Yargıdaki çöküş, devletin temellerini sarsmaya başladı

Temel hak ve özgürlükler hakkında anayasada yer alan hükümler çağdaş anayasalardan geri ve eksik değildir. Türkiye Cumhuriyeti nasıl oldu da anayasal bir devlet olmaktan çıkarak anayasalı bir devlet haline dönüştü? Neden kuvvetler ayrılığı ilkesine rağmen yasama, yürütme ve yargının tek adamın oluşturduğu kuvvetler birliğine dönüştü?

Yargıdaki çöküş, devletin temellerini sarsmaya başladı
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 02.07.2020 - 02:00

Sabih Kanadoğlu

Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı

Çağdaş demokrasilerde demokrasiyi yok etme özgürlüğü düşüncesi, sadece demokrasiyi amaçları için araç olarak kullanmayı yol seçen kişi, grup ve kuruluşlarda oluşur. Başarı sağlamaları halinde iç ve dış barış için sıkıntı, üzüntü ve yıkım kaçınılmazdır.

Demokrasinin ve barışın sağlanması ve korunması için birleşen devletler, örnekleriyle yaşanmış olan tehlikeye karşı önlemler aldılar. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 30. ve İnsan Hakları ve Temel Özgürlükleri Korumaya İlişkin Avrupa Sözleşmesi’nin 17. maddeleri ile temel insan hak ve özgürlükleri güvence altına alındı. 

1982 Türk Anayasası’nda da aynı yöntemle Cumhuriyet nitelikleri, bölünmez bütünlüğü, dili, bayrağı, milli marşı ve başkentinin değiştirilmesinin ve değiştirilmesinin teklif edilmesinin önüne geçildi. Böylece Türkiye Cumhuriyeti’nin insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, kuvvetler ayrılığı ilkesine dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu açık bir biçimde belirlendi ve karşı eylemlere karşı yaptırımları gösterildi.

TOPLUM AYRIŞTIRILARAK ULUS DEVLET YIPRATILDI

Devletin çatısını kuran ilk 11 maddesi, yürütme yetkisi ve görevine ilişkin 8. maddesi hariç halkoylamaları için yapılan aldatıcı ve gereksiz eklemeler dışında itiraz ve değişikliğe uğramadı. Temel hak ve özgürlüklere ilişkin 12- 40 maddeleri arasında yapılan çeşitli değişiklikler daha çağdaş ve daha demokratik bir hale getirildi.

Kişinin dokunulmazlığı, hürriyeti ve güvenliği, özel hayatın gizliliği, konut dokunulmazlığı, haberleşme, yerleşme ve seyahat hürriyeti, düşünce ve kanaat ile düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti, bilim ve sanat, basın hürriyeti, dernek kurma, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, hak arama hürriyeti ve kanuni hâkim güvencesi gibi temel hak ve özgürlükler hakkında anayasada yer alan hükümler çağdaş anayasalardan geri ve eksik değildir. Türkiye Cumhuriyeti nasıl oldu da anayasal bir devlet olmaktan çıkarak anayasalı bir devlet haline dönüştü? Neden kuvvetler ayrılığı ilkesine rağmen yasama, yürütme ve yargının tek adamın oluşturduğu kuvvetler birliğine dönüştü? Laiklik ilkesi dinin siyasete alet edilmesini önleyemedi. Çoğulculuktan çoğunluğa nasıl geçildi? Sosyal devlet ne oldu? Hukuk devleti, bağımlı yargının eliyle yok edildi. Toplum ayrıştırılarak ulus devlet yıpratıldı. 

16.04.2003 günlü Dışişleri Bakanlığı’nın kripto genelgesiyle başlayan işbirliği ve kumpas dosyalarının ardından 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan mezardakilere bile oy kullandırma diye anılan halkoylaması ile önce bağımlı bir yargı oluşturuldu, sonrasında işbirliği yapılanın giriştiği alçak darbe girişiminin bastırılmasından yararlanılarak yapılan, atı alanın Üsküdar’ı, mühürsüz zarfların sayılması kararı ile geçtiği 16 Nisan 2017 halkoylaması sonucu ülke, rejim değişimi ile tanıştı.

HİBRİT DEMOKRASİ BİLE DEĞİL, TOTALİTER REJİM!

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adı verilen, eşi ve benzeri olmayan sistemle yasama işlevsiz hale getirildi. Soru, gensoru kaldırıldı. Bütçe yapma yetkisi alındı. Meclis soruşturması, seçime gitme yetkisi nitelikli çoğunluğa bağlandı. Yasama yetkisinin bir bölümü Cumhurbaşkanı ile paylaşıldı. Yüksek yargının ve HSK’nin oluşumu partili Cumhurbaşkanının takdir ve seçimine bırakıldı.

Yerel, adli ve idari yargıda beğenilmeyen kararları veren hâkim ve savcıların, örnek olması için cezalandırılması ve ödüllendirilmesi yoluna gidildi. Liyakat dışındaki mensubiyetler, yargıda mesleğe kabul için koşul sayıldı. Yargıdaki çöküş devletin temellerini sarsmaya başladı. 

Kuvvetler ayrılığının olmadığı, anayasada öngörülen insan temel hak ve özgürlüklerinin kullanılmasının anayasaya aykırı kanunlarla veya fiilen polis gücüyle önlendiği devletler işte bu nedenle sadece anayasalı devletlerdir. Rejimin adı da hibrit demokrasi bile değil sadece totaliter rejimdir. 

Siyasi iktidarın çoklu baro dayatmasıyla baro başkanlarına kullanılan polis gücü ve özellikle muhalif basının üzerindeki baskı, rejimin gerçek adının ne olduğunu açıkça göstermektedir.

2 Ocak 1961 gün ve 195 sayılı yasanın 49. maddesinde belirtilen 18 Kasım 1994 gün 129 sayılı Genel Kurul kararı, anayasanın 26/2 maddesinde yer alan sınırlandırmayı genişleterek dayandığı 195 sayılı yasanın amaç ve ruhuna ters düşmekte ve maddenin kendisi ise anayasanın 28 ve 29. maddelerine aykırılık oluşturmaktadır. 

Çare, siyasi düşünce ve kanaati ne olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti’nin yeniden laik, demokratik, sosyal hukuk devleti olması ve eksiksiz, geliştirilmiş parlamenter rejime dönüş için umudu, cesareti, sorumluluğu ve özveriyi paylaşmak için birleşmektir.

YARIN: PROF. DR. İBRAHİM KABOĞLU-TBMM ANAYASA KOMİSYONU ÜYESİ,

UĞUR POYRAZ / HUKUKÇU-İYİ PARTİ GENEL SEKRETERİ


İlgili Haberler

Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon