Saramago… ‘Körlük’te görmedikleri, ‘Görmek’te gördükleri (01.05.2020)
Salgın ile ülkemizde seyirci kaldığımız siyasi manzaranın bir benzeri Saramago’nun kaleminden yıllar önce çıkmış. Körlük, tıpkı Covid 19’un tüm hayatımızı birkaç hafta içinde felce uğratması gibi, ölümcül bir virüsün aniden yayılarak insanları paniğe ve kaosa sürüklemesini anlatıyor.
Portekizli
yazar José Saramago, 7 Aralık 1998 tarihli Nobel Edebiyat Ödülü kabul
konuşmasını bitirirken, Körlük romanını yazma amacına bir cümleyle değinir ve
şöyle der: “Amacım okurlara yaşamı hor görürken mantığımızı sapkınca
kullandığımızı, insan denen varlığın onurunun her gün dünyamızdaki güç
sahiplerinin hakaretine uğradığını, evrensel yalanın çoğul hakikatlerin yerini
aldığını, insanın benzerine olan saygısını yitirerek, kendisine saygı duymayı
bıraktığını hatırlatmaktı.”
Saramago’nun bu
vurgusu buzdağının sadece görünen kısmıydı, zira katman katman derinleşen roman,
söz ve hatta imla oyunlarıyla çatallanan, toplumsal gözlemlerle bezenmiş, insan
psikolojisinin tüm kuytularına girip çıkan bir anlatı harikasıydı. 1995’te
kaleme aldığı Körlük romanına, 2004’te devam niteliğinde yazdığı Görmek de
eklenince hikâye bir başyapıta dönüştü.
YENİDEN
GÜNDEMDE
Peki, Türkiye’de
her iki romanın da bu kadar çok okunmasının, hele ki son günlerde okurların
elinden dilinden düşmemesinin sebebi nedir? Yanıtı basit: Gündemimize bir gülle
gibi oturan, çoğumuzu eve kapatan ve hatta bize eve kapanmayı bir ayrıcalık (!)
saydıran Covid 19 salgını ile ülkemizde seyirci kaldığımız siyasi manzaranın
bir benzerinin Saramago’nun kaleminden yıllar önce çıkmış olması. Tıpkı okuruna
“Nasıl da günümüzü anlatıyor!” dedirten 1984’ün yazarı George Orwell gibi Saramago
da yıllar öncesinden bize sesleniyor.
Körlük, tıpkı
Covid 19’un tüm hayatımızı birkaç hafta içinde felce uğratması gibi, ölümcül
bir virüsün aniden yayılarak insanları paniğe ve kaosa sürüklemesini anlatıyor.
Trafik ışıklarında yeşil yandığı halde geçmeyen adamın aniden kör olmasıyla başlayan
roman, daha sonra sırasıyla onu evine götüren adamın, eve gelen karısının,
gittikleri göz doktorunun, doktorun sekreterinin ve muayenehanede bekleyen
öteki hastaların da aniden kör olmasıyla ilerliyor.
BULAŞICI
KÖRLÜK
Hükümet,
körlüğün bulaşıcı olduğunu anlar anlamaz, ilk kör olanları karantinaya alma
kararı alıyor ve mekân olarak bir akıl hastanesi seçiliyor! İşte bundan sonrası
tam bir hayatta kalma savaşı.
Açlıkla
savaşmak, tıkanmış tuvaletlere, akmayan sulara çare bulmak zorundalar. Bir süre
sonra ölülerini gömmeyi bıraktıkları ve bedensel ihtiyaçlarını hijyenik
koşullarda gideremedikleri için pis kokuyla boğuşuyorlar.
Bu da yetmiyor,
yan taraftaki “ahlaksızlar koğuşu”, gelen yemek sandıklarına el koyup onlara,
kadın göndermedikleri sürece aç kalacaklarını söylüyor. Aç kalmamak uğruna bedenlerini
feda eden ve tecavüze uğrayan kadınlar koğuşlarına ekmekle döndüklerinde artık romanda
ciddi bir eşik atlanmış oluyor.
Ölümcül bir
virüse yakalanmaktan daha kötü bir şey varsa o da bu virüse totaliter bir
rejimin baskısı altında yakalanmak, çünkü baskıyla rejim de virüs gibi kendini
dayatarak bedenlerde, zihinlerde, dilde üreyip çoğalıyor. “Sosyal mesafe” giderek
kapanırken sıkışma kör bir şiddet doğuruyor.
Körlerin pek çoğu
askerler tarafından vurulup öldürülüyor. Karantinadan kaçmayı başaranları ise belirsizlikle
birlikte sokaklarda çok daha çetin koşullar bekliyor; çöpleri eşeleyip yiyecek arayan
insanlar, yağmalanmış raflar, cesetler, cesetleri parçalayan aç hayvanlar...
Her yönüyle sistem çökmüş olsa da insanlar evlerine dönmek istiyor; ev bir sığınak onlar için... Ta ki simgesel açıdan bu en korunaklı ve en mahrem yerin yağmacılar tarafından ele geçirildiğini görene kadar. Ev, uyanılan bu cehennemde bir kapana dönüşüveriyor!
Fotoğraf: VEDAT ARIK
ŞİFACI
Romanda görme
yetisini kaybetmeyen bir kadın var. Kadim gelenekten gelen bu bilge kadın,
şifacı dişi arketipi, Saramago’nun kaleminde tüm olağanlığı içinde kahramanlaşıyor.
Ölümcül ve
bulaşıcı virüsle birlikte insanlığın irtifa kaybettiği toplumda kişisel
özellikler, kazanımlar, eğitim ve gelir durumu önemini kaybediyor. Sosyal ve
ekonomik olarak “düzlenen”, fiziksel kuvvetin, direncin ve dayanıklılığın öne
çıktığı bu yeni düzende, güçlünün güçsüzü ezmesi ve toplumsal çürüme ayyuka
çıkıyor.
“GÖRMEK”
Görmek romanı
da bu olayların dört sene sonrasında, aynı isimsiz şehirde, aynı isimsiz
kahramanlarla anlatılırken Saramago bu kez bir insanlık dramına değil, kendiliğinden
gelişen bir politik tavır alışa vurgu yapıyor.
Genel seçim
gününde on dört numaralı sandık başkanının görevinin başına geçmesi, ancak
hiçbir vatandaşın oy vermeye gelmemesiyle başlıyor roman!
Seçimlerin
tekrarlanmasına rağmen oy pusulalarının yüzde seksen üçü sandıktan boş çıkınca,
seçmen hükümetin elindeki tüm imkânlar ve aygıtlarla yarattığı baskı iklimine
maruz kalıyor. Olağanüstü hâl ilan edilmesi, tecrit, gizli servis ve
muhbirlerin iç ve dış düşman arayışı, “boş” kelimesinin bile yasaklanması, patlayan
bombalar ve en önemlisi demokratik hakkını kullanıp boş oy atan her bir
seçmenin “terörist” damgasını yemesi romanın ana gövdesini teşkil ediyor.
“Beyaz körlük” ya
da “süt beyazı” olarak tarif edilen körlük, ikinci romanda beyaz, boş bir oy
pusulasına dönüşüyor. Yazara göre ikisi de birer salgın! Ama her iki salgın, her
iki felaket de belirsizlik ve düzensizliğin yarattığı şiddete ve kaosa rağmen, gelecek
adına umutlanmamızı sağlayan; cesaret, korku, şefkat gibi insan doğasının en temel
duyguları içinden bir direnişin, hiç değilse bir kıpırdanış ve uyanışın
filizlenmesine yol açıyor. Saramago insanlığı önce dibe vurdurup sonra da küllerinden
doğan Anka kuşu örneği yeniden yükseltiyor.
Körleşen
insanoğlu kendi gerçeğiyle yüzleştikten sonra yeniden ayakları üzerinde
yükseliyor. Hükümetlerin baskıcı uygulamalarına, toplumun bağrındaki
çürümüşlüğe, maddi ve manevi kayıplara rağmen yaralar sarılıyor. Her şey aniden
başladığı gibi aniden bitiyor.
Ne diyordu
Nobel Komitesi, Saramago’nun ödülü alma gerekçesinde, “hayal gücü, şefkati ve
ironisiyle anlaşılması en zor gerçekliği anlamamızı sağladığı için...”
Sıkı bir
Saramago okuru olarak şunu da eklemek istiyorum: “Kucağımıza bir tutam umut
bıraktığı için.”
Evlerimizde
kaldığımız Corona günlerinde umudunuzu asla yitirmemeniz dileklerimle...
Körlük
/ José Saramago / Çeviren: Işık Ergüden / Kırmızı Kedi Yayınevi / 336 s.
Görmek / José Saramago / Çeviren: Işık Ergüden / Kırmızı Kedi Yayınevi / 324 s.
En Çok Okunan Haberler
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- Hamaney 'Suriye' sessizliğini bozdu!
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- O ülke Suriye büyükelçiliğini açıyor!
- ABD basınından Esad iddiası