ONUR ÜNLÜ Tembel gösterip aşırı çalışkanlıktan vuruyor
Senaryo yazıyor, film çekiyor, dizi yönetiyor. Üstelik bunları başından bu yana bir arada yapıyor. Tembel gibi görünen aşırı çalışkanlardan. Aklında sürekli hikayeler dolanıyor. Beş Kardeş dizisinin senaristi ve yönetmeni Onur Ünlü net, sakin ama aynı zamanda hiperaktif bir adam. Düşünceleri ve hikayeleri ondan önce gidiyor gibi. O ise bu hikayelerin hızına yetişmeye çalışıyor.
Hani bazı insanlar vardır, yüzlerine bir huzur oturmuştur. Kimisine hayatının bazı zamanında sirayet eden o dinginlik böyle insanların yüzünden hiç eksik olmaz. Uzaktan bile belli ki iyi bir insan bu, dersiniz.
Yazıya böyle girince, yazının kahramanıyla ilgili bir açıklama yapmam şart oldu. Onur Ünlü bu yazıyı yazmadan önce de arkadaşım zaten. Her yazıda karşımdaki kişinin olumlu yönlerine odaklanmayı tercih etsem de, bu defa bir miktar daha fazla sübjektif olabilirim.
GİZLİDEN GİZLİYE LİDER OLANLARDAN
Lakin aklıma ilk tanışmamızı getiriyorum, hissiyatım değişmiyor. Onur yüzünde o huzur ifadesi eksik olmayan insanlardan. Fakat bir o kadar da huzursuz. Dikkati dağınık, tekrara tahammülü olmayan, boşuna konuşup enerji harcamayı lüzumsuz bulan biri. Fakat konu ona ilginç gelmişse susturmak mümkün değil.
Mahallenizde, sınıfınızda, iş yerinizde bazı tipler vardır. Sessiz sedasızdır, olaylara çok müdahil olmaz gibi görünür ama gizliden gizliye liderdir. Hadi gidelim der, herkes kalkar onunla beraber gider. "Ben şuraya gidiyorum" der, insanlar peşine takılır. Fakat bunu zorlayarak yapmaz, acaba geliyorlar mı diye hayıflanmaz. O gider, insanlar da onu sevdiği için takip eder. Onur tam öyle biri. Dizilerden, filmlerden tanışıp arkadaş olduğu dar çevrenin ona sevginin yanında saygı da duyduğunu hemen hissedersiniz. O saygı "Haydi bana saygı gösterin" diye kazanılmamıştır. Aksine, içten gelen tevazudur ya, insanı büyüten. Öyle.
Dikkati dağınık dedim. Bu dağınıklığın iş söz konusu olunca aşırı konsantrasyona dönüştüğünü görürsünüz. Yani Onur’u elektrik faturasını yatırırken gözünüzde pek canlandıramazsınız ama mesela uyumadan üç gün senaryo yazdığını, sette çalıştığını düşünmek hiç de tuhaf gelmez.
Zaten şu anda neredeyse böyle bir tempoda çalışmak zorunda. Zira Kanal D’de yayınlanan Beş Kardeş dizisini hem tek başına yazıyor, hem de yönetiyor. Hikayeyle ilgili danıştığı, yardım aldığı insanlar var elbet ama klavyenin başına yalnız oturuyor. Sette bir karavanı var, çekim aralarında oraya kapanıp durmaksızın senaryo yetiştirmekle uğraşıyor.
SİNEFİL DEĞİLDİ HİÇ VARSA YOKSA ŞİİRDİ
Aslında televizyon işlerinin insanı değil pek. Bu işleri yapmaya başlaması da bir miktar tesadüf. İstanbul’a arkadaşlarıyla birlikte bir reklam ajansı kurmak üzere geliyor. Bir arkadaşı vasıtasıyla Osman Sınav’la tanışıyor ve daha önce hiç böyle bir deneyimi olmamasına rağmen Sınav’ın ekibinde asistan senarist olarak çalışırken buluyor kendisini. Ajansla çizgialtı birkaç iş yapıyorlar ama bakıyor ki senaryo işi daha iyi gidiyor, tamamen bu alana kanalize oluyor.
O zamana kadar öyle sinefil bir insan filan değil. Sinemayla ilişkisi çok kısıtlı. Onun takıntısı 25 yaşına kadar şiir. Varsa yoksa şiir. 16-17 yaşlarında kapıyor şiir virüsünü. Senaryo işleriyle uğraşana kadar hayatının merkezinde hep şiir oluyor.
Şiirden önce bir de futbol hikayesi var. Büyüdüğü kentin takımı Kocaelispor’un altyapısında futbol oynarken sakatlanıyor, sahalara veda ediyor. Artık şiir üzerine çok laf etmek yanlısı değil. Uğraşmadığı ama çok önemsediği bir alanda ahkâm kesmek ona iyi gelmiyor.
Kocaeli büyüdüğü memleket. Anne öğretmen, baba mühendis. Bir de kardeşi var. Eflatun Filmcilik’te kardeşiyle beraber çalışıyorlardı. Eflatun film şimdilik uykuda. İleride ne olur bilinmez ama Onur şu anda Ay Yapım’la çalışıyor. Bir aksilik olmazsa bu yaz bir film çekecekler, o da Ay Film etiketli olacak.
Film yapmak Onur için önemli. Daha doğrusu işin aslı. Televizyona yapılan işler sinemaya giden yolda bir araç aslında. Şimdiye dek yedi uzun metrajlı filmi yönetti. Yedisinin de senaryosu kendisine aitti.
Yazma kısmını daha çok seviyor kuşkusuz ama söz konusu sinema olduğunda yönetiyor olmaktan da gayet memnun. Televizyon dizileri için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Çalışma saatleri ve koşulları malum.
İleride sadece film yaparak hayatını sürdürdüğü bir düzene geçmeye de çok soğuk bakmıyor. Yedi filmden sonra kendi filmleri için gereken bütçeyi bularak hayatını sürdürebilir sonuçta.
Evet, sinema, filmler hayatının merkezinde ama onun için okumak da bir o kadar önemli. "Önümde bir film, bir de kitap dursun, ben film izlemek yerine kitap okumayı tercih ederim" diyor. Çok sayıda film izlemek için gereken vakti yok çünkü. Hayatı sinemadan ibaret, tüm vaktini film izleyip çekmekle geçiren bir senarist ve yönetmen değil o.
Sinemada yaptıklarının kendisini her filmde bir miktar sadeleştirdiğini düşünüyor. Şimdi olsa bazı filmlerde bazı şeyleri yapmayı tercih etmeyebilir. Fakat öte yandan da, o yaptıklarından ancak o şeyi yaparak kurtulabileceğine inanıyor. Yani o yollardan geçmeden, oradan kurtulmak, değişmek, sadeleşmek mümkün değil. Onu hep politik birisi olarak gördük. Ona göre ise öyle değil. Düşündükleri, yaptıkları politik bir tavra denk geliyorsa amenna ama öyle özel olarak "aman şu konuda politik olayım, fikrimi beyan edeyim" gibi bir derdi yok. Gezi zamanında TRT'de gösterilen Leyla ile Mecnun dizisi, Gezi’ye verdiği destek nedeniyle yayından kaldırılmış biriyle konuşuyorum ama bunun lafını bile etmek istemiyor. Çekindiğinden değil. O dönem yaşadıklarını vandallık olarak ifade ediyor ama hayatını kaybedenlerin yanında sadece maddi zarara uğramış birisi olarak bunun sözünü etmek ona ayıp geliyor.
O destek nedeniyle dindar çevrelerden tepki görüp görmediğini soruyorum, "Niye tepki göreyim ki? Ben doğru olanın yanındaydım. Olsa olsa ben tepki gösterebilirdim, siz niye doğrunun yanında değilsiniz diye" diyor.
Hakikatin yanında olmanın, hakikati açığa çıkarmanın dinen de önemli olduğunu söylüyor. Aynı şekilde, en büyük günahın da o hakikati gizlemek, üstünü örtmeye çalışmak olduğunu...
Gelecek için plan yapmıyor. Plan yapmanın kendisine biraz "şirk" gibi geldiğini söylüyor. Sonuçta başına ne gelirse onu yaşayacak. Bunu önceden düzenlemeye çalışmanın hem imkansız hem de gereksiz olduğunu düşünüyor.
BAŞROLÜ KENDİ OYNAYACAĞI BİR HİKAYE
Ama aklında filmler çekmek var. Senaryoları kafasında hazır. Hatta o kadar ki, örneğin sondan bir önceki filmi Sen Aydınlatırsın Geceyi daha ilk filmi Polis’i çekerken aklındaymış. Bu yaz çekeceği filmin senaryosu hazır ama kafasında henüz son halini almamış birkaç öykü daha var. Kamera önünü, kendi işlerindeki mavrasına yer aldığı birkaç küçük rolün dışında düşünmemiş. Ama bir istisna var: Detayını anlatmıyor ama kafasında kendisinin başrolünde olacağı bir hikaye var. Lakin henüz o filmin ne zaman ete kemiğe bürüneceği belli değil.
Sivil sinema, işbirlikçi sinemaya karşı
Hayatında hiç seyirci ne düşünür diye film yapmamış. Televizyon dizilerinde durum biraz daha farklı. Fakat sinemada bu konuda tavizi yok. İstediği gibi yazıp, istediği gibi çekiyor. Filmlerinin gişe rekorları kırması gibi bir derdi de yok zaten. Hatta o kadar ki, "filmimi birkaç milyon kişi izlese nerede hata yaptım diye düşünürüm" diyor. Bu anlamda sinemayı ikiye ayırıyor: Onun gibi, sadece içinden geldiği, aklına düştüğü gibi yapılan sivil sinema. Ve seyircinin tepkisini hesaplamaya çalışarak, izleyiciyle lüzumsuz bir işbirliği içerisine girmeye çalışarak üretilen işbirlikçi sinema. İşbirlikçi sinemaya bir sanat eseri olarak bakmıyor.
Önce hayali sinirli seyirci beğensin
Film yaparken aklında seyircinin tepkisi yok dedik ama aslında var. Hayali bir seyirci. Onur’dan daha akıllı, daha entelektüel, kolay kolay beğenmeyen, biraz gıcık bir tip. Onur filmlerini işte o hayalindeki huysuz seyirciye beğendirmek üzere yapıyor.
Kuran okumadan evden çıkmıyor
Müslüman. Üstelik küçük yaşlardan beri. Fakat öyle ailesi, çevresi muhafazakar insanlardan oluştuğu için dindarlığı seçmiş birisi değil. Daha 12 yaşında, kendi alıyor Kuran-ı Kerim’i eline, bir daha da bırakmıyor. Hâlâ her gün sektirmeden Türkçe Kuran’dan bir bölüm okumadan evden çıkmıyor. Kuran'da verilen mesajı çok güçlü buluyor. Fakat ona göre din namaz kılmaktan, oruç tutmaktan ibaret değil. Onur için din hakikati gizlememek, ortaya sermek, gizlenmesine engel olmak üzerine kurulu. O hakikat artık her ne ise bu böyle...
Çalabildiğini davulun başında fark etmiş
Bir de müzik kariyeri var. Leyla The Band’de oyuncu arkadaşlarıyla birlikte müzik yaptılar, klip çektiler, konserler verdiler. Leyla The Band şu anda aktif değil. Müzik işi tahmin ettiklerinden fazla büyümüş. Grup olarak albüm ve reklam teklifleri almışlar. İş öyle bir noktaya gelmiş ki ya hayatlarına müzik yaparak devam edecekler ya da asıl mesleklerine geri dönecekler. İkinciyi tercih etmişler. Ama sahnede olma duygusunu, grubun diğer üyeleriyle tek bir ses çıkarma halini çok sevmiş. Davul çalabildiğini de davulun başına oturunca fark etmiş. Davulda solak olduğunu anlayıp, aletlerin yerini ona göre değiştirince bir bakmış ki bu iş oluyor. Öyle profesyonel seviyede değil tabii. Ona göre beş seviye üzerinden birinci seviyenin orta yerlerinde bir yerlerde henüz. Devamı gelir mi, bilinmez. Vakit olursa, belki.
Beş Kardeş’in yeri ayrı
Televizyon dizilerine çok sıcak bakan bir yönetmen değil. Buna rağmen Beş Kardeş dizisi farklı. Hem öyküsünü yazmayı hem de yönetmeyi seviyor. Dizinin karakterlerini seviyor. Dizinin bu hafta yedinci bölümü gösterilecek, Onur şu anda 10'uncu bölümü yazıyor ve yazmaktan da, dizinin aldığı tepkiden de memnun. Yine de söylemeden edemiyor: Hem yazmak, aynı anda da yönetmek yapılacak iş değilmiş.
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- İBB'den 'Pınar Aydınlar' açıklaması: Tasvip etmiyoruz
- İmamoğlu'ndan 'Suriyeliler' açıklaması