‘Sonsuzluk Üzerine’ ve ‘Seberg’ haftanın filmleri; Yaşama dair

“Sanger Fran Andera Vaningen-İkinci Kattan Şarkılar” (2000) ve özellikle gerçeğin, fantezinin absürt yanlarını vurgulayan “En Duva Satt Pa En Gren-İnsanları Seyreden Güvercin” (2014) adlı filmlerine hayran kalıp yıllardır yerinde sayan Ingmar Bergman sonrası İsveç sinemasının en önemli yaratıcı yönetmeni olarak alkışladığım, 1943 doğumlu Roy (Arne Lennart) Andersson’un son Venedik Festivali’nde en iyi yönetmen ödülüne layık görüldüğü yeni filmi “Om Det Oandliga-About Endlessness-Sonsuzluk Üzerine” gösterimde.

Yayınlanma: 06.03.2020 - 05:37
‘Sonsuzluk Üzerine’ ve ‘Seberg’ haftanın filmleri; Yaşama dair
Abone Ol google-news

Muhtemelen tipik bir sanat-festival filmi izlenimi yaratacağı sıradan seyirciye “Ne bu yaa” dedirtecek cinsten oysa bende genel insanlık hallerine dair, tüm humoristik - trajik öğeleriyle evrensel ve görülesi bir yapıt etkisi uyandıran “Sonsuzluk Üzerine”, önce savaşın ezip geçtiği bir kentin semalarında yekvücut olmuş, uçmaktaki meleğimsi bir çiftin resmedildiği afişiyle dikkatimi çekmişti. 

Yazar-yönetmen Roy Andersson’un kısa kısa nükteli, aforizmamsı, felsefi, komik ve özetleyici durumlar halinde 78 dakikaya sığdırdığı çağdaş yaşamsal gözlemler toplamını seyrettiğimiz “Sonsuzluk Üzerine”, gerçekten (tıpkı filmin reklamındaki gibi) insanlığın varoluş öyküsünde rüya gibi düşsel bir gezintiye çıkarıyor seyirciyi.

Roy Andersson’un Binbir Gece Masalları’nın anlatıcısı Şehrazat’ın üslubundan, tarihten, resim sanatından, iki dünya savaşı arasındaki dışavurumcu görüntülerden esinlenerek “Bir adam gördüm, Bir kadın gördüm, Bir çift gördüm...” diyerek anlattığı, genelde tarihsel seyrini izlemeyen birtakım olayların ve ters durumların kısa kısa bölümlerinden oluşan bu varoluşçu film, sonuçta etkileyici bir toplumsal eleştiri bütünü. Filmin, insan yaşamındaki güzellik-zalimlik, ihtişam- bayağılık, neşe-yas gibi tezatların ve ilk bakışta mantıksız gibi görünen kimi anlamlı anların yansıdığı anlatımı, yönetmenin “İkinci Kattan Şarkılar”la İnsanları... 

HER ZAMANKİ FİLMLERDEN DEĞİL

Seyreden Güvercin”den aşinası olduğumuz, kendine özgü üslubunu sahne sahne yineliyor yine. Sanki insanoğlunun kolay incinen, ebedi, sonsuz hikâyesine ilişkin seyrettiğimiz bu film adeta bir “kaleidoscope”a (çiçek dürbününe) bakarcasına seyrediliyor 78 dakika boyunca. Bu filmin kahramanları, inancını yitirmiş, kâbuslar gördüğü için ruh doktoruna başvurmuş bir papazdan, isterikçe çarmıha gerin diye bağrışarak peşindeki güruhtan kaçmaya çalışan, sırtındaki kocaman çarmıhı güç bela taşıyan adama, 4 asker tarafından bağlandığı direkte kurşuna dizilmeyi beklerken (boş tabutu da kenarda duran) zırıl zırıl yalvararak bağışlanmasını dileyen mahkûmdan bankalara güven duymadığından tüm birikimini yatağının altında saklayan adama, kafenin dışında bir masada oturan gençlere kaş göz ederek kıvırta kıvırta dans eden 3 genç kızdan bir marketin balık standında sevdiği kadına tokatlar savuran adama, dolu minibüste çeveresindekileri ne istediğimi bilmiyorum ki diye rahatsız eden yolcudan hastasını ağrısıyla baş başa bırakıp barın yolunu tutan alkolik diş doktoruna, kalbini fena kırdığı eski okul arkadaşının selam bile vermediği şişman adamdan yeraltı sığınağındaki perişan yardakçılarınca hâlâ Sieg Heil diye selamlanan Hitler’e kadar uzatılacak karikatürize ama unutulmaz tipler... Hep aynı (çoğu da amatör) oyuncuları kullanan Roy Andersson’un 78 dakikada insanı ve evreni gözlerimizin önüne sunduğu “Sonsuzluk Üzerine”si özetle her zaman rastgeleceğimizi filmlerden değil.

FBI’NIN İZLEDİĞİ OYUNCU

Üniversitede amatör bir tiyatro grubundayken ünlü yönetmen Otto Preminger tarafından keşfedilip G.Bernard Shaw’ın oyunundan uyarlanan “Azize Joan”un (1957) baş rolüne seçilmiş, sonrasında Françoise Sagan’ın popüler romanından uyarlanmış “Günaydın Hüzün”de de rol almış ancak bu 2 film de başarılı olamayınca Fransa’ya kapağı atıp Yeni Dalga akımının sembol filmi “A Bout de Souffle-Serseri Âşıklar”da Jean Paul Belmondo’nun abayı yaktığı o Paris sokaklarında gazete satan, duyarlı, çekici, özgür Amerikalı kız Patricia’yı oynamış Jean Seberg’in (Iowa 1938-Paris 1979) kısa, trajik hayatını konu edinen “Seberg” de yeni haftanın seyre değer filmlerinden. FBI’nın ünlü röntgenci patronu Hoover’ın, hükümet karşıtı Black Panther Panter grubuna maddi destek sağladığı ve insan hakları savunucusu Kara Panter’ci Hâkim Jamal’la (Anthony Mackie) ilişki kurduğu gerekçesiyle peşine ajan taktırıp izlettirdiği, sonunda Hollwood’u terk etmeye mecbur ettiği, 40 yaşındayken Paris’te arabasında ölüsü bulunan, kısa saçlı, sarışın Jean Seberg’in kısa, tajik hayatını gerçek olaylara, kanıtlara dayanarak konu edinen “Seberg”i Benedict Andrews yönetmiş.Senaryosunuysa Joe Shrapnel-Anna Waterhouse ikilisi yazmış. Seberg’in romancı kocası Romain Gary’yi Yvan Attal’ın, oyuncuya takip edildiğini aktaran iyi yürekli FBI ajanınıysa Jack Solomon’un oynadığı bu biyografik dramın öteki oyuncuları da Vince Vaughan’la Colm Meaney. Seberg rolündeki Kristen Stewart’ın performansı oldukça göz doyurucu.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler