Slavoj Žižek’i okurken düşünmek

Yazan insan düşünen insandır. Kendisine düşünce durakları da yaratandır. Yazının ucuyla hayata bakabilmek için işte o düşünen insana da eylem gerekir. Slavoj Žižek okumalarında sürekli karşımıza çıkan da budur işte: Düşünen eylem insanı.

Yayınlanma: 10.07.2020 - 00:33
Abone Ol google-news


Yazan insan düşünen insandır. Kendisine düşünce durakları da yaratandır. Yazının ucuyla hayata bakabilmek için işte o düşünen insana da eylem gerekir. Slavoj Zizek okumalarında sürekli karşımıza çıkan da budur işte: Düşünen eylem insanı.

1./ Pencere önü okumaları

Borges, geçmişte okuduğu kitapları sık sık dönüp yeniden okuduğundan söz eder.

O, kitap okuyan biridir; bense yazar!

Okumayı uğraş olarak önüme almamda beni yönlendiren okuduğum yazarlardı. O nedenle ‘yazar’lara inanırım, seçerek de kendime yol arkadaşı kılarım onları.

Merak, tutku bunlarla filizlenerek gelişir. Üstelik sinema, resim, müzik gibi tutkulu eğilimleriniz varsa; okurken yazmaya da kendinizi pekâlâ hazırlayabilirsiniz.

Öteden beri pencere önü okuruyumdur. Bir de açıkhava okuru.

Eğer bir kitaba, yazara buralarda yönelmişsem, adeta köklenirim orada; kimse söküp alamaz beni.

Elbette ki masayla süren, masabaşında oluşup giden bir yolculuktur bu.

Kimi kez, “zamaniçi okumaları” da derim bunlara.

Mart ayından bugüne, bu bağlamda süreduran okuma seyrime baktığımda görüyorum ki; yazmak, düşünmek, aktarmak/yansıtmak için bir raf dizisi kitaplarla sürmüş yolculuğum.

Benim bu köklenen okumalarım kanatlanan okumalardır.

Eğer Camus’ye yolum düşmüşse, mutlaka birkaç yan okuma çıkar karşıma. Eğer Dostoyevski ile buluşmuşsam, daha derine inmek için beni kazıcısı kılan kitaplara dönerim yüzümü.

Süregelen okuma seyrimde beni başka düşlere, düşüncelere taşıyan Romantik: Bir Alman Sorunsalı (Rudiger Safranski); hem edebî hem de felsefi metinlere yeni pencerelerden bakmamı sağladı.

Avrupa aydınlanması, Fransız Devrimi, Alman romantizmi/idealizmi… Goethe, Schiller, Novalis, Friedrich Schlegel, Fichte..derken Nietszche, Thomas Mann, Heidegger’e; hatta Adorno’ya uzanan bir sürecin aynasında gezinmekti bu okuma yolculuğu.


2./ Okurken yazmak

Süre süre getirdiğim okumalarımın açtığı bir pencerede Bir Alman Hikâyesi: Hatırladıklarım (1914-1933) [Sebastian Haffner] beni Alman Sonbaharı (Stig Dagerman) ile buluşturmuştu.

İşte bu noktada yazarak yol alırken, ister istemez, odaklandığım asal okumalarıma ara verip bunlarla alışverişimi yazı boyutuna erdirdim. Yani yaşadığımız zamanın sanrısıyla yüzleşmek… Toplumun, insanlığın sürüklendiği trajedinin öyle bir ânda gerçekleşmediğinin tanıklığıydı bu kitaplarda dillendirilenler.

Evet, pencere önleri hep dinginlik çağrıştırır. Hele kendinizi güneş saatine göre ayarlarsanız, dünyanın uğultusu gelip sizi bulabilir o ışıkla gölgenin oynaştığı masanızda.

Şu satırlarla karşılaşırken duralıyor, defterime not ediyorum:

“Almanya’da bir değil, birkaç kayıp kuşak var. En çok hangi kuşağın kaybettiği konusunda anlaşamayabiliriz, ama en bahtsızımızın hangimiz olduğu asla tartışma götürmez. Almanya’nın küçük şehirlerinde, yaklaşık yirmi yıldır, tren yahut başka bir şey beklemeksizin sabahtan akşama kadar tren istasyonlarına takılanlar. Tedirgin, beceriksiz delikanlıların çaresiz küçük soygun girişimleriyle karşılaşırsınız o istasyonlarda, yakayı ele verdiklerinde tehditler savurarak meydan okurlar: müttefik askerlerin boyunlarına asılan sarhoş küçük kızlar görürsünüz yahut bekleme salonlarının kanepelerinde sere serpe oturan sarhoş siyahlar. Ünlü bir Alman yayıncı, “Böylesi bir kaderi hiçbir gençlik yaşamadı,” diyor. “On sekizinde bütün dünyayı fethettiler ve yirmi ikisinde her şeyi kaybettiler.” (*)

İkinci Paylaşım Savaşı sonrası Almanya’nın “kayıp kuşak”ından söz ediyordu Dagerman.

Her savaş böylesi kayıpları getirir.

Küresel kapitalizmin çöküşü de öylesi bir savaşın akıbetini hatırlatıyor bugün bize.

Kayıp kuşaklar, kayıp zamanlar, hatta kayıp ülküler çağına girdiğimizin habercisidir virüs salgını.

Bunu yaşarken, anlamak için de pencere önünde kalarak Albert Camus’nün Düşüş’ü ile Sisifos Söyleni’ne başlıyorum yeniden.

3./ Yazınca görmek

Yazan insan düşünen insandır. Kendisine düşünce durakları da yaratandır.

Yazının ucuyla hayata bakabilmek için işte o düşünen insana da eylem gerekir.

Slavoj Zizek okumalarında sürekli karşımıza çıkan da budur işte: Düşünen eylem insanı.

Hayata, insana dair her bir şeyi gören/hisseden, bunu da eylemsellik içinde yansıtan bir bakışla anlatan biridir o.

Umutsuz Olma Cesareti bir bakıma onun düşünce “matris”lerini de bize yansıtır.

Her açıdan giderek çöküntüye uğrayan bir dünyada kendine yol/yön arayan insan ister istemez yaşama sorgusuna da yönelir. “Kimim ben” türü sorulardansa; nereye aitim, yolumuz/yönümüz nereye sorunsalına dönük bir bakışın arayışındadır artık o “son insan”!

Öyle ya; Sovyetler’in çöküşü sonrasında Francis Fukuyama, “tarihin sonu son insan” dememiş miydi?! George Orwell, 1984 ve Hayvan Çiftliği romanlarını yazdığında en temel kaygısı neydi?

Şimdi “yeni dünya düzeni” diye çığırtkanlığı yapılan küresel kapitalizm toplumları, insanlığı nereye/nasıl sürüklüyor bunu yeterince görüyoruz.

İşte Zizek, bu sürükleniş süreçleri üzerine bizi düşündürür.

“Öfke, isyan ve yeni bir iktidar” söylemine “evet”! Peki, sonrasında ne olacak?

Örgütlenemeyen öfke tehlikeli, dinmeyen isyan salgına dönüşebilir, bir biçimde oluşagelen “iktidar” kimin/neyin söylemini üstlenecek?

Uzağa gitmeye gerek yok; Zizek’in deyimi/karşılaştırmasıyla Türkiye’de bu “yeni dünya düzeni”nin inşa ettiği “iktidar” deneyimi dünyanın gidişatı için bir ölçü.

Bir ânda kendilerini iktidarın kucağında bulan İslâmi ideoloji ister istemez kendi örgütlenme modelini de yaratmaya başladı.

“Soğuk Savaş” bunun altyapısını oluşturduğundan, yıkım sonrası böylesi bir geçiş hiç de güç olmadı.

Cemaatin lojistik gücü bir tür yeni iktidar seçkinleri yarattı.

Zizek, bir bakıma Umutsuz Olma Cesareti’nde; bu tür bölgesel örneklemelerden de yola çıkarak “dünya düzeni”nin seyrini görmeye/anlamaya/sorgulamaya dönük yolculuklara çıkarıyor bizi.

Bugün ABD’de yaşanan “ilahi şiddet” öfke ve isyanın da yansıması değil mi?

Kitlelerin gücü suni iktidarların mevcudiyetini sarsalıyor artık.

Bu dalganın nerelere nasıl adım adım yayıldığına da yer yer hatırlatmalar yapıyor, Zizek.

(*) Bir Alman Hikâyesi: Hatırladıklarım (1914-1933), Sebastian Haffner; Çev.: Hulki Demirel, İletişim Yay., 270 s., 2018.

OKUMA ÖNERİLERİ:

Slavoj Zizek:

İdeolojinin Yüce Nesnesi, Çev: Tuncay Birkan, 2002, Metis Yay., 255 s.

Kırılgan Mutlak, Çev: Mehmet Öznur, 2003, Encore Yay., 199 s.

Yamuk Bakmak, Çev: Tuncay Birkan, 2004, Metis Yay., 233 s.

Umutsuz Olma Cesareti, Çev: Ilgın Yıldız, Eksik Parça Yay., 384 s.

Tehlikeli Rüyalar Görme Yılı, Çev:  Mehmet Öznur-Barış Özkul, 2013, Encore Yay., 175 s.

Ödünç Alınan Irak Çaydanlığı, Çev: Mehmet Öznur-Sibel Erduman, Encore Yay., 159 s.

Kırılgan Temas, Çev: Tuncay Birkan, 2002, Metis Yay., 312 s.

Kendini Tutamayan Boşluk, Çev: Barış Engin Aksoy, 2019, Metis Yay., 416 s.

Ahir Zamanlarda Yaşarken, Çev: Erkal Ünal, 2011, Metis Yay., 592 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler