75. Cannes Film Festivali’nden notlar: Dardenne kardeşler, Altın Palmiye’ye yine çok yakınlar

Önceki günlerde, Christian Mungiu ile Ruben Östlund’un başaramadığı çarpıcı bütünlüğü yakalayan Dardenne kardeşler, üçüncü kez Altın Palmiye’yi kazanmaya çok yakınlar.

75. Cannes Film Festivali’nden notlar: Dardenne kardeşler, Altın Palmiye’ye yine çok yakınlar
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 25.05.2022 - 04:00

İşte, yaratıcı sinemasını bu tür filmler nedeniyle seviyoruz!

Söyleyecek ciddi bir sözü olan, yansıttığı gerçekleri, işledikleri karakterleri yakından ve derinden tanıyan, değindikleri önemli konuları farklı boyutlarıyla usulca ama sıkı sıkıya kavrayan, kendini fazla ciddiye almaz gibi görünürken en önemli konuların altını yalın, özgün ve etkin bir sinema  diliyle çizmeyi başaran yönetmenlerin filmlerini seviyoruz...

Dünya ile yeniden barışmamızı sağlayan, bırakın ütopyalara erişmeyi, distopyaların dehşetinden kurtulma umudunun cılız alevlerini bile canlandıran bu yaratıcı yönetmenlerin başında, Belçika sinemasının usta kardeşleri, Jean- Pierre (1951) ve Luc (1954)  Dardenne  gelmekteler.

Bu kez, “Tori ve Lokita” ile, kendilerini “abla/kardeş” olarak tanıtan Afrikalı iki genç kaçak göçmenin, Belçika’da verdikleri yaşam savaşına, tertemiz, belki de her zamankinden daha yalın, has bir “gerçeğin sineması” diliyle odaklanmışlar.

Tori 11 yaşında, anası büyücü olduğu için ölüm tehdidi altında kalmış cin gibi duyarlı bir çocuktur. Yoksul ailesinin yaşamını sürdürebilmesini sağlamak için kapağı Avrupa’ya atmaya çalışan 18 yaşlarındaki Lokita ile, kaçakçıların kendilerini bindirdikleri teknede, Sicilya’ya giderken tanışır ve birbirlerine sahip çıkarlar...

Son derece yalın bir başlangıç, tüm gereksiz ayrıntılardan arınmış duru, sağlam bir senaryo, alabildiğine gerçekçi, sert ve öz bir son sahne...

Önceki günlerde, Christian Mungiu ile Ruben Östlund’un başaramadığı çarpıcı bütünlüğü yakalayan Dardenne kardeşler, üçüncü kez Altın Palmiye’yi kazanmaya çok yakınlar.

Bir anda aklıma geliyor. New York’ta yaşayan bir Türk ressam, yıllar önce anlatmıştı: Kaleminden korkulan Amerikalı bir  tiyatro eleştirmeninin ilk perdedeki tepkisine herkes çok önem verirmiş. Çünkü, bazen beş dakika sonra salondan çıkıp gidermiş adam... Yapmayın, etmeyin, beş dakikada nasıl karar verebilirsiniz ki? uyarısına verdiği yanıt şu olmuş : “Bir yemeğin bozuk ya da lezzetsiz olduğunu daha ilk kaşıkta anlamaz mısınız? Eğer mizansen daha sonra tok ve başarılı olacak diye boş yere umutlanmayın, o kötü ilk bölümün neden hemen farkına varmamış ki sahneye koyan yönetmen?...”

Dardenne kardeşler, filmin başından sonuna aynı yalın ve olgun sinema dilini, dengeli berrak dramatürjiyi sürdürüyorlar. En önemlisi, sonuç bölümünde bile, gerçekçilikten bir damla taviz vermiyorlar. İyimserlik, karamsarlık, entelektüel çözümlemeler, pedagojik yaklaşımlar, didaktik cilveler falan onlara göre değil.

Bir saat 28 dakika gibi kısa bir zaman içerisinde, her biri yaşamsal derecede önemli bu kadar çok, toplumsal siyasal hatta polisiye güncel temayı nasıl oldu da birbiri içine yediriverdiler, diye şaşırmamak mümkün değil.

Jean-Pierre ve Luc Dardenne, üçüncü kez Altın Palmiye almayı, özellikle de el attıkları temaların yakıcı gerçekliği nedeniyle, daha da çok hak ediyorlar...


İlgili Haberler

Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler