Prospero ile Caliban... Oğuz Demiralp yazdı
Nurullah Ataç’ın Prospero ile Caliban’ı yazınımızın belki en ünlü denemesidir. 1955/56’da Varlık dergisinde birer ay arayla yayımlanmış altı parçadan oluşur. Bence bu denemenin bir yanlışı, bir de kusuru vardır.
Yanlışı başlığıdır. Ataç, Octave Mannoni’nin 1950 tarihli Sömürgeciliğin Psikolojisi kitabını okumuş olsaydı, Prospero’nun sömürgeci beyaz, Caliban’ınsa sömürülen yerli olarak algılandığını görür, başka türlü tasarlardı yazısını. “Evet, Kaliban’a karşı daima Nurullah ile beraberim.” derken Tanpınar da bunu bilmiyordu, anlaşılan. Ataç’ın denemesi çok ünlü ama üzerine yapılmış çözümleyici çalışma kaç tane? Gördüğüm okumaların çoğu denemenin başlığı üzerinden yapılan bir “Vurun Batılı aydına” taşlaması. Ataç’ın DP’nin seçim utkularına halk düşmanlığı yaparak tepki gösterdiği yorumlarının dayanağını bu metinde bulamadım. Ataç’ın batılılığıyla DP’nin batıcı dış politikasını aynı kaba koymak, hele bunu Bandung Konferansını incelemeden yapmak da temelsiz bir yaklaşım.
Kusur, deneme parçadan parçaya ilerledikçe meydana gelen izleksel (tematik) dağılmadır. Deneme sanat ve entelektüel hayat alanına yönelmişken, bence Ataç’ın atışma tutkusu yüzünden genel olarak halk - aydın karşıtlamına doğru kayar. Bu da Ataç’ın aydın olarak halkı küçümsediği yorumlarına fırsat yaratır. Ataç uzun metinlerin, çözümlemelerin yazarı değildir. Onun yazınsal becerisi kısa yazılarda, yazıntılarda görülür. Metinleri yaz yağmuru gibi yoğun ve güzeldir. Bir yazar ya da yapıt üzerinde uzun uzun yoğunlaşmaz. Sanki sıkılır. Okur, yargılar, geçer. Kısa metinlerde estetik açıdan işe yarayan tatlı bir savrukluk, aklından geçeni pat diye yazma gibi özellikler metin uzadıkça ters sonuç vermeye başlar. Ataç’ın bu yönlerini en iyi Tanpınar anla(t)mıştır.
KİTLE KÜLTÜRÜ - DÜZEYLİ SANAT
“Geçen akşam kitabımı açmış, okuyacaktım. Komşular başladılar radyolarını işletmeye. Yalnız biri değil, beşi, altısı. Uuuuuu... aaaaaa... iiiii... Çekilmez bir gürültü, dayanılmaz bir uluma.” Ataç’ın çıkış noktası bu gürültüye gösterdiği tepkidir. İnsanın zihin gücü gürültüye tahammül gücüyle ters orantılıdır (Schopenhauer). Biraz okuyunca görürürüz ki, çoğunluğun zevkini yansıtmaktadır bu gürültü. Ataç’ın da susup çoğunluğun zevkine uyması istenmektedir.
Ataç’ın işlediği konu, kitle kültürüyle düzeyli sanat karşıtlamı, çatışmasıdır. “Bir takım saçma sapan kitaplar yazılıyor, bütün gün radyolarda tatsız bayağı ezgiler çalınıyor. Niçin? Çoğunluk bundan hoşlanıyormuş.” derken Ataç, ağırlaşarak günümüze gelmiş olan kitle kültürü sorunsalını imlemektedir.
Ataç sanatseverlik düzeyini yeterli bulmadığı kitleye karşı düzeyli sanat, sanatçı ve aydından yana olacaktır. Kitle dediğiyse komşularından başlayarak, aslında DP’den çok CHP’ye oy vermeye yatkın çevrelerdir. O günlerin moda akımı köy edebiyatını savunanları da kitleden sayar. Ataç’ın, Marxçı sözlüğe başvurursak, küçük burjuvaziyi (kentsoylu), romantik (coşumcu) sözlüğe göreyse, filistenleri (filistîleri) hedef aldığı rahatlıkla söylenebilir.
Ataç’ın bu tutumunun benim onaylayamayacağım yönü, halk edebiyatına mesafeli kalışıdır. Öz Türkçeci Ataç divan edebiyatını sever, halk edebiyatını değil. Siyasal açıdan da Ataç’ın “köylü milletin efendisidir” anlayışını taplamaması (kabul etmemesi) gözden kaçmamalıdır. Ancak, Ataç köyden ve köylüden çok gelişmemiş bir köylülülüğün küçük burjuva aydınlarca baş tacı yapılmasına bozulmaktadır. Bu öğelere bakarak, “Ataç’ın neresi CHP’li” demez misiniz? “Yoksa Ataç gizli bir gelenekçi, saraycı mı?” diye sormaz mısınız? Ataç divan edebiyatını düzeyli sanat saymakta, halk edebiyatını bu ulama sokmakta zorlanmakta, köy edebiyatını düzeyli sanat saymamaktadır. Ataç düzeyli sanatı, kitle kültürüne ve bu kültürün, çoğunluğun tercihine saygı yaftası altında yüceltilmesi olan popülizme karşı savunmaktadır.
“KENDİNİ AŞMA ÖZENİNİ DUYAN AYDINLAR”
Ataç çoğunluğu düzeyli kültüre uzak durdukları için eleştirir. Mesafeyi kapatacak olan “kendini aşma özenini duyan aydınlar”dır. Ne ki, öylesi azdır. Ataç, kitle kültürü kadar o kültürden nemalanan sanatçıları, aydınları da yerer. Birçok sanatçının güzel bir iki şey üretip adlarını duyurduktan sonra sanat kaygısını bırakıp ün ve para peşine düştüklerini anlatır. Bu sorun da ağırlaşarak sürmektedir. Sanat piyasasının yanı sıra entelektüel piyasa da oluşmuştur. Sözde halkı aydınlatmak için her vesileyle her konuda bilgiçlik taslayan profesyonel entelektüeller türemiştir.
Kitle kültürü, popülizm gibi gündeş kavramlar Ataç’ı daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır. Ataç’ın düşlediği şekilde kitle kültürünün yerini düzeyli sanat biraz alabilseydi popülistlere aklını kaptıran insan sayısı daha az olurdu. “Sağcısı, solcusu, köycüsü, kentçisi (...) hepsi de bu ülke kişilerinin birörnek olmasını istiyor” der Ataç, “yüksek toplum bireyleri yükselmiş toplumdur” der. “Önlerine engeller çıkarıyoruz onların (aydınların), şu yasaktır, bu yasaktır diyoruz, özgürlüğü tanımıyoruz” tümcesi de bu denemede yer almaktadır. Ataç’ın altını çizdiği bu sorunlar da ağırlaşarak sürmektedir.
ELİT Mİ?
Bütün bu sözleri atlayıp Ataç’ı demokrasi karşıtı elit diye kötülemek ayıptır. Ataç’ın nesi elitdir? Parasal gereksinimi yüzünden polis romanı çevirmek zorunda kalan emekli bir memur. Yok efendim, Cumhurbaşkanının yanındaymış! Yani Tanpınar’ın hayran olduğu İnönü’nün çevirmeniymiş. İktidar olanaklarını kimlerin nasıl kullandıkları söylenen bir ülkede emekli olunca namusuyla köşesine çekilen memurların bir örneğidir Ataç. Elbette, Ataç, bu bakımdan da nepotist düzenlerin tehlikeli göreceği bir örnektir.
Ataç’ın bu denemesi günceldir, giderek geleceğimizle ilgilidir. Kısmetse, geniş bir Ataç okumasında buluşmak üzere...
En Çok Okunan Haberler
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- Suriye’de şeriatın sesleri!
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- Hamaney 'Suriye' sessizliğini bozdu!