Amerikalı şeytan ve Kievli üstat Bulgakov! Sabri Gürses’in yazısı...

Mihail Bulgakov’un (15 Mayıs 1891-10 Mart 1940) Ukrayna’daki çelişkileri anlatan ilk yazar olduğu bizde pek bilinmez. Oysa ilk romanı Beyaz Muhafız tam da Ukrayna’nın tarihsel bölünmüşlüğünü anlatır. Bulgakov, Beyaz Muhafız’ı 1926’da Moskova Sanat Tiyatrosu (MHAT) için Turbinlerin Günü adıyla uyarladı. Büyük başarı kazanan piyes yasaklanınca, oyunu beğenmiş olan Stalin sahneye dönmesine izin verdi. Stalin’in şaşırtıcı desteğine rağmen 1928’den 1940’taki ölümüne kadar hiçbir şey yayınlatamadı. Hükümete yazdığı mektupta, “Şeytana dair bir roman taslağını, bir komedi taslağını ve ikinci romanım Tiyatro’nun başlangıcını kendi ellerimle sobaya attım” da demişti. Bulgakov’un “‘Şeytan’ın romanı” dediği taslak bugün başyapıtı kabul edilen Üstat ile Margarita’nın ilk haliydi. Romanın gerçek hayattan alınmış, en çarpıcı karakteri Şeytan ilk taslakta da vardı, ama son halinde, ABD’nin ilk SSCB büyükelçisi William Bullitt’in suretine büründü.

Yayınlanma: 15.05.2022 - 00:03
Abone Ol google-news

UKRAYNA’NIN ÇELİŞKİLERİNİ ANLATAN İLK YAZAR...

Mihail Bulgakov’un Ukrayna’daki çelişkileri anlatan ilk yazar olduğu bizde pek bilinmez. Oysa ilk romanı Beyaz Muhafız tam da Ukrayna’nın tarihsel bölünmüşlüğünü anlatır.

1923’te kaleme alınan roman İç Savaşı yaşayan Kiev’de geçer. Almanlarla Bolşevikler arasında Mart 1918’de imzalanan Brest-Litovsk anlaşmasından sonra şehirden Almanlar çekilmiş, yerlerine Beyazlar gelmiştir, romanın olayları da Kızılların 1920’de şehre girmesine kadar olan dönemde geçer. Bu da 1891-1921 arası hayatını doğduğu Kiev şehrinde geçiren Bulgakov’un şehirdeki son dönemidir.

Birçok yönüyle otobiyografik olan romanın kahramanı olan Turbin ailesinin entelektüel üyeleri savaşta farklı tarafları benimsemiştir.

Beyaz Muhafız tefrikası daha tamamlanmadan olumlu ve çelişkili tepkiler aldı; iyi yazıldığı konusunda oy birliği vardı, ama yurt dışındaki göçmen Beyazlar Beyaz, yurt içindeki Kızıllar da Kızıl karakterlerin yeterince öne çıkmadığını düşünüyordu.

EDEBİYATININ TEMEL FORMÜLÜ

Tartışmalar 1926’da siyasi şubede sorguya çekilmesine yol açınca, Bulgakov sorguda edebiyatının temel formülünü verdi:

“Köylü konular yazamam, çünkü köyü sevmiyorum. İşçi hayatını yazmam da zor... onu da iyi bilmiyorum. Rus aydın kesiminin (entelijensiyasının) hayatıyla yakından ilgileniyorum, onu seviyorum, bence ülkenin güçsüz, ama çok önemli bir kesimi. Onun kaderi bana yakın geliyor, hayatta kalması da önemli geliyor. Yani, sadece Sovyet ülkesinin aydın kesiminin hayatını yazabilirim. Ama benim düşünme tarzım mizahi. Kalemimden zaman zaman toplumcu-komünist çevreleri çok kızdıran şeyler çıkıyor anlaşılan. Her zaman vicdanımın sesiyle yazıyorum...”

Bulgakov bu romanı kendi Savaş ve Barış’ı gibi düşünüyordu; ilginç bir şekilde, Tolstoy da neden aristokrat hayatını yazdığını açıklamak için benzer şeyler söylemiştir.

Bulgakov’un sonraki eserleri de ilkesine uygun olarak fantastik, mizahi ve entelektüel eserler oldu: Şeytanname, Kader Yumurtaları, Köpek Kalbi.

Bunlar dönemin Rusya Yazarlar Birliği’nin ünlü avangard üyelerinin hoşuna gidecek türden eserlerdi. Bu tarzın prototipi, Zamyatin’in 1920’de yazıp yayınlatamadığı romanı, Biz’di. Ama 1934’te Sovyet Yazarlar Birliği’nin kurulmasıyla birlikte bu tarzın önü kesildi. Bulgakov yazdıklarını yayınlatamayarak yaşadı bu süreci.

SANILANIN AKSİNE STALİN BULGAKOV’U KORUDU FAKAT...

1926’da Beyaz Muhafız’ı Moskova Sanat Tiyatrosu (MHAT) için Turbinlerin Günü adıyla uyarladı. Büyük başarı kazanan piyes yasaklanınca, oyunu seyredip beğenmiş olan Stalin onun tekrar sahneye dönmesine izin verdi.

Buna rağmen Zoya’nın Evi, Kaçış, Kızıl Ada’dan sonraki piyeslerinin hiçbiri sahnede yer bulamadı. Kaçış adlı piyesi yurt dışına kaçarak göçmen olan Beyazları anlatıyordu ve oyunu seyreden Stalin bu kez onları olumlu gösterdiğine karar verdi.

Buna rağmen, sanılanın aksine 1930’larda Stalin’in Bulgakov’u korumuş olduğunu görmek ilginçtir. Belgeler Turbinlerin Günü’nü ve Kaçış’ı asıl olarak Proleter Tiyatrosu temsilcilerinin yasaklatmak istediğini, Stalin’inse seyircinin bu oyundan, Bolşeviklerin gücünü, başarısını hissederek ayrıldığını söyleyerek piyesi savunduğunu gösteriyor.

Hatta Bulgakov’u şikayet edenlere “Daha iyi, gerçek, sanatsal proleter piyesler yazmaktan başka çareniz yok diye” yanıt vermiştir. “Edebiyatçıdan kesinlikle komünist olmasını ve kesinlikle partinin bakış açısını sahiplenmesini isteyemem. Edebiyat için başka ölçüler gerekir.”

BULGAKOV: ‘SANSÜRLE MÜCADELE YAZAR OLARAK GÖREVİMDİR. BU ÖZGÜRLÜĞÜN ATEŞLİ BİR HAYRANIYIM!’

Yine de, çalışmalarının boşa gittiğini hisseden Bulgakov, 28 Mart 1930 günü hükümete bir mektup yazdı. Mektupta onu “komünist piyes yazmaya zorladıklarını” ama Kızıl Ada’nın Alman basınında bile haklı olarak “SSCB’de basın özgürlüğüne yönelik ilk çağrı” diye anıldığını belirtiyordu: “Sansürle mücadele bir yazar olarak görevimdir... bu özgürlüğün ateşli bir hayranıyım.”

Mektubun sonunda bir yazar olarak bütün çalışmalarını Sovyet sahnesi için yaptığını, beğenilen beş oyun yazdığı halde yasaklamalarla bir yazar olarak yoksulluğa, sokağa ve ölüme terk edildiğini, bu yüzden ya yurt dışına gitmesine izin verilmesi ya da eğer yazması engellenecekse, kendisine bir tiyatroda kadrolu iş verilmesi gerektiğini söylüyordu.

18 Nisan 1930 günü StalinBulgakov’a telefon etti. “Gerçekten yurt dışına gitmek mi istiyorsunuz? Sizi bu kadar bıktırdık mı?” diye sordu. Bulgakov“Rus yazarın yurt dışında yaşaması mümkün mü diye çok düşündüm. Sanırım yaşayamaz,” dedi.

“Haklısınız,” dedi Stalin“Bence de öyle. Nerede çalışmak istiyorsunuz? Sanat Tiyatrosu’nda mı? Dilekçenizi verin, bence kabul edeceklerdir. Sizinle sonra yine buluşup konuşmamız lazım.” “Evet, evet! Sizinle konuşmak benim için de çok önemli.”

1928’DEN ÖLÜMÜNE KADAR HİÇBİR ŞEY YAYINLATAMADI

19 Nisan’da Bulgakov MHAT’a yönetmen yardımcısı olarak atandı. Ama Stalin’in şaşırtıcı desteği bile Bulgakov’un yeni çalışmalarının sahneye çıkmasını sağlayamadı. Bu süreçteki ruh halini Moliere Efendi adlı roman-biyografisine (1933) ve Teatral Bir Roman’a (1936) yansıttı; bunlar da yayınlanmadan kaldı: 1928’den 1940’taki ölümüne kadar hiçbir şey yayınlatamadı Bulgakov.

Hükümete yazdığı o mektupta, “Şeytana dair bir roman taslağını, bir komedi taslağını ve ikinci romanım Tiyatro’nun başlangıcını kendi ellerimle sobaya attım” da demişti.

BAŞYAPITI ‘ÜSTAT İLE MARGARİTA’

“‘Şeytan’ın romanı” dediği taslak bugün başyapıtı kabul edilen Üstat ile Margarita’nın ilk haliydi; Yüce ŞansölyeKaranlıklar Prensi adıyla yazılan bu 1928 taslağı Şeytan’ın Moskova’ya gelip bir parkta karşılaştığı editörle şaire İsa hakkında ne düşündüklerini sormasıyla başlıyordu.

Bu roman ünlü Bezbojnik (Tanrısız/Ateist) dergisindeki din karşıtlığına, İsa’nın tarihsel belgelere dayanarak bir düzenbaz olarak ilan edilmesine öfkelenmesinden doğmuştu. Böylece iç içe iki hikayeden oluşan bir roman tasarladı:

Birinci hikayede, Yeruşalim’deki Yahudi mahkemesi tarafından ölüme mahkum edilen İsa’yla bu kararı gönülsüzce uygulamak zorunda kalan Roma valisi Pilatus’un romanı vardı; ikinci hikayede bu romanı yazan Üstat ile onun yasak aşkı, başkasının karısı Margarita anlatılıyordu.

Şeytan’ın da yardımcıları haydut kedi Behemot, sihirbaz Korolyev ve cadı Hella’yla birlikte Moskova’ya gelmesiyle birlikte, Sovyet hayatını ve bürokrasisini her yönüyle alaya alan, fantastik intikamlarla yüklü bir roman ortaya çıkıyordu.

ÜSTAT İLE MARGARİTA’NIN OTOBİYOGRAFİK YÖNLERİ...

Romanın gerçek hayattan alınmış, otobiyografik yönleri sadece Bulgakov’un gerçek Margarita’sı, üçüncü karısı Elena Sergeyevna değildi. Bulgakov ona 1929’da aşık oldu, ayrı kalmaya çalıştılar, başaramadılar ve 1932’de ayrılmamak üzere birleştiler. Bulgakov gibi Üstat da romanda el yazmalarını ateşe atmıştı, Margarita gibi Elena sakladı onları.

Resmi yazlıklara kimin gideceği ya da lokantalara kimin alınacağı gibi konularda torpil yapan yazarlar birliği de, haince eleştiriler ve ihbarlar yazanlar da gerçekti. Ama romanda daha da çarpıcı bir gerçek karakter vardır: Şeytan.

ŞEYTAN...

Şeytan ilk taslakta da vardı, ama romanın son halinde, ABD’nin ilk SSCB büyükelçisi William Bullitt’in suretine büründü. Bullitt elçi olarak 1933’te gelmişti Moskova’ya -tam da Woland gibi-. Turbinlerin Günü oyununu tekrar tekrar izlemiş, hemen yazarla ve eşiyle arkadaşlık kurmuştu.

Elena Bulgakova’nın günlüğü Amerikalıların Bulgakov’ların hayatına girişini adım adım anlatıyor: “Amerikan elçisi Bullitt Turbinler’i seyretmeye geldi ve tiyatro defterine enfes bir piyes, enfes bir icra diye yazdı…”

Eylül 1934’te Bullitt oyunu beşinci kez izliyordu; oyunun İngilizce bir çevirisini hazırlatmıştı. 1935 yılının Nisan ayında Bulgakov elçilik sekreterlerini evinde ağırladı ve yemek sırasında yurt dışı pasaportu almaya çalıştığını anlattı.

23 Nisan’da Bullitt elçilik binasında benzersiz bir balo verdi ve Bulgakovları da davet etti. 500 kişilik baloda yok yoktu, canlı hayvanlar, ayılar, hayvanat bahçesinden ödünç alınan kuşlar, dansçılar vardı; Stockholm’den gelen bir orkestra çalıyordu, eğlence sabaha kadar sürdü. Bulgakov daha sonra bu benzersiz baloyu Üstat ile Margarita’nın 23. bölümündeki baloda canlandırdı.

Şubat 1936’da Bullitt’lerle birlikte Moliere oyununu seyrettiler; BullittBulgakov’u “üstat” diye övdü. 18 Nisan’daysa Bulgakov’ların misafiri tam bir sürprizdi: 2. Dünya Savaşı sonrası Soğuk Savaş siyasetinin mimarlarından, 1952’de SSCB elçisi olacak ve istenmeyen adam ilan edilecek olan George Kennan; yazdığı Çehov biyografisi için yardım istiyordu.

Bulgakov’un Amerikan elçiliğiyle ilişkisinden bir sonuç çıkmadı. Bullitt, 1936’da Rusya’dan ayrıldı. Şeytan’ın bu sonuçsuz gidişi romanın puslu sonunu açıklıyor kısmen.

STALİN’İN GENÇLİK YILLARINI ANLATAN PİYESİ (‘BATUM’) DE SANSÜRÜ AŞAMADI!

Bulgakov, 1939’da Stalin’in gençlik yıllarını anlatan Batum adlı bir piyes yazdı, bu da sansürü aşamayınca yurt dışına çıkmak istedi, ama isteği yine geri çevrildi. Böylece, yayınlanmamış el yazmalarını Margarita’sına bırakarak Şubat 1940’ta öldü Üstat.

Nabokov birkaç ay sonra, Mayıs 1940’ta ulaşacaktı Amerika’ya. Bullitt’le Üstat Amerika’ya gitmek hakkında konuşmuş muydu? Bilinmiyor. Ama Bullitt, Moskova’ya 1919’da da gelmiş olduğunu söylemiş olmalı.

Bullitt, Moskova’ya 1919’da ABD Başkanı Woodrow Wilson’ın ABD-Bolşevik Rusya ilişkilerini kurma çabasının elçisi olarak gelmişti.

YMCA-MAYAK/DENİZ FENERİ VE ABD’NİN ÇIKARLARI...

ABD’nin çıkarlarını Rusya’da 1900’den beri YMCA (Amerikan Genç Hristiyan Erkekler Birliği) adlı bir örgüt koruyordu. Rusya’daki adı Mayak ya da Deniz Feneri olan örgüt, Protestanlıkla Ortodoksluğu uzlaştırarak imparatorluk döneminde etkili olmuştu, şimdi de Beyazları ve imparatorluk komutanı Kolçak’ı destekliyordu.

Wilson yeni bir hamleyle, önce 22 Ocak 1919’da, Rusya’da çarpışan Sovyet hükümetine ve karşıtlarına, o sırada işgal altında olan İstanbul’da, Büyükada’da (Prinkipo Adası) buluşup barış koşullarını görüşme çağrısı yaptı. Bu çağrı sonuçlanmadı.

Wilson, bunun üzerine Bullitt heyetini göndererek, Lenin’e Rusya’nın 23 parçaya ayrılmasını, herkesin hakim olduğu bölgede kalarak ateşkes yapmasını teklif etti. Lenin’in olumlu baktığı bu teklif, savaşın gidişatının aniden değişmesi ve Bolşevik karşıtı güçlerin peş peşe yenilgiye uğratılmasıyla rafa kalktı.

YMCA VE BULLITT, İSA VE ŞEYTAN!

Tarihin yönü değişebilirdi: Bulgakov Sovyet olmayan bir Ukrayna’da kalırdı ve böyle bir edebiyatı ortaya çıkarmazdı. Şeytan Moskova’da balo yapmazdı.

Ama tarihin ironilerinin sonu yoktur. Üstat ile Margarita uzun yıllar yayınlanamadı, sonra 1967 yılında tam olarak, yurt dışında yayınlayan Paris’teki YMCA Press ya da Deniz Feneri Yayınevi oldu. Amerika’nın Rusya’ya uzattığı iki kol, YMCA ve Bullittİsa ve Şeytan böylece buluşmuş oldu bu baskıda.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler