Ölümsüz bir masal

Simon Critchley, David Bowie’nin ölümünden önce yayımlanan kitabında, müzisyenin duruşunu ve felsefesini, gerek şarkı sözleriyle gerek kendi çıkarımlarıyla anlatıyor. Kitap, Bowie’nin gerçeküstü ve hiçliği aktaran hikâyesinin Critchley tarafından kelimelere dökülüşü.

Ölümsüz bir masal
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 07.03.2016 - 15:27

Bir sürü alanda olduğu gibi müzikte de belli devrim dönemleri yaşadık. 1970’lerde ortalığı kasıp kavuran rock dalgasında da kırılmalar ve farklılaşmalar oldu. Bunun başında elbette Glam geliyordu.

Psikolojik, sanatsal ve cinsel temaları, Punk ve Gotik Rock altyapısıyla birleştiren Glam Rock’ın temsilcileri, başlangıçta “ucube”, “sirk şarkıcısı” ve “palyaço” dinilerek ti’ye alındı, hatta aşağılandı. Görselliği, müzikleriyle harmanlayan Glamcilerin, kendini kabul ettirme süreci, dünyadaki cinsel devrim ve politik protestolarla birleşince onlara hakaretler sıralamak için kuyruğa giren “eleştirmenler” de geri çekilmek zorunda kaldı. Makyajlarıyla, kostümleri ve şarkı sözleriyle bir şeyler anlatmaya uğraşan bu topluluğun temsilcileri, cinsiyetçiliği kırdı ve maço bakışın sarsılmasında büyük rol oynadı. Bu renkli ve asimetrik anarşistler, zamanını aşan duruşlarıyla kendi dönemlerindeki müzik ve gösteri anlayışını da kökten değiştirdi.

Aralarında kimler yoktu ki: Lou Reed, Alice Cooper, Gary Glitter, New York Dolls ve yakın zaman önce ölen David Bowie...

Ölümüyle dünyanın dört bir yanında Bowie şarkıları daha yüksek sesle çalmaya başladı, fotoğrafları milyonların sosyal medya hesaplarını kapladı, bilen bilmeyen herkes onunla ilgili bir dolu laf etti.

Gelgelelim, “Bowie zamanı”na yetişmiş isimler, o henüz hayattayken eteğindeki taşları döküp saygısını esirgememişti. 1970’lerde Bowie’yi bir televizyon programında tanıyıp takibe alan Simon Critchley, müzisyenle ilgili yazdığı kitabında klasik biyografi kalıplarının ötesine geçerek Bowie felsefesine uzanıyor. Bir bakıma “herkesin Bowie’si kendine” diyerek yola koyuluyor.

'BOWIE BİR VANTRİLOKTU'

Müziğe ve müziğin felsefesine meraklı herkesin yolunun bir şekilde Bowie’yle kesiştiğini söylemek yanlış olmaz. Çünkü Bowie’nin içinde yer aldığı tayfa, öyle veya böyle hayatımızı değiştirdi. Bambaşka bir güzergâh ve kimlik sunarak yaptılar bunu. Bowie de o grupta sivrilen bir isimdi. İşte Critchley tam da bunu vurguluyor: “Bowie’nin mümkün kıldığı güçlü duygusal bağla ve özgürleşmiş hislerle kendinden farklı birine, daha özgür, daha Queer, daha dürüst, daha açık ve daha heyecanlı birine dönüşen bir dünya insan var.” Bunu, Bowie’yle tanışmayan ama onu yakından tanıyan biri söylüyor. Üstelik yalnız olmadığından da çok emin. Belki de bu yüzden onun için dışına taştığı “hayatı sıradan kılan biri” diyor.

Hayatını büyük bir film setine, Bowie’yi ise kendi filminin aktörüne benzeten Critchley, sahici olmayan ve canlandırmadan ibaret sanatta onu bir yolcu diye niteliyor: Hiciv yüklü anlatımıyla pantomim yapan bir gezgin. Tabii aynı zamanda kendisiyle yüzleşmeyi de ihmal etmeyen bir adam; maskelerin, makyajların, kostümler ve gösterilerin ardına gizlenmeden tüm duyguları sonuna kadar hissettiren bir deha olarak görüyor onu Critchley. Bowie’nin yarattığı bilimkurgu ortamı belki de gerçek bir ütopyaydı, ne dersiniz?

Critchley, kişiliğini anlamaya çırpınanların çoğunlukla Bowie’nin şarkı sözlerine odaklanıp oralarda otobiyografik parçalar aradığını hatırlatırken bir uyarıda da bulunuyor: Bundan vazgeçin çünkü o, birçok farklı kimliği bünyesinde barındırdı; bir şarkıda veya turnede başka birine dönüşüyordu; “Bowie bir vantriloktu.” “Kendine inanma” diyen de o değil miydi?..

Critchley de zaten burada biraz duraksıyor; Bowie’nin müziğinin, kendimizden ve kendimiz olmaktan kaçmaya imkân verdiğini söylüyor. Bunun nedeni, Bowie’nin, kırılgan ve sahicilikten uzak kimliklere seslenmesi olabilir mi? Bu anlamda Critchley’e göre o, sınırları silip geçen sıra dışı bir müzisyen.

Bowie, yanılsamayı sahneye; insanların burnunun dibine taşıyıp sonra da onu yok ediyordu. Üstelik bunu herkesin gözünün içine bakarak yapıyor, o eylemi “hayata zincirli” izleyenlerinin suratına çarpıyordu. Critchley, Bowie’deki insanı geren hiçliği yaşatma özelliğine dikkat çekiyor.

YANILSAMANIN VÜCUT BULMUŞ HALİ

Bowie’nin dünyayı nasıl tarif ettiğini anlamaya ve açıklamaya uğraşan Critchley, “yaşlı, bitik, kullanılmış, kanırtılmış” gibi kelimeleri getirip önümüze koyar. Böylece ütopyalar gösteren Bowie, diptopyacı kimliğini sözlerine yerleştirir. Makyajıyla, bedeni ve kostümleriyle bir ikon olarak sahnede salınırken şarkı sözleriyle çürümüşlüğü anlatır. Critchley’ye göre bu çürümüşlük tasviri, “medeniyetin topyekûn iflasının” dışavurumudur: “Bana kalırsa Bowie’nin distopyası, Aydınlama’nın amansız diyalektiğiyle belirlenmişti. Biz, Tanrı’nın ölümünü ilan ettik; daha iyi öldürmek, daha etkili soykırım yapmak için kendimiz Tanrı olduk.” İşte Bowie, düşmüş insanların ve kirlenmiş yeryüzünün karşısına dikilen özgürlük savunucusu bir ruh olarak ışıkların altında belirir; sanatıyla körelmiş benliğimize seslenen bir ütopya-distopya felsefesi sunar. Korku dünyasında, bir büyük çığlık olarak kendisini var eder. Kendini beğenmişliği eleştirmek için dünyanın gidişatını ciddiye almayı teklif eder.

Bahsi geçen teklif, Critchley’e göre önemli bir noktayı atlamamayı da gerektirir: Yanılsamanın yanıltıcı doğasıyla yaşamak ve ondan kaçmak yerine onunla öğrenmek. Bowie’nin de bunu anlatmaya çalıştığını ısrarla belirtir.

Söz konusu yanılsama eğitimi içinde duygulara da yer açmış bir isim Bowie. Critchley, onun şarkılarında, aşk ve aşk hasreti gibi temaların öne çıkışına atıf yapar; bunlar, şarkılara acı-tatlı melankoli olarak yansır: “Belki de Bowie’nin aşka olan hasretindeki ironinin nedeni, aşkı bulduğunu sandığında bunun sonuçlarının biraz sıkıcı olmasıdır.”

Herkes Bowie’ye başka bir açıdan bakabilir. Critchley de onunla ilgili bir çıkarım yapmak istediğinde yanılsamanın vücut bulmuş hali gibi bir sonuca varıyor. Yanılsamaların ardında, gerçeklik veya hakikat değil, hiçliğin durduğunu bilen Bowie, dinleyenlerine hep bunu göstermeye çabaladı.

Critchley, kitabını “Bowie’nin durmasını istemiyorum ama duracak ve o zaman ben de duracağım” cümlesiyle bitirmiş. O halde madem yeri geldi, bu yazı da şu şekilde sonlansın: Bir zamanlar Under Pressure’ı birlikte söylediği Freddie Mercury’nin, 1990’da yazdığı ve Queen’in 1991’de piyasaya çıkan Innuendo albümünün kapanış şarkısı The Show Must Go On’da şöyle bir dize var: “Fairy tales of yesterday, will grow but never die-Dünün peri masalları büyüyecek ama hiç ölmeyecek.”

David Bowie de öyle...

David Bowie/ Simon Critchley/ Çeviren: Mine Yıldırım/ Encore Yayınları/ 186 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon