Mustafa Balbay: ‘Tavrı olan cesur bir aydındı. Halkın sanatçısı böyle olur!’

“En yakışıklı... En sevilen... En güzel gülen... En çok aranan... En çok reklam teklifi alan... Tarık Akan bütün bunları itti, sadece şu oldu: ‘Halka en yakın olan’”. Böyle diyor 2016’da yitirdiğimiz usta sanatçı dostu, yoldaşı, “yakışıklı devrimci”, Aydınlanmacı, Cumhuriyetçi Tarık Akan için kaleme aldığı, Yüreği Yüzünden Güzeldi: Tarık Akan (Halk Kitabevi) adlı kitabında Mustafa Balbay. Atatürk, Nâzım Hikmet, İlhan Selçuk ve Cumhuriyet Gazetesi’ni yaşamı boyunca yüreğinden, beyninden ayırmadığını, haksızlığa karşı çıkışını, 12 Eylül’de tutuklandığında da yılmadığını, tavrı olan cesur bir aydın olduğunu vurguluyor. Yakın tarihimize kazınmış sanatçıların 1977’deki Ankara Yürüyüşü’nün Tarık Akan için hiç bitmediğini yazıyor sonra. “O hep yürüdü. Haksızlığın üstüne, kangrenleşen sorunların üstüne…” diyor.

Mustafa Balbay: ‘Tavrı olan cesur bir aydındı. Halkın sanatçısı böyle olur!’
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 17.03.2022 - 00:02

Soldaki fotoğraf: NECATİ SAVAŞ

‘HEP ONUNLA YAŞIYOR GİBİYİM’

- Yüreği Yüzünden Güzel: Tarık Akan’ı (Halk Kitabevi) yazma süreci ve onunla yoldaş serüveninizi anlatmanızı rica ederek başlayalım söyleşimize.

Beş yıldır topluma mal olmuş aydınlarımızın, sanatçılarımızın yaşamlarını yazmak, bizden sonraki kuşaklara aktarmak üzerine ayrı bir çalışma temposu içindeyim.

Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Aşık Veysel, Deniz Gezmiş’in ardından Tarık Akan’ı da yazmaya karar verdim.

Tarık Akan’ın yaşam çizgisi, tercihleri, paranın ve şöhretin hiç değiştiremediği kişiliği ayrıca çekmişti beni. İnsanların özgeçmişi ikiye ayrılır, bir kısmı tanıdıkça küçülür, bir kısmı da tanıdıkça büyür. Tarık Akan tartışmasız ikinci grupta yer alıyor.

Tarık Akan’ı yazdığım zaman dilimi içinde hep onunla yaşıyor gibiydim. Hâlâ da öyleyim. Sanki uzun yıllar birebir dostluk etmiş gibiyiz. O kadar sevdim, saygı duydum, bağlandım. Yeri gelmişken, beni biyografi yazma konusunda cesaretlendiren Halk Kitap’a teşekkür ediyorum.

Fotoğraf: NECATİ SAVAŞ

‘ATATÜRK, NAZIM HİKMET VE İLHAN SELÇUK’U ÖMRÜNCE YÜREĞİNDEN AYIRMADI’

- Sanat yaşamının ilk yıllarından başlayarak Tarık Akan’daki o aydınlanma ateşi, insan ve yurt sevgisi, devrimci insanlığı nasıl gelişti, olgunlaştı? Buna ilişkin gözlem ve tanıklığınızı anlatırsanız öncelikle neler söylersiniz?

Tarık Akan’ın yaşamı boyunca yüreğinden, beyninden ayırmadığı üç insan var; Atatürk, Nâzım Hikmet ve İlhan Selçuk. İnsan bu kişileri rehber edinir de aydınlanmacı olmaz mı? Elbette olur.

Bu çizgiye gelmesinde Cumhuriyet Gazetesi’nin ayrı bir payı olduğunu da vurgulamak gerekir. Örneğin 12 Eylül 1980 günlerindeki askerlik arkadaşları Prof. Dr. İbrahim Astarcıoğlu, Dr. İbrahim Öz’ün arşivlerinde kışlada dahi Cumhuriyet okurken fotoğraflarının olması ilginçti.

Tarık Akan haksızlığa karşı çıkan, daha da önemlisi sanatının merkezine bunu oturtan bir kişiydi. Seçtiği arkadaşlar da bunda etkili oldu. Yaşar Kemal, Rutkay Aziz, Vasıf Öngören...

Yaşar Kemal ona, “dört duvar kitap okuman lazım” demiş. Her karşılaşmalarında, “Üç duvar tamam” karşılığını vermiş. Bu, ben oldum dememenin, hep kendini geliştirme duygusunun söze dökümü…

‘24 YAŞINDA YEŞİLÇAM’IN VELİAHT PRENS’İYDİ AMA ARADIĞI BU DEĞİLDİ!’

- Toplumsal içerikli yapıtlarda yer almak istiyordu elbette fakat kariyerinin başlarında hele ki o yakışıklılığıyla sektörün ona hele ki sinemanın veliaht prensi unvanını aldıktan sonra romantik, çapkın jön rollerinden sonradan edineceği başka bir rol vermeye niyeti yoktu. Ta ki..?

Tarık Akan daha sinemaya adım atışının ikinci yılında bütün ‘en’leri kendinde topluyor; En yakışıklı, en çok aranan, en sevilen, en güzel gözlü, en güzel saçlı, en uzun boylu, en güzel gülüşlü, en başarılı, en çok reklam teklifi alan… Cüneyt Arkın, Yılmaz Güney, Kadir İnanır’ın yıldızlığı sürerken Tarık Akan 24 yaşında Yeşilçam’dan şu unvanı aldı; Veliaht Prens!

Ancak onun aradığı bu değildi. İlk 1974’te Rıfat Ilgaz’ın ölümsüz eseri Hababam Sınıfı ile başta eğitim olmak üzere ülkenin temel sorunlarını haykırmaya başlıyor. Ancak filmin denetimden geçmeyeceği endişesiyle Tarık Akan’ın asıl amacı olan bölümler oto sansüre uğruyor. Veliaht prensliğin keyfini sürmek yerine buna kederleniyor.

- Hababam Sınıfı nasıl bir kırılma noktasıydı?

Tarık Akan Hababam Sınıfı’nın sonraki devam filmlerinde yukarıda anlattığım nedenlerle yer almıyor. Oysa ilk film o kadar çok tutuluyor ki, istese kendi rekorunu kendisi kırabilirdi.

Bu filmin afişi hazırlanırken Tarık Akan’ın adı en başa yazılıyor. Ancak Münir Özkul ondan daha yaşlı. Başa onun adının yazılmasını istiyor. Münir Özkul adını altta beklerken, her şeyi afiş basıldıktan sonra görüyor. İlk işi Tarık Akan’a sarılmak oluyor.

Tarık Akan’ın yaşamı boyunca hiç eksilmeyen ziyaretçilerinin başında reklam filmi teklifçileri geliyordu. Tümünü reddetti. Bunlar maddi ve manevi olarak kolay reddedilecek teklifler değildi.

Örneğin bir tıraş bıçağı firması tüm dünyada onu marka yüzü yapmak istedi, reddetti. “Bu soyadı bana halk verdi. Reklama alet edemem” dedi. Reklam teklifi ölümünden sonra da geldi. Çocukları toplandılar, “Babamızın kararını bozamayız” dediler.

‘1977 ANKARA YÜRÜYÜŞÜ TARIK AKAN İÇİN HİÇ BİTMEDİ’

- 400’e yakın sanatçı ve sinema emekçisi sansürü ve sinema üzerindeki baskıları protesto için yürüdükleri Ankara Yürüyüşü yaşamının yol haritasını, pusulasını nasıl netleştirdi, safını nasıl sıkılaştırdı ve sanatsal verimine de nasıl yansıdı?

1977’deki sanatçıların Ankara Yürüyüşü Tarık Akan için hiç bitmedi. O hep yürüdü. Haksızlığın üstüne, kangrenleşen sorunların üstüne…

Bu yürüyüş sırasında dostluğunu derinleştirdiği Yavuz Özkan’la geleceğine doğru büyük bir adım attı. Yavuz Özkan, Tarık Akan’ın önüne bir senaryo koydu; Maden!

Tarık Akan kolları sıvadı, bütün yakışıklılığıyla, şık takım elbiseleriyle girdiği salonları terk etti, maden ocağına girdi.

Film çekimlerinin başlayacağı sırada ortadan kayboldu. Öğrendiler ki, bir maden işçisinin evine bir hafta konuk olup oynayacağı rolü yaşamış. Bu filmde Arif Keskiner’in, Halil Ergün’ün haklarını da teslim etmek gerekir.

‘KÖY ENSTİTÜLERİ VE ANADOLU UYGARLIKLARI BELGESELLERİ ARŞİVLERDE KALMAMALI’

- Yanıtının bir yanıta sığmayacağını bilerek yine de Tarık Akan’ın yürekten, mert bir Cumhuriyetçi, Aydınlanmacı, Atatürkçü olarak hangi okumalarda bulunduğunu, başucu kitaplarını, yazarlarını, yazar dostlarını burada da anlatmanızı/anmanızı rica ederim.

Tarık Akan öncelikle bütün klasikleri su içer gibi okuyor. Okumakla kalmıyor, çevresine de okunması gereken kitaplar öneriyor. Sevdiği bir kitabın kitabevindeki tüm stoklarını alıp dağıttığı oluyor. Bir sanatçı olarak hep öğrenci kalıyor.

Yaptığı bir işi övenlere çoğunlukla şu karşılığı veriyor; ‘Atatürk 57 yılda neler yaptı. Biz sadece üç çocuk yaptık!’ Atatürk’ün en çok cehaletle mücadelesinden etkileniyor. Sıradan işleri arasında Anadolu okullarına kitap göndermek var.

Tarık Akan’ın Köy Enstitüleri belgeseliyle Anadolu uygarlıklarına ilişkin belgesellerinin arşivlerde kalmaması gerekir. Maddi, manevi özverilerde bulunarak bu kültür hazinelerini oluşturdu.

‘12 EYLÜL’DE TUTUKLANDI’

- “Sinemada halkın sesi olmanın yanı sıra sokaklarda, meydanlarda, mahkeme kapılarında, grev çadırlarında, hak arama yürüyüşlerinde de ruhunu ve bedenini ortaya koyarak toplumsal mücadeleye katıldığını” imlediğiniz Tarık Akan’ın gözaltı ve tutukluluk sürecini, koşullarını da yazıyorsunuz. Anlatır mısınız?

12 Eylül koşullarında ülke aydınlarının, halkın sorunlarına eğilen sanatçıların kaderini Tarık Akan da paylaşıyor. Tutuklanıyor, yurt dışına çıkışı yasaklanıyor. Bu nedenle aldığı uluslararası ödüllerin törenlerine gidemiyor. Bunların hiçbiri yıldırmıyor onu. Bir ara çok sevdiği Bodrum’dan Yunan adalarına kaçmaya niyetleniyor ama yapmıyor, yapamıyor.

YILMAZ GÜNEY’LE ‘MADEN’DEN ‘YOL’A UZANAN DOSTLUKLARI

Yılmaz Güney’le yollarının kesişmesi de önemli bir dönüm noktası. O süreç ‘yakışıklı’ Tarık’ı ‘komünist’ Tarık’a eviriyor. Yılmaz Güney’in damgasını vurduğu Yol filminde Tarık Akan’ın emeği sadece başrol oynaması değil, filmin ham çekimlerinin gizlice yurt dışına çıkarılmasını da organize edenlerden. Yılmaz Güney’le Maden filminden Yol’a dostluklarını merak eden okurun kitapta okumasını öneririm. Halkın sanatçısı böyle olur.

‘TARIK AKAN’IN EN BÜYÜK HAYALİ NÂZIM HİKMET’İN FİLMİNİ ÇEKMEKTİ’

- Yaşamını yitirdiğinde başkanvekili olduğu Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı’nın kuruluşuna katılan Tarık Akan’ın Taş Mektep’ine ilişkin neler söylersiniz?

Tarık Akan’ın en büyük hayali Nâzım Hikmet’in filmini çekmekti. Çok istedi. Hatta başlamıştı bile, olmadı. Ancak Nâzım Hikmet’i yaşatmak için her şeyi yaptı. Vakfın kurucusu, sürdürücüsü, işçisi, para bulucusu, her şeyi oldu.

Amansız hastalıkla mücadele ederken Şişli’de vakfın bir binasının olmasına o kadar çok sevindi ki, açılışta oradaydı. Nâzım’ın Kuvayı Milliye Destanı adeta başucu metniydi.

‘TAŞ MEKTEP’İ BUGÜN DE DESTAN YAZIYOR!’

Tarık Akan, alanı olmadığı halde belki de en çok zamanı eğitimci kimliğine harcadı. Hiç terk etmediği Bakırköy’de eğitim gördüğü, sonradan depo haline gelmiş okul binasını aldı ve eşsiz bir eğitim kurumu haline getirdi.

Taş Mektep bugün de destan yazmaya devam ediyor. Okula birkaç kez gittim. Tarık Akan için eğitim eşittir öğretmen! Onlara ayrı bir önem verdi, yurt dışına gönderdikleri oldu.

Fotoğraf: NECATİ SAVAŞ

‘SİLİVRİ’DE TUTUKLUYKEN BENİ ZİYARET ETMESİ ÖZGÜRLÜK GİBİYDİ’

- 2010’lu yıllardan itibaren Türkiye’nin yönüne ilişkin derin kaygılar içine giren Tarık Akan’ı en çok kahreden olayların başında kuşkusuz Silivri mahkemeleri geliyordu. Yazdığınız gibi Tarık Akan bu dik duruşu sadece Silivri önlerinde değil, yaşamı boyunca her alanda gösterdi. Sizi de hapiste ziyaret etti. Neler hissettiniz?

Ahmet Taner Kışlalı’nın sık kullandığı bir tanım vardır; ‘Aydın bilgisiyle değil, tavrıyla ölçülür’ der. Tarık Akan, tavrı olan cesur bir aydındı.

Ergenekon, Balyoz gibi kumpas davalarında daha ilk günden gerçeği gördü. Onun Silivri yargılamalarında mahkemenin önü bariyerlerle, etten duvar örmüş güvenlik güçleriyle dolu olduğu bir anda bariyerlerin üzerine yürüyüp, ‘utanın’ diye haykırması hâlâ Silivri semalarında yankılanmaktadır. Ben böyle hissediyorum.

Silivri’de tutuklu iken hiç beklemediğim bir anda savcılıktan özel izin alıp beni ziyaret etmesi, özgürlük gibi bir şeydi. Hapiste en tehlikeli şey insanın kendisini yalnız hissetmesidir. Tarık Akan’ın desteği büyük bir çoğalmaydı.

‘YÜREĞİ YÜZÜNDEN GÜZELDİ’

- Yazar ve sanatçı dostlarının onun hakkındaki ortak düşüncelerinde neler öne çıkıyor?

Kitapta Tarık Akan’ın yakın dostları, birlikte oynadığı sanatçılar ve yaşamına giren iki kadınla konuştum. Her biri o kadar güzel anlatılar ki, sadece onların sözleri ayrı bir kitap olabilirdi.

Son nefesine dek yanında olan hayat arkadaşı Acun Günay ilk kez bu kitap için bu kadar uzun konuştu, ‘Tarık’la her şey o kadar güzeldi ki, yasını tutmak da güzel’ dedi.

Kamuoyuna ilk kez konuşan üç çocuğunun annesi Yasemin Erkut, “Tarık kendini hep yeniden yeniden imal etti” dedi. Rutkay Aziz, “Uzun boylu, alçak gönüllü adam gitti, fakirleştim, yalnızım” dedi.

Yaşam boyu hiç kopmadıkları çocukluk arkadaşı Zeki İrfanoğlu, o kadar çok anı paylaştı ki, Anıtkabir’de ayaklarının titrediğini anlattı. Berhan Şimşek, “Boyu kadar yüreği vardı” dedi.

Birlikte oynadığı kadınlar da güzel şeyler anlattılar. Nebahat Çehre, “Çocuk saflığını yitirmemiş bir militandı” dedi. Perihan Savaş, “Hepimiz çok gençtik, en hızlı Tarık büyüdü” dedi.

Nur Sürer, “Hayata aşık bir korkusuzdu” dedi. Hümeyra, “Filmde öyle bir seni seviyorum dedi ki, gerçek sandım” dedi. Meral Orhonsay, “Ona toz konmaz” dedi. Şerif Sezer, “Hep bir derdi vardı” dedi.

Ben de şunu söylüyorum: Ne mutlu Türkiye’ye Tarık Akan gibi bir sanatçısı oldu. Onun beyni gözlerinden daha renkliydi. Onun yüreği yüzünden güzeldi.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler