Belıy: Rusya’da zekânın edebi dansı! Sabri Gürses’in yazısı...
Andrey Belıy’ın (26 Ekim 1880 / 8 Ocak 1934) Ulysses’ten önce yazdığı ve 1905 devrimine hazırlanan Rusya’yı anlatan Petersburg romanı, yapay zekanın aşamayacağı insani zekânın üstünlüğünün bir ispatı hâlâ.
Rus tarihinin kurucusu; Karamzin! Sabri Gürses'in yazısı...
Yuri Lotman’a göre Karamzin, Rusya’daki Fransız Devrimi etkisinin, devrimle monarşi arasında gidip gelmenin bir örneğidir.
Lermontov’un Oset arabacısı: Gaito Gazdanov! Sabri Gürses’in yazısı...
Lermontov Kafkaslardaki Rus sosyetesini anlatmıştı, Gazdanov Uçuş’ta Avrupadaki Rus sosyetesini anlatır.
Tolstoy ve Bahtin!
Tolstoy, Rus edebiyatını uluslararası bir basın olayı haline getirdi, ama Bahtin’e (17 Kasım 1895 / 7 Mart 1975) göre geleceğin romanı Dostoyevski'nin romanıyla Tolstoy'un romanının bileşiminden doğdu.
Çağımıza musallat olan hayalet: Dostoyevski! Sabri Gürses'in yazısı...
Dostoyevski ile Marx birbirini okumadı, ama Dostoyevski’nin eserleri Marx’a bir yanıttır.
Sofya Tolstoya! Sabri Gürses’in yazısı...
Tolstoy 82 yaşında evden, karısından kaçtı. Bütün dünyanın, edebiyat okusun okumasın Tolstoy hakkında ilk bildiği ilk şey bu. Büyük yazar ona dünyayı dar eden karısından kaçıp özgürleşmek için – hem de kızının yardımıyla – kaçtı ve yolda hastalandı, bir tren istasyonunda öldü.
Sofya Andreyevna Tolstoya (22 Ağustos 1844-4 Kasım 1919) 66 yaşındaydı o sırada. 48 yıldır evliydiler. Tolstoy giderken bir mektup bırakmış, onu yaptığı haksızlıklar için bağışladığını söylemiş, onun da aynısını yapmasını istemişti. Mektubu okuyan Sofya koşup kendini bahçedeki göle atmıştı. İntihar girişimlerine engel olununca kendini açlık greviyle öldüreceğini söylemişti. Kendini öldürmedi ve dokuz yıl daha Tolstoy’un mirasını korumaya devam etti.
Gonçarov: ‘Oblomov’un yaratıcısı! Sabri Gürses’in yazısı...
Dünya edebiyatında Gonçarov’un (10 Haziran 1812 / 27 Eylül 1891) kaderini yaşayan yazarların sayısı azdır: Yarattığı karakterin isminin gölgesinde kalmak bir talih midir, yoksa talihsizlik mi? Nasıl Cervantes’in ismi Don Kişot’un gölgesinde kaldıysa, Gonçarov’un ismi de Oblomov’un¹ gölgesinde kalmıştır.
Gonçarov Dostoyevski’yle aynı dünyanın içinde olduğunu saptar ve çağın diğer yönünü, çağın bu hızlı gelişimi karşısında kendini korumakta güçlük çeken servet ve toprak sahibi, tam adıyla ifade edersek, kapitalizme ayak uydurmakta güçlük çeken, kararsız kalan kesimin hayatını anlatır.
Nasıl bütün şövalyeler Don Kişot değilse, bütün toprak sahipleri de Oblomov değildir, fakat Oblomov onların bütün kriz özelliklerini sergiler. Bu kesim Dostoyevski’nin insancıklarından, yoksul insanlarından farklı bir dünyada yaşar:
Talihli doğmuş olsalar da bu talihi yeni çağda nasıl koruyacaklarını bilemezler. Raskolnikov hislerini bir cinayet girişimine yöneltmişti, Oblomov’unsa tek yapabildiği aşık olup evlilik hayali kurmak olur. Ve bu hayalin yozlaşma anını Gonçarov eşsiz bir ustalıkla anlatır.
Uçurumun yazarı: Leonid Andreyev! Sabri Gürses’in yazısı
Leonid Andreyev (9 Ağustos 1871-12 Eylül 1919) tam da Tolstoy’un ele aldığı dekadans sanat döneminde ortaya çıkan ve yaratıcılığını onun bütün çelişkili özellikleriyle besleyen bir edebiyatçıdır. Aynı dönemin sanatçısı -ve yakın arkadaşı- olan Gorki’nin tersine, sanatı bireysel kurtuluş arayışlarının ve çıkmazların damgasını taşır.
Bu farklı yol, her iki sanatçıyı da tanımış olan Tolstoy’un eleştirdiği dekadans yoludur. Andreyev’de hayatın karanlığı anlatılırken insanın aydınlık yanının ortaya çıkarıldığı, övüldüğü ya da hayal edildiği çok berrak bir şekilde görülmez. Bu durumu en iyi şekilde görenlerden biri Sofya Tolstoya olmuştur.
Sovyet edebiyatının sonu: Soljenitsin! Sabri Gürses’in yazısı...
Reddetmediği ama bizzat almaya da gitmediği Nobel Edebiyat Ödüllü Aleksandr İsayeviç Soljenitsin’in mirasının ilk parçası Sovyet edebiyatını sona erdiren romanıdır: İvan Denisoviç’in Bir Günü.
1962’de Yeni Dünya dergisinde yayınlanan bu roman hem Stalin döneminin bitişinin, hem de Rus edebiyatının yeniden kendi geleneğine dönüşünün bir simgesi oldu. Bu otobiyografik romanın konusu, Soljenitsin’in, daha önce varlıkları yadsınan bir çalışma ıslah kampında (gulag) geçirdiği sekiz yılın romanıydı.
Soljenitsin, Nabokov’un Yetenek’te kurgusal olarak yapmaya çalıştığı şeyi yapıp Sovyet edebiyatını fiilen sona erdirdi ve onun yıkılmasını görmek istediği SSCB’nin dağılışına bizzat tanık oldu, dahası Yeni Rusya’nın ideologlarından biri oldu.
Zamanımızın cinayeti: Lermontov! Sabri Gürses’in yazısı...
Mihail Yuryeviç Lermontov (15 Ekim 1814-27 Temmuz 1841), Aleksandr Puşkin’in hızlandırılmış tekrarı, edebi sureti gibidir. Puşkin’in bir Fransız subayı tarafından düelloda öldürülmesine ve saraylılar ile Çar’ın subaya açık hoşgörüsüne duyduğu öfkeyle yazdığı Şairin Ölümü adlı şiirle aydın, demokrat, liberal, özgürlükçü, meşruti yönetim yanlılarına yönelik baskılara karşı öfkenin bir ifadesiydi.
Puşkin-Çar karşıtlığının yerini Lermontov-Çar almıştı, Kafkas sürgününde alaycı ve sinik karakteriyle canlı bir Yevgeni Onegin gibiydi. Lermontov’un asıl etkisini, 1924’te Eyhenbaum dile getirmiştir: Lermontov o çağda, yani Rus şiirinin Puşkin’le vardığı en ileri noktada, edebiyatta şiirle düzyazı arasındaki mücadeleyi çözüme kavuşturan kişiydi.
Bakunin, Marx, Dostoyevski: Ecinniler(!) Sabri Gürses’in yazısı...
Devrim, Slav kardeşliği konusundaki görüşleri, eylemleri ve yapıtlarıyla Avrupa merkezli dünyanın kaderini şekillendiren üç düşünür: Mihail Bakunin, Karl Marx ve Fyodor Dostoyevski...
Modern Rus edebiyatının kurucusu: Gorki! Sabri Gürses’in yazısı...
Yirminci yüzyılın başında uzunca bir süre Maksim Gorki demek bütün Rus edebiyatı demekti: Puşkin’in, Tolstoy’un, Dostoyevski’nin yerine geçti, devrimden kaçan ve kaçamayan yazarların yerine geçti ve Sovyet edebiyatını yarattı.
Gorki’nin son çalışması 1934’teki Sovyet Yazarlar Kongresi’ydi. "Sosyalizmin büyük edebiyatını kuralım" şiarıyla açılan kongre, Pasternak’tan Babel’e birçok aydını yeni bir halk edebiyatı hayaliyle bir araya getirmişti.
Yirminci yüzyılın büyük kısmında, dünyanın birçok yerinde, halkın şarkı ve öykülerine dayanan edebiyatlar Gorki’nin bu inançla kurduğu modern Rus edebiyatının etkisiyle gelişti ve Gorki’den ne okursak okuyalım, o etki kalacak.
Rus edebiyatının kurucusu, Çarlık Rusya’sının timsali; Puşkin!
Aleksandr Puşkin (1799-1837), Rusya’dan Türkiye’ye gelen ilk yazardır. Bu onun ilk ve son seyahatiydi. 1829 yılında, Rus-Türk Savaşının ortasında Rus Kafkas Ordusuyla birlikte sınırı geçip Kars ve Erzurum’u gezdi. Bir vebaya tanık oldu, kırık bir minareyi tırmandı. Bu seyahatteki izlenimlerini yıllar sonra, 1836’da yayınladı.
On dokuzuncu. yüzyılın ortasında, Fransa’nın Rusya elçisi Eugène-Melchior de Vogüé, Puşkin’i “Pierre le grande des lettres ” (edebiyatın Büyük Petro’su) diye övüyordu. Vogüé’nin abartmayı sevdiğini biliyoruz: Dostoyevski’nin biz Gogol’ün paltosundan çıktık dediğini rivayet eden de oydu. Ama Puşkin hakkındaki sözü gerçek oldu. Hem de Dostoyevski sayesinde.
Pasternak, Nabokov ve Rus Hıristiyanlığı! Sabri Gürses’in yazısı...
Ukrayna kökenli usta Rus şair, yazar ve çevirmen Boris Pasternak (1890-1960), her ne kadar yıldızının hiç barışmadığı Nabokov tarafından “Sıkıcı, beylik bir şey. Bu çöp gibi, melodramatik, sahte ve kısır kitabı yok etmekten büyük keyif alırdım” sözleriyle ve Nobel ödülünü reddetmesi ise ince bir Sovyet komplosu olarak yorumlanmış olsa da başyapıtı Doktor Jivago ile dünyaca tanındı. Yahudi kimliğini bir yana bırakarak ve Tolstoy’un izinden giderek Rus Hıristiyanlığının evrenselliğini savundu. 1960 yılında Peredelkino’da öldü, cenazesine binlerce kişi katıldı.
Amerikalı şeytan ve Kievli üstat Bulgakov! Sabri Gürses’in yazısı...
Mihail Bulgakov’un (15 Mayıs 1891-10 Mart 1940) Ukrayna’daki çelişkileri anlatan ilk yazar olduğu bizde pek bilinmez. Oysa ilk romanı Beyaz Muhafız tam da Ukrayna’nın tarihsel bölünmüşlüğünü anlatır.
Bulgakov, Beyaz Muhafız’ı 1926’da Moskova Sanat Tiyatrosu (MHAT) için Turbinlerin Günü adıyla uyarladı. Büyük başarı kazanan piyes yasaklanınca, oyunu beğenmiş olan Stalin sahneye dönmesine izin verdi. Stalin’in şaşırtıcı desteğine rağmen 1928’den 1940’taki ölümüne kadar hiçbir şey yayınlatamadı.
Hükümete yazdığı mektupta, “Şeytana dair bir roman taslağını, bir komedi taslağını ve ikinci romanım Tiyatro’nun başlangıcını kendi ellerimle sobaya attım” da demişti. Bulgakov’un “‘Şeytan’ın romanı” dediği taslak bugün başyapıtı kabul edilen Üstat ile Margarita’nın ilk haliydi.
Romanın gerçek hayattan alınmış, en çarpıcı karakteri Şeytan ilk taslakta da vardı, ama son halinde, ABD’nin ilk SSCB büyükelçisi William Bullitt’in suretine büründü.