Umutsuzluk insanın kaybolması demek

İpek Bilgin için tiyatro, konuşamayan, konuşamayacak insanlar için konuşmak demek. Hızla büyüyen aldırışsızlara karşı "o insanlar var" diyebilmek. O yüzden de oyuncular niye ve kimler için sahnede olduğunu asla unutmamalı.

Umutsuzluk insanın kaybolması demek
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 10.03.2013 - 10:21

İpek Bilgin görünce mutlu olduğunuz insanlardan, önceden tanımasanız da hemen seviyorsunuz. Hayata karşı tecrübesi, sanatı yüzüne yansımış. Heyecanı ise ilk günkü gibi taze. Bilgin, 30 yıldır oynuyor, yönetiyor, oyuncu çalıştırıyor. Şimdi “20 Dakika” dizisinde hapishane müdür muavini Süreyya’yı canlandırıyor.

- Neredeyse 30 yıldır oynuyorsunuz, yönetiyorsunuz, oyuncu çalıştırıp bir de üstüne oyunculuk kitaplarını çeviriyorsunuz. Nasıl geçti bunca zaman?
- Çalıştım ve bekledim. Oyuncular hep bekler, bekliyor da. Oyuncu bunu bilmeli, unutmamalı. O bekleme noktalarında ümidini yitirmemeli ve asla çalışmayı kesmemeli. Ben 13 yıl bekledim Devlet Tiyatroları’nda ve sonra ödül aldım. Kendime “aferin” dedim. Umutsuzluk gelirse kaybolup gitmen an meselesi. Konsevatuvar sonrası ne yapacağımı bilemiyordum, ta ki bazı kitaplarla tanışıncaya kadar. Bu oyunculuk kitapları benim konuyu bir sisteme oturtmamı sağladı. Hayatım bir bütünlük kazandı.
- Tabii tiyatro hep ayrı yerde.
- Sinemada ve dizilerde seyirci ile arada bir baraj var. Filmlerde “nasılsa bir hile yapmışlardır” deyip geçiyorsunuz. Tiyatro temas demek, oyuncuları gözlemliyorsunuz, yaşadıklarını hissediyorsunuz, isteseniz dokunabilirsiniz. Bir de bizde sahne yükseltisi yok, seyirci ve oyuncu aynı zeminde. Bu oyunun seyirciye geçişinde çok etkili. Tiyatronun büyüsü de, yegâne kozu da bu zaten.
- Sizin oyunculukla, “sanat”la derdiniz nedir?
- O dert hiç bitmez, sürüyor. Oyunculuk insanı anlamaya çalışmak demek. Meryl Streep “artık konuşamayacak insanlar için konuşmaktır” oyunculuk der. Her oyun alttan alta şu mesajı verir; “birbirinizi anlamaya çalışın.” Oyuncunun işi oynadığı kişiyi sürekli anlamaya çalışmayı sürdürmektir. Bu yüzden her oyun alttan alta bu mesajı verir. Sonra da anladıklarını sahne üzerinde “şimdi ve burada” var etmek.
- Günümüzde sanatla hayatın bağı koparılmaya çalışılıyor gibi.
- Çekirdek yiyerek savaş seyrediyoruz. Haber bombardımanı altında kalıyoruz. Bu, çağımızın bir gerçekliği. Her şeye tepki veremez hale geliyoruz. Belki tarafını seçiyorsun ama yeterli tepki veremiyorsun. Sanıyorum kişiler tepki vermeleri gereken alanları seçmeli. Oyuncular ise seçtikleri oyunlarla ve bu oyunlarda direnmeleriyle bu duruma tepkilerini belirtmeliler. Çünkü bu gerçekliğin yanı sıra ülkemizde bir de sansür var. Daha da kötüsü içselleştirilmiş bir sansür var. Sanatçı olabilmek ise, buna karşı durabilmektir. Oyuncu ile sanatçıyı ayıran da budur bence.
- “20 Dakika” dizisinde bana kalırsa çok köşeli bir karakteri, hapishane müdür muavini Süreyya’yı çok iyi canlandırıyorsunuz. Gerçek bir kötü o.
- Bazı insanlar vardır; “niye?” dersin, sebepsizdir kötülüğü. Bu kadın da öyle. Derinlerde bir sebebi var ama kendini korumak için kötülük yapıyor, maşa olmuş. Elbette erk çok önemli, güçlü olanın kolay kötü olması bu yüzden. İnsanlar akıllarını kaybediyorlar gücü bulunca. Güç kontrol edilebilir, edilmeli. Gücü eline geçiren, onu kullanmada sınır tanımaz hale geliyor. Kadının durumu da bu galiba.
- Dizilerle aranız nasıl?
- Diziler tiyatrocular için birer antrenman sahası. Dizinin istediği oyunculuk klişeye yakın tabii. Bu, inandığınız oyunculuktan biraz çalıyor olabilir. Tiyatrocuların detaycılığına karşı zor bir yerde o yüzden. Sanattan diziye ne kadar taşıyabiliyorsan o kadar iyi. Dizi bir sanat değil, bunu önce kabul edeceksin sonra işini yapacaksın.
- Oyuncu koçluğu da yapıyorsunuz.
- Yüzlerce oyuncu ile teke tek çalıştım. Mühim olan oyuncuda var olan saklı güçleri ortaya çıkarmak. Bunun farkına varmasını sağlamak ve oyuncuyu yüreklendirmektir. Tabii bunun yüzlerce yolu var. Bir diğer konu da peşinden koşabileceği bir hedef vermektir. Bu işi niye yaptığını, niye gerekli olduğunu kavramasına yardım etmektir.
- Ya oyun yazmak?
- Türkiye’de yazar çıkmıyor değil. Yazmayı gerçekten iyi bilen çok genç var. Bulunca pamuklar içinde onları büyütmeliyiz. Tiyatro çok canlanmış durumda. Büyük tiyatrolardan küçük tiyatrolara geçiş hızlandı. Artık tekrar etmek değil de yaratmanın ne olduğunu anlamaya başlıyorlar. Dolayısıyla bu genç yazarların çok desteklenmesi gerek ki yazar çıkmıyor klişesi tekrar edilip durmasın. Mesela Sami Berat Marçalı, Ebru Nihan Celkan, Yiğit Sertdemir, Kemal Hamamcıoğlu.
- Kızınız Çağ Çalışkur’un yönettiği “Kabin” de buna iyi bir örnek olmalı.
- Kızım mesleki olarak da saygımı kazandı, sahici işler yapıyor. Kemal Hamamcıoğlu’nun askerdeyken yazdığı “Kabin” gerçek bir dostluğun ve çalışmanın sonucu ortaya çıktı. Yalan Dünya’nın Eylem’i Gonca Vuslateri ve Altın Portakal’lı Bora Akkaş inanılmaz bir iş çıkartıyorlar. Önce izlenmesi sonra üstüne konuşulması gerekli.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler