Kıbrıs: Kambur değil nefes borusu

KKTC’deki seçim öncesi Onur Öymen, Cem Gürdeniz, Sabahattin İsmail ve Deniz Baran son durumu ve Kıbrıs’ın Türkiye açısından önemini Cumhuriyet’e değerlendirdi.

Kıbrıs: Kambur değil nefes borusu
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 10.10.2020 - 06:00



KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş‘ın eski danışmanı Sabahattin İsmail, Cumhuriyet’e KKTC’deki seçimi değerlendirdi.


ADAYLAR VE TERCİHLERİ 


KKTC‘de 11 Ekim 2020 tarihinde Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak. Bu seçimin adayları ve seçimin önemi hakkında bilgi verir misiniz?

Bağımsız Adaylardan Şimdiki Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ve Tufan Erhürman, 50 yıldır sonuç alınmayan Annan Planına benzeri bir planla federasyon kurulmasını savunuyorlar. Zaten 2004’de yapılan Annan Planına da destek vermişlerdi. Federasyon ya da federe devlet olarak Türkiye’nin olmadığı AB’ye girerek, Türkiye ile mesafeli olunmasını istiyor her iki aday da. Federasyonu, diğer şeyler yanında, Türkiye’den uzaklaşmanın da bir yolu olarak görüyorlar..

Erturhan, Genel Başkanı olduğu Cumhuriyetçi Türk Partisi(CTP) tarafından destekleniyor. Akıncı; yüzde 6-7 civarında oyu olan sosyal demokrat Toplumcu Demokrasi Partisi ve yüzde 3 civarında toplam oyu olan, Türkiye ve KKTC karşıtı radikal uç sol tarafından destekleniyor. Seçimi kazanabilmesi için KKTC’den yana olan partilerden ve CTP’den destek alması gereken Akıncı, aynı zamanda ABD, AB, BM, Rum Yönetimi ve Güneydeki Rum Komünist Partisi AKEL tarafından destekleniyor.

ERSİN TATAR

Diğer iddialı adaylardan mevcut Başbakan Ersin Tatar. Tatar, son koalisyon hükümetindeki büyük ortak olan ve KKTC’yi savunan Ulusal Birlik Partisi’nin genel başkanı. UBP’nin son seçimde yüzde 40 oy almıştı. Tatar ile ilgili dikkat çeken ayrıntı ise, Türkiye ve KKTC yanlısı açıklamalarına rağmen, sahibi olduğu kanalda Türkiye için “işgalci”, KKTC için “sahte” denilen programların yapılması. Tüm eleştirilere karşın bunu sürdürüyor. Federasyona karşı olduğunu söylemesine karşın, federasyonculardan da oy alırım hesabıyla seçim bildirgesinde federasyon görüşmelerine devam edeceğini ama başka seçeneklerin de görüşülmesi gerektiğini söylüyor.

Türkiye’nin Kıbrıs ile bağının koparılması ve garantörlüğün son bulması anlamına gelen Türkiye’nin bulunmadığı AB’a girilmesini savunuyor, “AB çatısı altında iki devleti” savunuyor ki, bu 5 yıl içinde KKTC’nin AB içinde asimile olması, demografik, ekonomik, kültürel, toprak mülkiyeti açısından erimesi anlamına geliyor...

Geçmişte bir İngiliz gazetesine verdiği demeçte ise çözüm olması halinde yüzde 6 toprak tavizi vermeye hazır olduğunu da söylemiş ve halktan çok sert tepki almıştı.

Buna karşın UBP’ye oy veren kesim ağırlıkla federasyona karşı, Anavatanın garantörlüğünü ve iki bağımsız devlete dayalı bir anlaşmayı savunuyor.

KUDRET ÖZERSAY

Bir diğer iddialı aday, son hükümetin diğer ortağı Halkın Partisi‘nin eski başkanı, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı eski müzakereci Prof. Dr. Kudret Özersay‘dır. Özersay 2015 seçimlerinde de aday olmuş ve yüzde 20 civarında oy almıştı. Görüşmeler konusunda deneyimli olan Özersay, Rumlarla bir federasyon olmayacağına inanıyor.

O nedenle önce ortaklığa dayalı bir çözüm yerine işbirliğine dayalı bir çözümü savunuyor. Yani iki devletin ortak federal bir devlet kurmak yerine enerji vb konularda işbirliği yapmasını savunuyor. Ancak o da yukarıda sakıncalarını anlattığım “Türkiye’siz AB çatısı altında iki devlet“ görüşünü savunuyor.

ERHAN ARIKLI VE SERDAR DENKTAŞ

Diğer aday Yeniden Doğuş Partisi Başkanı Erhan Arıklı’dır. Genel seçimde Yüzde 8 civarında oy alan  YDP ağırlıkla 1975’den sonra adaya gelip vatandaş olan, yaşamlarını KKTC ‘de kuran TC kökenli vatandaşların destek verdiği bir partidir. Federasyon görüşmelerine ve federal çözüme karşı olan Arıklı, KKTC ‘nin bağımsız-egemen bir devlet olarak yaşatılmasını savunuyor. Türkiyesiz bir AB’a girilmesine karşı çıkıyor.

Bir diğer aday ise yüzde 7 civarında oya sahip Demokrat Parti’nin eski genel başkanı Serdar Denktaş’tır. Seçime bağımsız aday olarak giriyor.. Serdar Denktaş da federasyon arayışlarının denendiğini ama sonuç alınamadığını, dolayısıyla KKTC ‘yi temel alan başka seçeneklerin de denenmesi gerektiğini savunuyor. 

Bu seçimin önemi nedir? 

Bu seçim aslında bir anlamda federasyon görüşmelerinin kaderini belirleyecektir. Türkiye, Crans Montana sürecinin çökmesinden sonra bundan sonra egemen eşitliğe dayalı bir çözümü savunduğunu açıkladı. Bu konfederasyon anlamına geliyor. Yani iki bağımsız egemen devlet biraraya gelip konfederal bir üst çatı oluşturacak. Federasyon siyasi eşitliğe sahip ayrı egemenliği olmayan iki toplumun, konfederasyon ise ayrılma hakkına sahip iki bağımsız egemen devletin oluşturduğu bir üst birliktir.

Bu, bizim için federasyona göre daha üst bir aşamadır. Ancak Bence bu da mümkün değildir. Çünkü Rum tarafı “kendi vatandaşı küçük bir azınlık” olarak gördüğü Türk Halkı ve Devletimiz KKTC ile iki egemen devlet temelinde bir ortaklığı asla kabul etmez. “iki toplum temelinde siyasal eşitliğe dayalı” bir federal ortaklığı kabul etmeyen Rum tarafı bunu hiç kabul etmez.

Sizce en uygun çözüm nedir? 

Rumlar konfederasyonu kabul etmeyeceği için bence doğru çözüm Çek ve Slovakların yaptığı gibi “Anlaşmalı ayrılık” temelinde bir anlaşma yapmak, Rumların bazı taleplerini karşılayarak onları buna zorlamak ve KKTC‘nin bağımsız egemen bir devlet olarak 3. ülkeler tarafından da tanınması ve Anavatan Türkiye ile birlikte yoluna devam etmesidir.. Sonsuza dek yaşatılmasıdır.
Bu olmazsa, geçmişte rahmetli Bülent Ecevit ‘in önerdiği gibi Türkiye ve KKTC arasında, özerk devlet anlaşması yapılmalıdır. Buna göre Dünyada birçok örneği Görüldüğü gibi KKTC, Dışişleri ve savunmada Türkiye‘ye bağlı, içte özerk bir devlet olarak yoluna devam edecektir. Türkiye KKTC‘de deniz ve hava üsleri kuracaktır.

BM, ABD, AB ve Rum tarafının KKTC’nin tanınmasını asla kabul etmeyecekleri göz önünde tutulursa, KKTC‘yi ve halkımızı belirsizlikten kurtaracak, Türkiye‘nin güvenliğine de hızmet edecek ve Mavi Vatan konseptine en uygun formül budur.

Seçimi federasyoncular kazanırsa ne olacak? 

Yeni seçeneklere karşı olan Akıncı veya Tufan Erhürman kazanırsa federasyon görüşmelerine kalınan yerden devam etmek isteyeceklerdir. Bu ise KKTC iç siyasetinde ve Anavatan Türkiye ile ilişkilerde büyük çatışmalara neden olacak. Halkın çoğunluğu federasyon görüşmeleri ile 50 yıl daha kaybedilmesine karşı. Buna rağmen federasyoncular kazanırsa bunun nedeni federasyon karşıtlarının 5 aday ile seçime katılmaları ve oyları egoları nedeniyle bölmeleri olacaktır.

Bunun önüne geçmek için federasyon karşıtlarının ortak tek aday ile seçime girmesi uzun süre tartışıldı. Bu amaçla ben ve birçok arkadaşım, birçok örgüt çok uğraştık. Ancak Ersin Tatar ve UBP’nin buna karşı çıkıp “en büyük parti biziz, diğer partiler bizi desteklesin” demesi sonucu sonuç alınamadı.
Bu bölünmüşlük ve kendi aralarındaki kavga, federasyoncuların yüzde 35 civarında bir oyu olmasına karşın seçimi kazanma ihtimalini yaratıyor.

"SONUCU İKİNCİ TURDA İTTİFAKLAR BELİRLER"

Türkiye hükümeti ise yeni dönemde federasyon görüşmek istemediği için bu riske karşı UBP adayına destek veriyor. Bu ise diğer 10 adayın ve UBP dışındaki tüm partilerin tepkisine neden oluyor. 
Maraş konusu dahil son bir ay içinde Türkiye’nin desteğiyle yapılan herşeyin bu amaca yönelik olduğu belirtilerek eleştiriliyor.

Şu anda KKTC ‘de tablo bu... 

11 Ekim'de hiçbir aday, oyların yarısından bir fazlasını alamayacağı için 18 Ekim'de en çok oy alan iki aday arasında ikinci tur yapılacaktır..

O turda da sonucu ittifaklar belirleyecektir.


Emekli diplomat ve Türkiye’nin eski NATO daimi temsilcisi Onur Öymen, dünden bugüne KKTC’de yaşanan süreci ve yapılması gerekenleri Cumhuriyet’e değerlendirdi.


TEK ÇÖZÜM: İKİ DEVLET


1974 öncesi Kıbrıs adasında nasıl bir manzara hakimdi?

Kıbrıs Cumhuriyeti, 1960’da imzalanan Londra ve Zürih Antlaşmaları ile Kıbrıslı Türkler ve Rumların egemen, eşit taraflar halinde kabul edildiği ortak bir zeminde kurulmuştu. Fakat başta Makarios olmak üzere Rumlar bu durumu hazmedemediler; Türkleri tamamen bertaraf etmek ve Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak için Enosis (birleşme) politikasını izlediler. Ardından, Türkleri adadan tamamen atmak için de Akritas planını devreye soktular. Bu çervede, 1963 sonunda büyük katliamlara giriştiler ve süreç içinde Türk devlet teşkilatını tamamen tasfiye ettiler. Böylelikle Kıbrıs Cumhuriyeti, onların arzu ettiği gibi bir Rum devleti haline geldi. Uluslararası toplum da bu katliam ve ihlallere rağmen Kıbrıslı Rumları, Kıbrıs’ın meşru gücü olarak kabul etti.

1974’te Makarios bir darbe ile devrildi ve onun yerine Nikos Samson adında bir teröristi getirildi. Onun da ilk hedefi Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamaktı. Türkiye önce diğer garantör İngiltere’ye, adaya birlikte müdahale etme teklifinde bulundu. İngiltere bunu reddedince de tek başına müdahale etmek durumunda kaldı ve bu şekilde soydaşlarımızın can ve mal güvenliği sağlandı.

1974’ten bu güne gelecek olursak?

2004’te Annan Planı devreye sokuldu ki bu planın gelmiş geçmiş hiçbir diplomatik ihtilafta örneği görülmemiştir. Türkiye maalesef o dönem bu planı destekledi ve Kıbrıslı Türkleri de bu planın lehine oy vermeye davet etti. Ancak Rumların aleyhte oy vermesi sonucu plan geçmedi. Geçtiği takdirde Türkler çok ağır bir bedel ödeyecekti. Planın kabul edilmesi halinde ambargoların kalkacağı öngörülüyordu, ancak plan kabul edilmesine rağmen ambargolar devam etti. Rumlar ise aleyhte oy vermelerine rağmen adeta mükafatlandırılırcasına Avrupa Birliği’ne üye yapıldılar. 

Rumlar son olarak Crans Montana toplantısında, çözüm için Türkiye’nin tüm askeri varlığını adadan çekmesi ve garantörlük sisteminin de kaldırılması gerektiğini söylediler. BM Genel Sekreteri de bu taleple ilgili yazdığı raporda, garantörlük sisteminin uygun olmadığı yolunda bazı görüşler sarfetti. Müzakereler devam ederken Türk tarafının temsilcisi Mustafa Akıncı, Türk hükümetinden onay almadan, Kıbrıs Türklerinin vermeyi kabul ettiğini söylediği toprakları içeren bir harita sundu. Bu durum, önceki müzakerelerin doğasına da aykırıydı, çünkü toprak genel olarak en son konuşulurdu. Nihayet, Rumların uzlaşmaz tutumları karşısında bugüne dek hiçbir çözüme varılamadı. 

Kıbrıslı Türklerin haklarının korunması konusunda nasıl bir yol izlenmeli?

Eski İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Strow, Independent için kaleme aldığı bir makalede, Kıbrıs’ta iki devletli çözümün bütün dünya tarafından kabul edilmesi ve KKTC’nin de tanınması gerektiğini söyledi. İşte, bu kadar açık. Türkiye’de bu görüşe sahip çıkan birileri maalesef çıkmadı. 

Oysa Türkiye’nin politikası da bu yönde olmalıydı. Dolayısıyla yapılacak iş, adadaki iki toplumun, iki ayrı devlet şeklinde varlığını sürdürebilmesi için çaba sarfetmektir. Siyasal iktidar, küresel arenada kendine yakın pek çok devlet olduğunu söylüyor. O halde, hiç olmazsa bunların bir kısmı KKTC’yi bağımsız bir devlet olarak tanımalı.

Bugün yabancı devletlerin, bilhassa ABD ve AB ülkelerinin Kıbrıs'a olan ilgisinin temelinde ne yatmaktadır?

Malum, Kıbrıs sularında yoğun doğalgaz kaynakları keşfedildi, bu da dünyanın bölgeye olan ilgisini artırdı. Çünkü Amerikan, İngiliz ve Fransız firmaları, o bölgede imtiyazlar aldılar. Bu imtiyazların sonucunda Kıbrıslı Rumları daha hararetli bir şekilde desteklemeye başladılar. Türkiye, kendi sahasında doğalgaz araştırması yapmaya başlayınca da Türkiye’ye karşı büyük bir husumet havası estirmeye başladılar.

Bir süre önce, Kıbrıs adası açıklarındaki Kalipso gaz sahasının %50 rezervi, Rumlar tarafından Fransız Total şirketine verildi ve böylelikle, yabancı şirketler ve onların arkasındaki devletler, bölgeyi kendi malı gibi görmeye başladı. Kıbrıs açıklarında şu ana dek keşfedilen rezervlerin toplamı, Karadeniz’de bulunan ve dünyayı değiştireceği öne sürülen rezervin yaklaşık 10 misli. Yabancı şirketler, bundan çok daha fazlasının olduğunu tahmin ediyor. Bu nedenle, Kıbrıs meselesine de yeni bir boyut geldi. Kıbrıs’ın halihazırda çok büyük önem atfedilen stratejik konumu, hidrokarbon yataklarının keşfiyle birlikte daha önemli hale geldi.  

 
Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz, Kıbrıs’ın Türkiye için önemini Cumhuriyet’e anlattı.


GKRY, TÜRKİYE VE KKTC İÇİN ARTIK GÜVENLİK TEHDİDİ

Atatürk, gerçekleştirilen bir tatbikat sırasında “Kıbrıs’a dikkat edin, Kıbrıs bizim için çok önemli” demişti. Kıbrıs’ın Türkiye için önemi nedir?

Bugün Türkiye’nin Akdeniz’deki jeopolitik geleceği, birbiriyle ilişkili üç boyutlu güvenlik tehdidi ile karşı karşıyadır. İlki Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarımızın gasp edilmesidir. Mavi Vatanı ilgilendirmektedir.

İkincisi denize serbest çıkışı olan  bağımsız sözde bir Kürdistan’ın kurulma gayretleridir. Anavatanı ilgilendirmektedir. Üçüncüsü KKTC’nin yani yavru vatanımızın geleceğidir. Hem anavatanı hem Mavi Vatanı ilgilendirmektedir. Bu üç sorun alanı da iç içedir. Birbirinden ayırmak mümkün değildir.

KKTC’nin geleceği, ilk iki sorun alanında en önemli kuvvet çarpanı olarak, oyun değiştirici etki yaratmaya devam edecektir. Zira adadaki askeri varlığımız ile Kuzey Kıbrıs’ın özellikle Karpas yarımadasının varlığı Türkiye’ye deniz boyutu ile eşsiz stratejik avantajlar sunuyor.

"ISRARIN ANLAMI KALMADI"

KKTC’nin siyasi ve jeopolitik varlığı bugünkü konjonktürde hayatidir. O nedenle Kıbrıs sorununun federatif çözümü gibi 46 yıldır devam eden müzakere süreçleri artık Türk anavatanı ve mavi vatanının 21. Yüzyıl savunma ve güvenliği için bir risk değil, tehdit içeriyor. Bu süreçte ısrar etmenin bir anlamı kalmamıştır. Birleşik Kıbrıs 1963 Aralık ayında sona ermiş, 1974’de Enosis hayali ile tamamen ortadan kaldırılmış, 2004‘de Güneyli Rumların uluslararası hukuka tamamen aykırı AB üyeliği ile tabutuna son çivi çakılmıştır.

GKRY, Afrodit sahasında  gaz buluşu sonrasında aşırı silahlanma, askeri ittifaklar kurma ve Türk karşıtlığı ile bırakalım federal yapı altında bir arada yaşamayı, KKTC ve Türkiye için artık ciddi bir güvenlik sorununa dönüşmüştür.

21. Yüzyılın ilk çeyreğinde, mavi vatanımızı ve KKTC’deki Türk varlığını hedefleyen ikinci Sevr'le karşı karşıyayız. Bu yeni jeopolitik gerçeklik, Türkiye’nin 21. Yüzyıl dış, savunma ve güvenlik politikalarını şekillendirecektir. Taviz vermeyeceğiz.

Bu mücadelede KKTC’nin varlığı ve adadaki Türk birlikleri yalnızca KKTC halkına güvenlik sağlamakla kalmayıp, aynı zamanda Türk ve KKTC mavi vatanına caydırıcılık sağladığı için vazgeçilmez önemdedir. Bu koşullar altında, KKTC ve Türk askeri varlığından vazgeçmek, Türk ve KKTC mavi vatanından vazgeçmek anlamına gelir. Şartlar ne olursa olsun vaz geçilmemelidir.

Seçimin bu tabloya nasıl bir etkisi olacaktır?

11 Ekim seçimlerini ilk turda veya ikinci turda kim kazanırsa kazansın. Coğrafya değişmeyecektir. Coğrafyaya değer veren siyasi tutumdur. Bu tutum aynı zamanda savunma ve güvenliğin de temel taşıdır. Federal çözümde ısrar ederek bugünün yaşayan nesillerine bir avuç Euro ve AB pasaportu temin etmeye hazır olanlara hatırlatalım, vereceğiniz karar sonunda gelecekteki huzur ve güvenliğinizin garanti kavramını da etkileyecektir.

Karşınızda dişinden tırnağına silahlanmış Güney Kıbrıs Rumları ve arkasında PESCO kararları ile duran AB ve silah ambargosunu kaldırmış bir ABD var. 1963 Kanlı Noel’inde de garanti anlaşmaları vardı. Ancak sadece Türkiye kanı durdurmak için hamle yaptı. ABD tarafından engellendi. 10 yıl sonra şartlar oluştu.

Unutulmamalıdır ki 1974 şartları bir kez daha tekrar etmeyecektir. Anamur Kıbrıs 40 mil olabilir. Ancak unutmayın ki şartlar aleyhte olduğunda 40 metre bile çok uzaktır. Umarım KKTC halkı, KKTC’nin Türkiye’den uzaklaşmasına izin vermez. Emperyalizmin tuzaklarına düşmez. Vereceği kararlarla KKTC halkına bir daha asla ‘’Bekledim de Gelmedin’’ namelerini Rum radyolarından dinletmez. 

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Milletlerarası Hukuk Bölümü’nde araştırma görevlisi olan Av. Deniz Baran, uluslararası hukuk açısından Kıbrıs'taki durumu değerlendirdi.

“MÜZAKERELERİN BM ZEMİNİNDE TUTULMASI DOĞRU BİR TERCİH”

Uluslararası hukuk açısından Kıbrıs sorununda genel manzara nedir, bu alanda KKTC'nin güçlü tarafları nelerdir?

Uluslararası hukuk açısından KKTC’nin varlığını meşrulaştıran birçok husus olmakla birlikte, günümüzde uluslararası toplumun kahir ekseriyetinin KKTC’yi tanımama yönünde tavır alması sebebiyle bu hususların gölgede kaldığı yahut yeterince etki yaratmadığı vakıadır. Meselenin on yıllar boyunca birçok evreden geçmiş olması da bu gölgede kalma halini pekiştirmektedir.

Türkiye’nin Kıbrıs’ta işgalci güç olarak nitelenmesi çok sübjektif bir yaklaşımın ürünüdür. 1960 yılında “Kıbrıs Cumhuriyeti”ni kuran Anlaşma’da Kıbrıslı Türklerin hakları açıkça güvence altına alınmış ve Türkiye güvencelerin garantör devleti olmuştur. Dolayısıyla, söz konusu güvenceleri hiçe sayan hamlelere karşı garantör devletin müdahalesi gayrimeşru bir işgal olarak nitelenmemelidir. 

Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuran Anlaşma’nın arka planında iki ayrı halkın ve otonom siyasi örgütlenmenin varlığının kabul edildiği açıktır. Yunanistan temsilcilerinin katıldığı birçok aşama ve metinde de teyit edilmiştir. Tersten bakılacak olursa, Kıbrıs Cumhuriyeti formülünün mevcut olmadığı bir senaryoda Kıbrıslı Türklerin otonom bir siyasi örgütlenme olarak yoluna devam edebileceği reddedilemez bir gerçektir.  

Kıbrıs Türkleri'nin, uluslararası hukuktan doğan haklarının temin edilmesi konusunda ortaya konan çabaları yeterli buluyor musunuz? Bu çabalar ne tür çabalarla desteklenmeli?

Açıkçası bu konuda Türkiye’nin de KKTC yönetiminin de herhangi bir ciddi zaafiyet gösterdiğini iddia etmek güç. Müzakere masasının BM zemininde tutulmaya çalışılması çok doğru bir tercih. Ancak AB’nin GKRY’yi üye kabul etme hamlesi meseleyi adeta bir çıkmaza sürükledi, BM zeminindeki süreçlerin temelini sarstı. Hem de Türk tarafının çözüm iradesini açıkça ortaya koyduğu ve Rum tarafının çözüme yanaşmadığı bir konjonktürde bu hamle yapılmıştır.

Türk tarafının AB’nin bu hamlesine karşı yapabilecekleri zaten kısıtlıydı. Şu an Doğu Akdeniz’deki gerilimde görüldüğü gibi, Türkiye’nin KKTC’nin haklarını savunmak için sadece müzakerelere bel bağlamayıp yeri geldiğinde sahada sert gücünü göstermek yahut KKTC ile birçok alandaki işbirliğini arttırmak gibi hamlelere başvurması makul görülebilecek adımlardır.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler