Türkiye’nin önde gelen hukukçuları Cumhuriyet’e verilen cezaları değerlendiriyor-10

Başta Cumhuriyet (BirGün, Evrensel, Sözcü) olmak üzere, toplumun bilgilenme hakkına katkıda bulunmaya çalışan basın-yayın organlarına BİK’in yaptırım uygulaması, anayasaya ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere açıkça aykırıdır.

Türkiye’nin önde gelen hukukçuları Cumhuriyet’e verilen cezaları değerlendiriyor-10
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 03.07.2020 - 05:00

Prof. Dr. İbrahım Ö. Kaboğlu

TBMM Anayasa Komisyonu Üyesi

Basın özgürlüğü, demokratik toplumun temel taşı. Çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik (saydamlık), demokratik toplumun bileşenleri olduğuna göre, basın özgürlüğü olmaksızın demokratik toplum düşünülemez. Özü itibarıyla yönetime ve siyasal iktidarlara karşı kullanılan bir özgürlük olması, ülke ve toplumun bütününü ilgilendiren haber ve bilgileri yayma görev ve sorumluluğunu kapsamına almasındandır.

Bu bakımdan, basının haber verme hakkı değil sadece, bunları iletme yükümlülüğü de var; halkın ise haber alma hakkı var. Bütün toplumu ilgilendiren haber ve bilgilerin kaynağı, siyasal karar düzenekleridir. Bu nedenle, İHAM(AİHM) ve AYM kararları, tanımı ve güvencesine ayrı bir vurgu yapar: Topluma iletilen haber ve bilgiler, yönetim sorumluluğunu üstlenenlerden kaynaklanıyorsa ve bütün toplumu ilgilendiriyorsa, basın özgürlüğü, ifade özgürlüğünün en geniş korumasından yararlanır.

Basın özgürlüğü, anayasal ölçekte de o denli önemsenmiş ki, düzenleme ve güvence alanı, başka hiçbir hak ve özgürlüklerde öngörülmeyen genişlikte (md.28-32). Bu beş madde ötesinde, madde 2 ve 13, basın özgürlüğü olmaz ise anlamsız kalır: “Demokratik hukuk devleti” nin insan haklarına dayanması, ancak demokratik toplumda mümkün. Demokratik toplum, ölçülülük, hakkın özü ve laik Cumhuriyet ile birlikte, hak ve özgürlüklerin güvencesini oluşturur. Basın özgürlüğü, demokratik toplum ve demokratik devleti birleştirme halkası olarak görülebilir. Basın İlan Kurumu (BİK), kuruluş dönemi ve nedeni açısından dikkate alındığında, basın sektöründe düzenleyici bir kuruluş. Prof. Sağlam’ın da belirttiği üzere, BİK’in dayandığı 195 sayılı yasa, “DP döneminde Resmi ilanların dağıtımında partizanca davranılmış olmasına bir tepki olarak 27 Mayıs Askeri Yönetimi tarafından çıkarılmış bir yasa. Öz amacı bu alanda adil ilan dağılımını sağlamak” ( Cumhuriyet, 25 Haziran). Cumhuriyet gazetesine uyguladığı veya uygulama girişiminde bulunduğu cezalar açısından, BİK, “Basın hürdür, sansür edilemez” şeklindeki temel anayasal norma karşın, kendini bir sansür makamı yerine koymakta. BİK cezalarına konu oluşturan yazı ve haberler iki grupta toplanabilir: Daha çok kamu ihalelerine ilişkin haberler ve 27 Mayıs yazısı.

KAMU İHALELERİ VE İKTİSADİ YAĞMA

Kamu ihale yasasındaki değişiklik sayısının ay sayısına denk düştüğü bir devlette, işleyen bir piyasa ekonomisi değil, yağma düzeni var demektir. Vergi yükümlüsü yurttaşların haklarını ilgilendiren konu ve sorunlarda halkı bilgilendirmek, gazetelerin varlık nedeni. Yasa, anayasa md.26/2’de yer alan sınırlama nedenleri çerçevesinde bir yetkilendirme yapabilir.

O durumda da, 195 sayılı yasanın “Müeyyide” başlıklı 49. md.si ve uygulama tarzı, anayasa md.13 ve 26/2’ye aykırılığı, BİK’in, haber ve bilgi aktarımı ve eleştiri niteliğindeki yazıları, yaptırım konusu yapmasını haklı kılmaz. Kaldı ki BİK, haberde kullanılan hangi cümle, deyim veya sözcüğün, yasada yer alan hangi madde, fıkra veya alt öğesine aykırı olduğunu açıkça koyma gereğini bile duymuyor.

Bu durumda BİK, iktisadi yağma düzeninin bekçiliğini üstlenmiş olacağından, iktisadi liberalizm, BİK için iktisadi yağma anlamına geliyor. Ana halka, aslında yaptırım konusu edilen yazıların, belirtilen yasal hükümleri ne ölçüde ihlal ettiği hakkında fikir veriyor. Ana halka ne? 27 Mayıs yazısı, ana halka.

27 MAYIS VE SİYASAL LİBERALİZM

Gazetede yayımlanan bir makaleyi yaptırım konusu yapan BİK, sansür görevi ve Saray bekçiliği olmak üzere, yasa ve anayasa dışı çifte misyon üstlenmiş oluyor. Ne rastlantı! “27 Mayıs affı” olarak anılan yasa önerisi, 17 Haziran’da Anayasa Komisyonu’nda ve 23 Haziran’da TBMM Genel Kurulu’nda görüşülerek kabul edildi. Dile getirdiğim çelişkilerden birkaçı:

- TBMM geçen yıl, darbe sözcüsü albayın adını bir üniversiteye vermek için yasa çıkardı.

- Adalet Partisi CB adayı prof. A. F. Başgil, 1963’te İsviçre’de yayımladığı kitaba, “askeri darbe” yerine “askeri devrim” başlığını koydu. l 1961 Anayasası, vesayet kurumlarını öngörmekle çok eleştirildiği halde, bütün kolektif siyasal karar düzeneklerini kaldıran 2017 değişikliği, sadece MGK’ye dokunmadı.

- Anayasal ve siyasal kırılma ve kopuşları beraberinde getirmiş olsa da, hiçbir askeri darbe, hükümeti sürekli olarak ilga etmedi.

- 16 Nisan 2017’de “sivil darbe” ile dayatılan anayasa değişikliği sonucu Türkiye, ilk kez hükümetsiz kaldı. Bu nedenle, Osmanlı-Cumhuriyet tarihinde en köklü kopuş, 2017’de oldu.

- “Anayasaya aykırılıklar, ihlaller, kesinlikle darbeleri meşru kılmayacağı gibi darbeler, önceki anayasa ihlallerini aklayamaz; yine, olağan dönemde anayasaya aykırılıklara göz yummak ise geleceğe yönelik adil bir hukuk düzenini kurmamızı sağlayamaz”.

Çelişkili değerlendirme ve düzenlemelerle yüklü yakın tarihimize ilişkin görüş ve yorumlara sansür ve yaptırım uygulamaya soyunan BİK, siyasal liberalizm ilkesini de inkâr ve ihlal etmiş oluyor.

ÖZGÜRLÜK KORKUSU YAPTIRIMLARLA AŞILAMAZ

“Cumhurbaşkanı devletin başıdır. Yürütme yetkisi cumhurbaşkanına aittir” hükmü ile tarihimizde ilk kez devlet başkanlığı ve hükümet başkanlığını tek kişide birleştiren yönetim, ciddi bir meşruluk ve sürdürülemezlik sorunu ile karşı karşıya. BİK’in bu çifte sorunu perdeleme ereğinde araçsallaştırılması, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası yerine, çok unvanlı kişinin talimatları ile yönetilen devlette anlaşılır olsa da, kabul edilemez. “Hiçbir kimse veya organ, kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz” (md.6).

Bu nedenle, başta Cumhuriyet (BirGün, Evrensel, Sözcü) olmak üzere, hesap vermeyen yönetimin işlem ve eylemlerine ilişkin olarak vergi yükümlüsü bireylerden oluşan toplumun bilgilenme hakkına katkıda bulunmaya çalışan basın-yayın organlarına BİK’in yaptırım uygulaması, anayasaya ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere açıkça aykırıdır. Demokratik hukuk devletinden uzaklaşıldıkça, demokratik toplumdan da uzaklaşma pek açık.

Basın bir erk değil, bir özgürlük. Unutmayalım, hak ve özgürlükler, iktidardan daha güçlü. Bu nedenle, yozlaşan iktidar basından korkar; mutlaka yozlaşan mutlak iktidar ise daha çok korktuğu için daha çok baskı kurar... BİK, böyle bir sürecin aracı olmamalı...

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNE AĞIR DARBE

Gazetelerin kamuoyuna haber verebilmesini sağlayan güç, büyük ölçüde resmi ilan ve reklamların yayımıyla sağlandığına göre, bunların kesilmesi gibi yaptırımlar, açık biçimde amacına hizmet etmediği takdirde; aynı açıklıkta gazetecilerin basın özgürlüğüne ağır bir darbe ve müdahaledir.

Uğur Poyraz

İYİ Parti Genel Sekreteri, Hukukçu

Düşünceyi ifade özgürlüğünün belirgin bir uzantısı olan basın özgürlüğü ihlal edildiğinde, esasen insanın muhakeme edebilen tek varlık olmasından kaynaklı düşünce özgürlüğü ihlal ediliyor. Yıllardır süregelen uluslararası standartlara ulaşma yolundaki çabamız ve hatta doğumla var olan bu saf hakkı korumak adına hukuk devletinin gerektirdiği etkin mekanizmaları işletme zaruretini geçelim; kamu otoritelerimiz, henüz düzenleme aşamasında ve yargı müdahalesinden de önce, ihlal olasılıklarıyla bağlantılı olarak devreye giriyor ve ivedilik, ciddi şüphe vb. ibarelerden yararlanarak en baştan bu hak ve özgürlüklerin özünü zedelemeyi göze alıyor, tercih ediyor.

Malumdur ki bu konuda en temel mevzuat olan Basın Kanunu, yıllardır yapılan tüm haklı ve bilimsel uyarı ve hazırlıkları boşa çıkaran bir anlayışla, var oluş nedeni olan koruma amacı değil, basını ve özgürlükleri kısıtlama aracı olarak kullanıldı. Yine bu noktada ikincil vasıta olarak kullanıldığını ifade etmek zorunda olduğumuz, Basın İlan Kurumu’nun (BİK), aslında “sosyal devlet” ilkesinin gerekleri çerçevesinde 195 sayılı kanunla vücut bulan, bu nedenle de ne idari, ne teknik ne de ekonomik hizmetler arasında yer almayan “sosyal kamu hizmetleri” kategorisinde bir kurum olduğunu da hatırlamakta yarar var.

Zira kuruluş kanununda da, BİK’in asli görevleri; “resmi ilanların yayımlanmasına aracılık etmek, kurumun idaresine iştirak eden basın dernek ve sendikalarına kredi açmak, fikren ve bedenen çalışan basın mensuplarına borç para vermek, çalışamaz durumda olanlardan yardıma muhtaç bulunanlara ve ölenlerin ailelerine yardım etmek ve diğer her türlü sosyal teşebbüslerde bulunmak” şeklinde hükme bağlanmaktadır.

BAŞVURULACAK SON ÇARE

Basın İlan Kurumu’nun, kendisine verilen diğer görevleri yapmak kapsamındaki, 49. maddeden kaynaklı yaptırım yetkisi ise; çok yanlış anlaşılan ve böyle anlaşılmak istenenin aksine, basının etik yönden niteliklerini artırmak amacına, yani yine sosyal devlet ilkesi gerekliliklerine hizmet etmek amacıyla tanınmıştır. Bunun doğal sonucu da ilan ve reklamların kesilmesi vb. müeyyide biçimleri, her halükarda başvurulacak son çaredir.

Buna göre basın özgürlüğü yeterli ekonomik imkân sağlanmadan gerçekleştirilemeyeceğine ve gazetelerin kamuoyuna haber verebilmesini sağlayan güç, büyük ölçüde resmi ilan ve reklamların yayımıyla sağlandığına göre, bunların kesilmesi vb. yaptırımlar, açık biçimde amacına hizmet etmediği takdirde; aynı açıklıkta gazetecilerin basın özgürlüğüne ağır bir darbe ve müdahaledir.

Gelinen noktada, yayınların niteliklerini, süreklilik ve güvenirliği artırmak için getirilen bu masum ölçütlerin; muhalif medyanın ekonomik anlamda çöküşü ve yıldırılması suretiyle halkın haber almasını engellemek amacıyla kullanıldığını ve bunun hür basını sansür etmenin ötesinde başka bir anayasa ihlali olduğunu söylemekte beis yoktur.

YILDIRMA POLİTİKASI

Zira; muhalif her açıklamayı, “her zaman ve bir biçimde” anayasal anlamda devletin bütünlüğüne, suça, halkı kin ve düşmanlığa sevk eden bir girişim gibi göstermeyi tercih eden kamu otoriteleri; aynı anayasanın, haberlerin yayımlanmasını engelleyici ve zorlaştırıcı ekonomik şartlar getirilmesini yasaklayan 29. maddesini “hiçbir biçimde” hatırlamayı tercih etmemektedir. Basın özgürlüğünün büyük bir çerçevesi olması ve gazetecilerin genişletilmiş eleştiri hakları karşısında açıkça yasaya ve basın etiğine yönelik bir eylem yoksa, kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi gereği, kamu gücüyle kullanılan bu yaptırım yetkisinin kabul edilebilir bir hukuki dayanağı da yoktur. Bununla birlikte mevzuatta olası ihlallere dair muğlak ve sübjektif yoruma tabi düzenlemeler getirilmesi yetmezmiş gibi, bir de yaptırım uygulayacak kurul ve birimlerinin atanma usulüne ilişkin değişiklikler ve ceza sınır yelpazesinin genişletilmesi ile, muhalif basın sansürü ve ekonomik yıldırma politikasının temellerinin güçlendirildiği açıktır.

Özellikle son dönemde artan biçimde, basın ahlak esasları hakkındaki ilkelere aykırı yayın yapıldığı gerekçesiyle uygulanan yaptırımlara konu bazı haberlerin özünü; görsel medya bakımından yetkili kurum olan RTÜK’ün muhalif başka yayın kuruluşlarının, özellikle hükümetin ekonomi, kamuoyunun yönlendirilmesine yönelik politikalarının eleştirildiği yayınlarına verdiği cezaları gazetede aktarılması; yine bazı köşe yazılarında yer alan; ülkemizde daha önce yaşanan askeri darbelerin altyapısında bunu destekleyen bir halk kesiminin ve çağdaş ve demokratik bir anayasa yapma hedefinin olduğu yönelik ifadeler, yine gazetenin bir iktidar partisi milletvekilin eşi tarafından yüksek meblağlı bir tazminat davasına muhatap olmasına neden olan bir haberi teyit eden verilere yayınlarında yer vermesi gibi ve bu minvalde haberler oluşturmuştur.

SÖZ UÇAR, YAZI KALIR

Siyasal iktidarın en kibar tabirle sevimli bulmayacağı, başta ekonomi olmak üzere hükümet politikasına, aleni hizmet kusurlarının hatırlatılmasına, halkı bilgilendirmeye ve kamuoyunda merak uyandıran konularda açıklama yapılması gerekliliğine yönelik eleştirel bakış açısı yansıtan bu yayın faaliyetlerinde, basın özgürlüğü ve bu çerçevede tanınan sert eleştiri ve ironi sınırlarının aşılmadığını anlamak zor olmadığı gibi, gazetelerin neden bu sebeple ekonomik anlamda sarsıcı biçimde yaptırıma tabi tutulduğunu da anlamak zor değildir.

Haberlerde ve olayların yorumunda gerçeklerden; saptırma, vb. yollarla ayrılınamayacağı, gazetecilik imkânları ile araştırılabilecek haberlerin doğruluğuna emin olmadan yayımlamayacağı yönündeki gerekçelerle müeyyide uygulanan yayın faaliyetleri, tam da bu gerekçede ifade edilenin aksine kamuoyunu yakinen ilgilendiren gerçeklerin ortaya konulması amacına hizmet eden, kamuoyundan titizlikle gizlenen, dolayısıyla gazetecilik imkânlarıyla araştırılması mümkün olmayan konularda, kamu adına eleştiri yapma, hesap verme yükümlülüğü olan muhatabını harekete geçirme hakkını haiz basın tarafından dile getirilmesinden ibarettir.

Basın özgürlüğünün, ifade edilen haberlerin içeriğinin yanında bunların nakledilme biçimini de koruduğu unutulmamalıdır. Halihazırda; muhalif her haber ve bilginin, Türk toplumunun haklı hassasiyetlerinden adeta faydalanarak, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü aleyhine yayın yapmak, suça tahrik ve teşvikle ilişkilendirilmesiyle; demokratik toplumun en temel gereksinimi olan şeffaflık, kamuoyundan esirgenmekte ve kamu otoritelerinde kamu düzenini sağlamak için verilen bu yetkiler, uzun vadede bu düzeni bozabilecek şekilde kullanılmaktadır.

Aynı talihsiz ilişkilendirmenin mevcut ifadelerimle dahi yapılabileceğine ilişkin haklı öngörümle birlikte devletin bölünmez bütünlüğü ve devamlılığına olan sarsılmaz güvenim neticesinde, varlıklarını temelsiz taahhüt ve sözlerle sürdüren iktidar ve kamu otoritelerinin hükümranlığının geçici olduğu, ancak “söz uçar yazı kalır” ifadesinin somut bir tezahürü olan basın organları ile kıymetli mensuplarının haklı mücadelesinin hiçbir zaman sonuçsuz kalmayacağını belirtmek istediğim yazıma, saygı ve hürmetlerimle son veriyorum.


İlgili Haberler

Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler