'Kentlileşememe Sorunumuz'

'Kentlileşememe Sorunumuz'
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 21.06.2013 - 07:10

Her geçen gün İstanbul’da ulaşım başlıca sorunumuz olmakta ve bu sorun nedeniyle ruh sağlımız bozulmaktadır. Metrobüs duraklarında bekleyen insanlarımızın hali içler acısı, kuyruklar, itişmeler, metrobüse istiflenen yolcular; her sabah ve akşam görülen İstanbul manzaraları bunlar... Kentin diğer ulaşım alternatiflerinin koşulları da metrobüs koşullarından pek farklı değil, kuşkusuz semtine, mahallesine göre değişiyor. Değişmeyen tek şey insanların her gün eza ve cefa görmesi... XXI. yüzyıl İstanbul’una bu durum yakışmıyor. Bir yandan koca koca gökdelenler dikilirken veya dev projeler düşünülürken, öte yandan vatandaşın çektiği eziyet niye? Kuşkusuz, bu durumun başlıca nedeni, kentin plansız veya var olan planların delinerek yeni iskân bölgelerinin açılmasında yatmaktadır.

Kafa yormuyoruz

Gelişmiş ülkelerden birçok şeyi örnek alarak gösteriyoruz da, yeni bir yeri iskâna açarken bu ülkelerde bir yeri iskâna açmadan oralarda öncelikle neler yapılıyor diye niye kafa yormuyoruz? Veya yeni bölgeleri iskâna açmadan önce oralarda ne gibi işlemlerin yapıldığını örnek göstermiyoruz. Sayın Doğan Kuban’ın “kollaps” kuramı her geçen gün daha güçlü bir biçimde geçerliliğini koruyor. Uzun yıllar evvel, bir gün İstanbul çalışamaz, işleyemez duruma gelecek anlamına gelen söylemlerde bulunan Doğan Kuban haklıymış meğer... Her sokak, her cadde özel arabaların adeta otopark yeri olmuş, servis minibüsleri bütün gün bu sokaklarda, caddelerde zaman zaman kaldırımları da işgal ederek park ediyorlar. Kimse bunlara karışmıyor. Eskiden park mafyası vardı, şimdi de bir lokantaya veya bir sergi açılışına gittiğiniz vakit, “vale”cilik başladı. Vale arabamızı nereye park ediyor diye bilmem araştırdınız mı? Genellikle, vale de arabamızı etkinliğin yakınındaki yine aynı sokağa, aynı caddeye park ediyor veya nadiren bir boş arsaya veya bir yeşil alana arabanızı bırakıyor.

Gökdelenler

Gökdelenlere hiç ama hiç de karşı değilim... Ancak her zaman dile getirdiğim gibi, gökdelenlerde yaşamayı, çok insani bulmuyorum. Belki birçok kişi bu değerlendirmeme katılmayabilir. Ama gökdelenin çevresindeki yapıları, güneş, rüzgâr yönünden olumsuz etkilemesi beni çok rahatsız ediyor... Siluet bir kentin kimliğinin en önemli simgesidir. Dolayısıyla, kentin topoğrafyasına, tarihi süreç içinde kentin var olan yapı stokunun oluşturduğu siluete uymak kent bilincinin, mimarlığın üzerinde hassasiyetle durduğu konuların başında gelir. İstediğin yerde, mevzi imar planları değişikliğiyle bazı arsaların imar haklarını artırmak ve böylece artırılan inşaat alanını üçüncü boyuta taşıyarak yüksek yapılar inşa etmek kent siluetini bozmak anlamına gelir... Mevzi imar planlarıyla böyle bir olguya, izin vermek hem kent silueti, hem de mimarlık etiği yönünden sakıncalıdır.
Eğer gökdelen yapılması isteniyorsa, kentin bir bölgesinin, bu tür yapılar için seçilmesi ve örneğin Viyana’da olduğu gibi, tarihi kentin dışında bir alanın gökdelenler yapmak amacıyla planlara işlenmesi gerekir. Üstyapıların inşaatı başlamadan da bu planlanan alanlarda altyapı çalışmaları projelendirilmeli ve uygulamaya geçilmelidir. Bu bölgeyle ilgili ulaşım, su, elektrik, doğalgaz, kanalizasyon sistemleri düzenlenmeden yaşama geçilmemelidir.
Önemli olan insanların birbirlerine saygılı ve kentin kapasitesi koşutunda yaşamalarını kentte sürdürebilmeleridir. Ben buraya gökdelen dikerim, çevremdeki yapılar, onun gölgesi altında kalsın diyorsanız, isterseniz Harvard diplomasına sahip olun, kentli olamazsınız... Kentiniz fiziksel olarak büyür, daha karmaşıklaşabilir, ama hiçbir zaman kentli olamazsınız. Fiziksel olarak kentleşir, ama kentlileşemezsiniz...
Maalesef bu kentlileşememeyi, bu trafik karmaşasını İstanbul’da yaşıyoruz... Ortak yaşama kültürünün, en önemli ayağı, insanların birbirlerine saygılı olmalarıdır. Kentlileşme bu saygı üzerine inşa edilmelidir. Planlama, kentsel tasarım hep bu saygı göz önüne alınarak yapılmalıdır. Örneğin, kaldırımların yüksekliği akıl almaz seviyede, bugün İstanbul’un birçok semtinde, nedeni çok açık, arabalar kaldırımlara park etmesin diye böyle yapılıyor. Arabalara engel olalım derken, engelli vatandaşlara İstanbul’da yaya olarak veya tekerlekli iskemlelerle gezmeyi yasaklıyoruz... Böyle bir kentlileşme anlayışı olamaz ve olmamalı da... Yerel yönetimler güçlendirilmelidir veya yerel yönetimler demokrasinin beşiğidir derken, yaşam koşullarının da demokrasinin sınırları içinde sağlanmasının vazgeçilmez olduğunu bilmemiz gerekir.

Halka gidilmeli

Yukarıda, daha hızlı kentlileşelim diye birkaç noktaya değindim. Bu sorunları saymakla bitmez... Yerel yönetimler illerine, ilçelerine sahip çıkmak istiyorlarsa katılımcılığın bir sonucu olarak vatandaşların sorunlarının neler olduğunu öncelikle ortaya koymaları gerekir. Bu çalışmaların temelinde yönetimlerin halka gitmeleri vardır. Doğru, çağdaş yaklaşımlar ve yöntemlerle bu sorunlar ortaya konmalı ve çözülmelidir. Çözümlerde de halkın görüşü dikkate alınmalıdır. O zaman yerel yönetimlerin güçlendirilmesi daha sağlıklı olacağı gibi, gerçek bir demokrasiden de söz edebiliriz.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon