Yurtsama... Feridun Andaç'ın yazısı...
“Yurtsama bir çağrıdır bazen. Hangi döngülerden geçirirseniz geçirin yaşamınızı, kendilik derdindeyseniz eğer gününüzü kendi zamanlarınıza taşırsınız. Kaybettiklerinize yerinmez, yeni zamanın dilini kurmaya verirsiniz kendinizi. Kendi zamanınızda bir sessiniz artık; kendi dilinizde dil, kendi sözünüzde söz.”
“Yurtsuzlar arasındaki ilişkiler, toplumun yerleşik üyeleri arasındakilerden bile daha zehirlidir.”
Adorno
Ara yerdeydi zaman. Ne göksel bir bakıştaydınız ne de yerselliğin dilinde. Öylece kalakalmıştın. Tutulu olan neydi ona bakıyordun. Gözlerinden gözlerine ağan ışıltıyı sesinin tınısında da hissetmiştin.
Zihin buluşması ne, ona dönmüştün yüzünü. Hem sesteydin hem de o yurtsama izlerini taşıyan gözlerde.
Çözülmelerden söz etmiştin, hayata ve duygulara dair. İnsanı insanda gören, tanımlayan, anlayan bir dili kurmanın yolculuğuna çıkmıştınız öteden beri.
Kendini tutsak etmeyen bir dil çağını hissediyordun. Dahası öylesine söz burgaçlarındaki tınıda konuşuyordunuz. Gözlerin, kaleminin ucu akıyordu… Irmak benzeri akışkan duygu demeliydi buna. Şimdi masandaki metnin satırları arasında gezinirken çıkıyordu karşına o gözler, gülümseyişteki eda…
Kurşunkaleminin kâğıda dokunan hışırtısındasın: “Bu metinlerarası örüntünün kendine özgü bir yaşamı vardır. Yazdığımız şeyler kastetmediğimiz, hiçbir biçimde kastetmiş olamayacağımız anlamlar nakleder, sözcüklerimiz kastettiklerimizi aktarmaz. Bir metne hâkim olmaya çalışmak beyhude bir çabadır, çünkü metinlerin ve anlamların aralıksız biçimde birlikte dokunmaları denetimimizin dışındadır. Dil bizim aracılığımızla işler.” (*)
Kesişmeler, belki de o karşılaşma ânlarıyla başlayan bir zamanı anlatıyordu size. Öyle ya, insana gitmenin yolunda yeni bir zamanı yaratmak kaçınılmaz. Bakışların sözcüklerini arıyor: “…iyi gelen dostluk için Başlangıç.”
Öncesi sonrası zaman deminde bir bakış; ki, dokunan, anlayan, hisseden alıp taşıyan. Bulutlardan öte bir sese renge dönüşün yüzünün aylasındasın. Ve şunları fısıldıyorsun ona: “Bak da kimden uzaklaştığını, bu ayrılığa nasıl sabredebildiğini bir anla!” (Ferideddin-i Attar)
Biliyorsun ki, her ayrılık yeni bir bağlanmanın da dilini öğretir insana. Kavuşmak sabrın dergâhında alevlerden geçmektir! Gitmeyi seçersen eğer, dönüşmeyi de göze alırsın. Dönüp kuşların dilini okuduğunda, şu sözlerinde duruyorsun Attar’ın:
“Yolunu yitirip ayrı düşerek bir zamancağız balık karnında yurt tutan Yunus’u, / Dünyaya gelir gelmez beşiği tabut, dadısı Firavun olan Musa’yı, / Ciğerinin hararetiyle ateşi mum gibi eriten ve demirden zırhlar yapan Davud’u gör!”
Gitmek görmektir, yeni başlangıçlara yüzünü dönmektir de. Sığınakları yıkmak, kendi olmaktır da… Ne sonrasızlıktır ne de öncesizlik. Kendi zamanında yolcu olmanın can fedaisi kesilirsiniz böylece. Avuntu yok, kederini sırlayanları da ötede bırak. Bil ki rüzgâr kendi yönündedir her daim. Tek engeli kendisidir; o da yıkım değil nefes katar nefesinize.
Dön yüzünü o ânın yansısına. Bir kucaklaşma zamanını anlatırcasına kanatlanmıştı sanki! Göz gözeydiniz, yurtsama duygusu sarıp sarmalamıştı sözlerinizi.
Gün, gizlediği gölgelerini çekip aranızdan almıştı. Şimdi açıktı bakışlarınız da sözleriniz gibi.
Öyledir, yurtsama bir çağrıdır bazen. Hangi döngülerden geçirirseniz geçirin yaşamınızı, kendilik derdindeyseniz eğer gününüzü kendi zamanlarınıza taşırsınız. Kaybettiklerinize yerinmez, yeni zamanın dilini kurmaya verirsiniz kendinizi.
Yaşam sizden bulduklarına dönük bir patika açmanızı ister. Adlandırmak gerekmiyor da o yolun yolcusu olmayı. Nasılsa kendi zamanınızda bir sessiniz artık; kendi dilinizde dil, kendi sözünüzde söz.
Öyleyse verin kendinizi içinizde akan ırmaklara, yeni sözlerin iklimine taşıyın bakışlarınızı; bilin ki her yeni dönemeç sizden de yeni bakış, yeni bir nefes ister.
MARCEL PROUST NEREDE?
Değişen, dönüşen her ândayızdır. O nedenle yaşanan zamanın içinde / dışında olmak kaçınılmaz. Hem yitendeyiz hem yaşananda hem de gelecek zamanda.
Hatırlama “zaman”a dönme, zamanları hatırlama orada saklı kalanları görme / anlama / yordamlama eylemidir. Hatırlayarak yeniden yazarız. Düşündüklerimiz bu zamana, duygularımız öte zamana aittir.
Ben’deki “ben”i görebilmek için öte zamanlara ihtiyacımız vardır. İşte o nedenle bizi çağıran bir sese döneriz yüzümüzü. Adını adımızın yanına koyabileceğimiz bir ses… Bizi çoğaltabilecek, taşıyabilecek…
Duyumsanan zamanı bize taşıyan nesneler… onlar oradadır, ötede. Karşımıza çıktıkça, ya da dönüp bakıp ilgilendikçe hatırlarız. Zaman içindeki zamanlara döneriz kaçınılmaz biçimde. İşte orada kendi yurtsama zamanımızda vardır. Ne diyordu Proust, kendi zamanının içindeki zamanlarda gezinirken:
“Her sabah giyinir giyinmez büyük babamın odasına inerdim, ben yanına gittiğimde az önce uyanmış, çayını içiyor olurdu. Çaya bir peksimet batırıp bana yedirirdi. O yaz mevsimleri geçtikten sonra; çaya batırılıp yumuşatılmış peksimet duyusu, ölü saatlerin - akıl açısından ölü saatlerin - gizlendiği bir sığınak oldu; o kış akşamı karda üşüyüp eve döndüğümde aşçım o çayı, benim bilemediğim bir büyü marifetiyle saatlerin dirilişini gerçekleştiren iksiri teklif etmeseydi, muhtemelen sonsuza dek orada gizli kalacaklar, karşıma hiç çıkmayacaklardı.” (**)
(*) David Harvey / Postmodernliğin Durumu / Çev.: Sungur Savran / 1997 / Metis Yay. / 407 s.
(**) Marcel Proust /Sainte-Beuve’e Karşı / Çev.: Roza Hakmen / 2006 / Doğu Batı Yay. / 227 s.
En Çok Okunan Haberler
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Nevşin Mengü hakkında karar
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu