Siyaset ve fetih ideolojisi

Siyaset ve fetih ideolojisi

Yayınlanma: 29.05.2015 - 17:40
Abone Ol google-news

AKP’nin iktidara gelmesinden bu yana, hatta Recep Bey’in İstanbul büyükşehir belediye başkanlığından bu yana, diyeceğim epey bir zamandır, İstanbul’un fethini coşkuyla kutluyor, beş yüz yılı aşkın süredir bizim olan bu kenti her yıl 29 Mayıs’ta yeniden fethediyoruz. Gemileri karadan yürütüyoruz reis. Mehter takımı, davul zurnası ve bitmez tükenmez ecdad aşkıyla, “ceddin deden neslin baban / pek kahraman Türk milleti ” nidalarıyla yedi tepeyi zangır zangır titretiyor. Ulubatlı Hasan bir kez daha burçlara dikiyor bayrağı. Kent üç gün boyunca yağmalanmamış, hiç kan dökülmemiş gibi, Bizanslı genç kızlar ellerinde çiçek demetleriyle Fatih’i karşılıyorlar. O da, süt beyaz atına binmiş, başında kavuk, sırtında kaftan, mutlu Bizans halkını selamlıyor, Bellini nam nakkaşın çıraklarından birinin minyatüründeki gülü koklamadan önce.

Şiddet ve katliam

AB’ye aday bir ülkede bu kutlamanın yeri olmadığını, fetih ideolojilerinin içinde yaşadığımız coğrafyada her zaman felakete yol açtığını bir kez daha anımsatmamın bilmem yararı ve gereği var mı? Hiçbir Avrupa ülkesinde bu tür fetih kutlamalarına tanık olmadım. Fransızlar Napolyon’un Mısır seferini, İngilizler Trafalgar zaferini, Norveç ya da İsveçliler ataları Vikinglerin yağmalarını kutlamıyorlar. Hem barış amacıyla kurulmuş bir topluluğa üye olmak isteyecek, hatta bunu “stratejik öncelik” gibi terimler kullanarak önemseyip abartacak, hem de o topluluğa üye ülkelerin halklarını bir zamanlar nasıl kılıçtan geçirdiğinizi cümle âleme ilan edeceksiniz.

Her halkın ortak belleğinde “kurucu mitos” vardır. İstanbul’un fethi de bizim için öyledir ama bu tarihsel olay günümüzde coşkuyla kutlanan bir gösteriye dönüştürülmemeli. Fetih bir kurtuluş savaşı değildir çünkü, şiddet ve katliamın öteki yüzüdür.

Alçakgönüllülük

1989 güzünde, Kosova savaşının 600’üncü yıldönümü vesilesiyle Belgrad’a davetliydim. Sırbistan Yazarlar Birliği’nin düzenlediği toplantıda beni kürsüye çağıran Akademi üyesi yazar “Şimdi kazanan tarafın görüşünü dinleyeceğiz” dedi. Ben de onlara altı yüz yıl önce kazanılmış bir zaferle övünmek için Belgrad’a gelmediğimi belirtmek gereğini duydum. Ve yenen tarafın görüşüne örnek olarak Şükrüllah bin Şehabeddin’in şu satırlarını okudum:

“İki ordu birbirine erişti. Bir savaş kıldılar ki dönen felek dönmeye başlayalı böylesini görmemiştir. İki ordudan çok kişiler öldü. Gövdeler üst üste yığıldı. Başlar ayak altında parçalandı. Sonunda Tanrı yardımı erişti. Kâfirlerin bayrakları baş aşağı olup orduları yüz çevirdi. Bozuldular.”

Bozuldular! Başkaca bir gözlem yok. Zafer naraları hiç yok. Bugün yaptığımızın tam karşıtı bir alçakgönüllülük. Atalarımızın zaferiyle Osmanlı vakanüvisleri övünmemiş, biz davul çalıp kükrüyoruz.

Demokratik değerler

Kosova yenilgisinden bir ulusal mitos yaratan Sırp milliyetçiliği bunu Yugoslavya’nın parçalanma sürecinde kullanmanın peşindeydi. Tito’nun ülkesi altı cumhuriyeti ve iki özerk bölgesiyle ayaktaydı hâlâ, ama Miloşeviç Kosova’da yaptığı ünlü konuşmasında “Nerede bir Sırp mezarı varsa orası Sırbistandır” diyerek savaşı çoktan başlatmıştı. Sonrasını biliyoruz. O kanlı savaşın doğrudan tanığı olduğum için, Saraybosna’da bizzat bomba yağmuruna tutulduğum için, bu felaketi Balkanlar’a Dönüş’te anlatmaya kalkışıp kimseye duyuramadığım için yeniden söylüyorum: İktidarın dilinden düşürmediği “ecdad mezarları” söylemi yalnızca bir palavra değil, tehlikeli bir yayılma siyasetidir. İstanbul’u her 29 Mayıs’ta yeniden fethedeceğimize, Kosova’da Sırpları nasıl bozguna uğrattığımızı dünyaya haykıracağımıza, eğer AB’ye gireceksek, bu giriş hâlâ “stratejik öncelik” taşıyorsa, sürekli olarak geçmişe değil biraz da günümüzdeki demokratik değerlere sahip çıkmalıyız. Savaş ve fetih ideolojisini değil Misaki Milli sınırları içinde bir barış söylemini benimsemeliyiz. İstanbul 1453’te değil bugün düştü. Kazanç hırsıyla parsellenip satışa çıkarıldı. Siz hâlâ mehteran gibi dura kalka, böyle nereye gidiyorsunuz?


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon