış olabiliyor. Zaman yetersizliğinden şikâyetler, ek hastalıklar, kullandığı diğer ilaçlar, hamilelik gibi durumlar yeterince sorgulanamıyor. İlaçların yan etkisi ile ilgili yeterli bilgi verilemiyor. Özellikle yabancı uyruklu ve göçmen statüsündeki kişilerle iletişim, dil sorunu nedeniyle hiç kurulamıyor. Yeterli bilgi verilmediğinde ilaçlara karşı tedirginlik oluşuyor. Birçok kişinin ilaçları almadığını biliyoruz. Tabii her testi pozitif olanın, hiç şikâyeti olmayanın ilaç kullanması Dünya Sağlık Örgütü tarafından önerilmemektedir. Ama riskli, özellikle akciğer tutulumu olanlarda favipravir kullanımına erken başlanmasının yararlı olduğu düşünülmektedir. Böbrek ve karaciğer sorunu olmayanlarda, gebe olmayanlarda kullanılabilir. Salgın başlangıcında tedavi hastanede başlanıyor, tetkikler yapılıyordu. Artık tedavilere evlerde başlanıyor.
HEKİMLİKTEN KAÇIŞ VAR
- Mesleği bırakmak isteyen çok doktor var mı?
Salgın başlangıcında sağlık çalışanları tüm olumsuz koşullara, liyakatsiz yöneticilere rağmen büyük bir özveriyle çalıştılar. Başlangıçtaki hazırlıksız yakalanmanın paniği atlatıldıktan sonra ellerinden geleni yaptılar. Hekimlik, insan hayatını kurtarmak, sağlığını korumak için yapılan bir meslek. Ama özverilerinin karşılığını, salgının kötü yönetilmesi sonucu alamadılar. Haziran ayında kontrolsüz açılma; eylül ayından itibaren salgının kontrolden çıkması; önlemlerin alınmaması; salgının kötü yönetilmesi; insanların, sağlık çalışanlarının ölmesi, ağır şekilde hastalanmaları; hak kayıpları ciddi bir tükenmeye yol açtı. Süreç kötü yönetiliyorsa sağlık çalışanlarının çabası beyhude kalıyor. Meslekten yılma ve kaçış arttı.
- İstifa ve izinler de yasaklandı zaten…
Evet ,yasaklandı ama bu durum yasal değil. Siz istifa etmek ya da emekliye ayrılmak istediğinizde dilekçenizi verip, bir ay bekleyip ayrılırsınız. Bir ayı bekledikten sonra istifa ederseniz devlet kurumlarına ancak 1 yıl sonra geri dönebilirsiniz. Sağlık sisteminin koşulları uzun süreden beri gençlerimizin yurtdışına gitmesine neden olmakta. Maalesef salgın koşullarında gördükleri muamele birçoğu için bu kaçışı hızlandıracaktır.
- Yoğun bakımlarda durum nedir?
Yoğun bakımlar dolu; ameliyathaneler, başka amaçlarla kullanılan servisler yoğun bakıma dönüştürülüyor. Hastayı bir yatağa yerleştirdiğinizde sorun kalmıyor gibi görünebilir. Gerçek bir yoğun bakım desteği ancak nitelikli elemanlarla verilebilir. Yatak ve cihaz sadece altyapı sağlar, bakım sağlamaz. Nitelikli personel yoksa yoğun bakım ölüm oranlarınız yükselir. Hem yoğun bakım personelinde ciddi yorgunluk var, koşulları çok ağır, hastalanmalar nedeniyle iş yükü artmış durumda, hem de covid dışı nedenler için yatak ayrılması gerekiyor. Birçok operasyon aksamış durumda. Yoğun Bakım Derneği, 8 Aralık’ta yüzde 70-75’lik doluluk oranlarını “uçurumun kenarı” olarak açıkladı. Yoğun bakım kazaları olmaya, acı haberler gelmeye başladı.
- Pandemiyle nasıl mücadele edilmeli? Sizin öneriniz?
Güven, şeffaflık, sağlık çalışanları ve toplumun sürece katılımı çok önemli. Pandemi mücadelesi hastanelerde verilmez. Maalesef ülkemiz dahil, dünyadaki birçok ülkenin sağlık sistemleri Dünya Bankası önerisiyle ticarileşti. Sağlık, bir hak olmaktan çıkarak tüketilen bir meta haline geldi. Bu nedenle birçok gelişmiş olduğunu düşündüğümüz ülke bile sınıfta kaldı. Oysa salgın kontrolü için koruyucu hekimlik, yani birinci basamak hizmetlerinizin güçlü olması lazım. Dünya ülkeleri umarım sağlık sistemleri ile ilgili bu değerlendirmeyi yapar.
- Son alınan kapanma önlemlerini yeterli buluyor musunuz?
Yeterli bulmuyoruz. Çok daha önceden, bakanlığın verilerine göre günlük ölüm sayısı 250’leri bulmadan tedbirler alınmalıydı. İktidar, önlenebilir bir hastalık nedeniyle olan ölümlerden gerekli önlemleri zamanında almadığı için sorumludur. Bu nedenle suçu halka yüklemek doğru değildir. Bu yetersiz önlemler bile TTB ve tabip odalarının çığlıkları sonrasında alındı. Artık zorunlu, temel ve hayati ihtiyaçlar dışında, sosyal destekler sağlanarak en az 14 gün süreyle, ideali 28 gün tam kapanma öneriyoruz. Ne yazık ki salgın doğru yönetilemedi ve bu aşamaya gelmek zorunda kaldık.
En Çok Okunan Haberler
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Nevşin Mengü hakkında karar
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu