Zordur ülkede gazeteci olmak
Alman Yeşiller Partisi Eş Genel Başkanı Cem Özdemir, Can Dündar ve Erdem Gül’ü bir mektupla selamladı. Özdemir, “Bilirim zordur Türkiye’de gazeteci olmak hele de muhalif gazeteci olmak” dedi.
Federal Parlamento’daki ilk yıllarıma denk düşer Can ile tanışmam. O dönemde basına yeni bir soluk getiren ve bağımsız referans gazeteciliğin önemli örneği saydığım Yeni Yüzyıl’daki köşesini, ulaşabildiğim ve elimden geldiği kadar takip etmeye çalıştığımı hatırlıyorum. Birlikte birçok panelde yer aldık. Entelektüel birikimi ile beni çok etkilemiş, yaptığı tahliller ve anlattığı ilginç anektodlarla Türkiye meselelerine farklı bakmamı sağlamıştı hep. Can, gazeteciliği sadece meslek olarak seçmemişti. Halkın doğru haberler alabilmesi, gerçeklerin yazılabiliyor, söylenebiliyor olması onun aynı zamanda hayat felsefesi idi. Hiç iktidar yanlısı olmadı, belki de bu yüzden iktidarlarca da pek sevilmedi. Nitekim tarafsız ve eleştirel gazetecilik ilkelerine sonsuz bağlılığı, gittikçe otoriterleşen ve ülkeyi tek renkli ve tek sesli kılmak isteyen mevcut iktidarla çatışınca Milliyet’teki işinden oldu. Hep suyun öte tarafındaydı belki, hep doğrunun yanında, haksızlığın karşısındaydı. Lakin o gün, Can’ın başına gelen bugünkü hadiselerin ilk işaretleri verildi. Ahmet ve Nedim tutuklandığında, gazeteciler adına açıklama yaparken bir gün sıranın kendisine geleceğini bilmesine rağmen, yine de bağımsız gazetecilik şiarından ve halkı doğru bilgilendirmekten bir an olsun bile vazgeçmedi. Başına geçtiği Cumhuriyet’te durmadan, yılmadan ve hayranlık duyduğum aynı cesaretle ve iktidarın baskısından kendisi gibi nasibini almış meslektaşlarıyla birlikte çok önemli haberlere imza atıp, Türkiye’deki muhalefeti ve basın özgürlüğünü temsil eden Cumhuriyet’in sürekliliğini sağladı. MİT TIR’ları ile ilgili yaptığı haberlere getirilen yayın yasağını ve hakkında açılan davayı duyduğumda hem kendisi hem de ülkedeki tüm basın emekçileri için çok endişelenmiştim. Daha iki ay önce Almanya ziyareti kapsamında Berlin’de bir araya gelip, Türkiye’nin içinde bulunduğu şiddet ve çatışma ortamı ve basın yayın kuruluşlarının maruz kaldığı yoğun baskılar hakkında fikir alışverişinde bulunmuştuk. Tabii ki hakkında açılan davayı da. Endişeleniyordu. Öngörülemez hadiselerin coğrafyası haline gelmiş Türkiye’de, basına yapılan ve gündelik hayatın kaçınılmazı olmuş saldırıların geldiği yerden ve ölçekten kaygılanıyordu. Katıldığı bir programda Erdoğan’ın , Can Dündar’ı ve Erdem Gül’ü ve onların yaptığı MİT TIR’ları haberini kastederek “Bunu onların yanına bırakmayacağım” demesinin anlamını ve başına gelecekleri bilecek kadar da tecrübeli bir gazeteciydi Can. Şimdi içeride olmasının kimler tarafından istendiğini bildiği gibi.
Öfke ve linç dalgası
Can o¨zelinde kristalleşen ve artık basının özgür olmasından ziyade var olma mücadelesi haline gelmiş gazetecilere yo¨nelik akıl almaz baskılar, aslında Tu¨rkiye’de son yıllarda yaşanan antidemokratik siyasal ve toplumsal gelişmelerin kaçınılmaz sonucu. Tek adam do¨neminin muhafazakâr, milliyetçi iktidar mekanizmaları, ülkeyi giderek tektipleştirip, otoriter bir siyasi egemenlik kurarken, haber almayı ve bilgiyi kendi meşruiyetinin temel aracı olarak kullanıyor. Bir yandan kendisine ekonomik ve kültürel olarak bağımlı kıldığı ana akım medyası ile devlet sansürünü basın özgürlüğünün yerine koyarken bir yandan da otosansürü içselleştiriyor. Bu baskıcı ve nefes aldırmayan atmosfer, u¨lkenin tu¨m sivil toplum güçlerini ve demokratik inisiyatiflerini yıldırmaya, bezdirmeye yo¨nelik sistematik bir saldırı biçimini almış durumda. Kendi gibi düşünmeyen, kendine oy vermeyenlere yönelik bu ötekileştirme politikaları, toplumun muhalif düşünen tüm kesimlerine karşı bir öfke ve linç dalgasını körüklüyor. Artık bir seremoni havası taşıyan muhalif gazetecilere yönelik açılan davalar ve yapılan linç kampanyalarının en başat örneği Can ve Erdem’e yapılanlar.
Gazeteci olmak zor ülkede
Bilirim zordur Türkiye’de gazeteci olmak, hele de muhalif gazeteci olmak. Sabır ister, dirayet ister ve en önemlisi kocaman bir yürek ister. Daha yakın zamanda Strasbourg’da gazetesine verilen ödülü alırken Fransa’daki katliamdan sonra doğan acıyı yürekten paylaştığını ve gözyaşlarının rengi olmadığını söylediği konuşmayı hatırlıyorum. Onun samimiyetini, ülkesini ve halkını ne kadar çok sevdiğini biliyorum. Asıl suçlular yerine, bu suçları yazarak görevlerini yapmış bu iki değerli insanın şu anda kapalı kapılar ardında tutulmasını, koca bir utanç olarak görüyorum. Halkın haber alma ve gerçekleri öğrenme hakkı adına uğradığı her türlü baskıya rağmen, yılmadan ve büyük bir cesaretle kamuoyunun doğru bilgilendirilmesine yönelik mücadelesi için her ikinize de teşekkür ediyor ve mücadelenizin ve davanızın sonuna kadar arkasında olduğumu tekrar vurgulamak istiyorum. Hep güçlü durdunuz, biliyorum. İçeride de güçlü durmaya ve doğruları söylemeye devam edeceksiniz, biliyorum. Siz içeride güçlü dururken, sizi sevenler ve arkadaşlarınız olarak her daim sizin yanınızda ve sizinle dayanışma içerisinde olacağız.
Suskun gazeteciler olmak yerine, tutuklu gazeteciler olmayı yeğleyen siz iki güzel insana selam olsun!
En Çok Okunan Haberler
- Nevşin Mengü hakkında karar
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Emekliye iyi haber yok!
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'
- Arda Güler'in 2 asisti Madrid'e yetmedi