Borges’in ‘Alçaklığın Evrensel Tarihi’ üzerine...

Alçaklığın Evrensel Tarihi*, Jorge Luis Borges’in 1933-34 yılları arasında yazdığı öykülerden oluşuyor. İlk baskısına yazdığı önsözde Borges, “Kimi zaman iyi okurların sayısı iyi yazarlardan bile azdır,” demiş. Ben de şimdi ona yanıt vereceğim: “İyi ama Bay Borges, bazı kitaplar da okunacağı zamanı bekler.”

Yayınlanma: 09.04.2023 - 00:14
Borges’in ‘Alçaklığın Evrensel Tarihi’ üzerine...
Abone Ol google-news

 

Fotoğraf: Mario Muchnik

KORKUNÇ KURTARICI!

Borges için internette verilen bilgilerde onun komünizm karşıtı olduğu yazıyor, kendisi “Ben bireyin güçlü, devletinse güçsüz olması gerektiğine inanacak biçimde yetiştirildim,” diyormuş. Çok güzel, Bay Borges. Bir diyeceğim yok. Ama insanlık tarihini acaba niçin Alçaklığın Evrensel Tarihi olarak adlandırdınız? 

Alçaklığın evrensel tarihini yazanlar kim (ve bence hâlâ yazmaya devam edenler ve belki ilerde de yazamaya devam edecek olanlar kim)? “Korkunç Kurtarıcı”nın öyküsünde anlattıklarınız ne? (Okurlara aktaracağım, bakalım.) 

Bireyin güçlü olması ne demek? Birey, güçlüler sınıfının bir üyesi olarak doğmadıysa, güçsüzler sınıfındansa nasıl güçlü oluyor? Güçlü olmak için ne yapıyor, güçlü olunca ne yapıyor? Dört bir yanına iyilik mi saçıyor? 

Borges’e burada biraz ara verip Güney Afrikalı yazar Coetzee’nin, sansür konusunda (yeni çevirdiğim) denemelerinden aktarmak istediğim bir saptamadan söz edeceğim: 

ÖZBİLİNÇ VE ANDRé BRINK’E GÖRE ENTELEKTÜEL VE YAZARIN TANIMI!

Coetzee kendisi gibi Güney Afrikalı olan ve Güney Afrika’da yasaklanan ilk romancı olarak bilinen André Brink’in bir saptamasını aktarıyor. Brink, entelektüelin ve yazarın ne olduğuyla ilgili bir şey söylemiş:

“[E]ntelektüel[in], özellikle de yazar[ın], aslında toplum bütününün özbilinç gereksinimine yanıt versin diye toplumun kendisi tarafından geliştirilmiş bir organ” olduğunu ileri sürmüş. 

Burada yeniden vurgulanması gereken şeylerden birincisi, toplumların özbilince gereksinimi olduğudur (nasıl özbilincini, yani kendilik bilincini kaybetmek kişinin akıl sağlığını yitirmesiyle -deli sayılmasıyla- eşanlamlıysa, özbilinç eksikliği toplumlar için de aynı anlama gelir, toplumlar da özbilinçlerini yitirirlerse akıl sağlıklarını da yitirebilir); ikincisi de toplum denen organizmanın bu özdenetim gereksinimi dolayısıyla, kendisi için en gerekli olan organı, yani “entelektüeli ve yazarı” var ettiği gerçeğidir. 

YARATICI ZİHİN VE SAĞLIKLI TOPLUM!

Sağlıklı bir toplum, yazarın işaret ettiği hastalık tanılarıyla yüzleşme yeteneğine sahiptir “ama hastaysa [yazarın] kendisine sunduğu kendi imgesiyle yüzleşmekten korkabilir. Bu durumda öldürücü bir hastalığa tanı konmamış olur.” “Bir toplumda büyümenin, gelişmenin ve sağlığın güvencesi yaratıcı zihindir.”

Bir başka deyişle, bir toplumda yazar, entelektüel, yaratıcı zihin düşmanlığı varsa, o toplum hastalanır, kendisiyle yüzleşmekten kaçan toplum ruh ve akıl sağlığını koruyamaz. Felaket ki ne felaket! 

Ülkemizdeki yazarlar ve entelektüeller toplumun sağlığı bakımından böyle özel bir işlevleri bulunduğunu bilir mi, kabul eder mi bilmiyorum, ama -Shakespeare, Tolstoy, Dostoyevski, Kafka, Balzac, Faulknergibi büyük yazarları (ve daha başka nicelerini) düşününce- bu saptama bana çok önemli ve doğru görünüyor. 

BORGES’İN AMACI; TOPLUMU GERÇEKLE YÜZLEŞTİRMEK!

Borges’i özellikle Alçaklığın Evrensel Tarihi bağlamında bu yazar türü çerçevesinin içine yerleştirmek istiyorum, yani toplumu kendisiyle yüzleştiren yazar türü çerçevesine. 

Alçaklığın Evrensel Tarihi’ni yazmakla Borges’in yaptığı işin toplumu bir gerçekle yüzleştirmek amacı taşıdığına kuşkum yok. Resmi tarih yazıcılığı “Galiplerin tarihi” olmakla eleştirilmiştir hep. Borges de galiplerin tarihini yazmış ama bu tarihi yapan kahramanlar kim? 

Güçlü toplum önderleri, komutanlar, generaller, krallar, prensler, padişahlar, paşalar değil; gangsterler, kanun kaçakları, korsanlar, dolandırıcılar, yalancılar, hırsızlar, sahtekârlar... Onların yaptığı bir tarih de var ve ne yazık ki onlar hâlâ tarihi yapmaya devam ediyorlar. Günümüzün uyuşturucu baronları, kaçakçılar, çeteler ne yapıyor? Çalışıyor, hiç boş durmuyor ve tarihi yapmaya devam etmiyor mu?.

BORGES’İN STAJYER BÜYÜCÜSÜ; BAŞPAPAZ!

Kitabın birinci bölümünde anlatılan öykülerin gerçek, olmuş olaylara dayandığı söyleniyor. (Örneğin çoğumuzun bildiği Billy The Kid’in öyküsü gibi) Bazı olmuş olayları Borges’in olaylar nasıl olduysa öyle anlatmadığı da söyleniyor. 

Öyküler onun zihninin kimyasından geçince değişikliğe uğramış. Ama niçin uğramasın? Hiçbir yazar hiçbir neden yokken bir şeyi laf olsun diye anlatmaz. Öne çıkarmak, gözümüze sokmak istediği bir gerçek olmadan. 

Borges öykülerinden birinde, örneğin, büyücülük öğrenmek isteyen bir başpapaz var. Bu başpapaz (niçin “büyücülük” öğrenmek istesin bir kere ama gerekiyor demek ki ve) ünlü bir büyücüyü görmeye gidiyor, büyücü ona bildiklerini öğretmeden önce karşılığında ne istediğini söylüyor. 

Ne istediğini biz okurlar bilmiyoruz ama onun başpapaza“ben sana bütün marifetimi öğretirsem, hizmetim belki sonra karşılıksız kalır çünkü ‘yüksek rütbeli insanlar çoğunlukla’ alacaklarını alır, sonra borçlarını ödemezler,” dediğini biliyoruz.

BAŞPAPAZIN BÜYÜCÜYLE İMTİHANI!

Bunun üzerine anlaşıyorlar. Çalışmaya başlamak üzere ikisi bir odaya çekiliyorlar ama derse başlayamadan kapı çalınıyor, bir haberci gelmiştir: Habercinin dediğine göre, başpapazın amcası olan piskoposölmüş, onun yerine başpapaz piskopos seçilmiştir. Bunun üzerine başpapaz da büyü öğrenmeyi bırakıp piskopos olmaya gidiyor, bu arada büyücü de ondan boşalacak başpapazlığa oğlunu atamasını istiyor ama yeni piskopos o göreve kardeşini atayacaktır. 

Sonra bizim piskopos başpiskopos olur, sonra kardinal, derken Papa olur, bu arada büyücü de hep peşindedir, oğlumu oraya atasana, buraya atasa, der durur, o da hep oraya dayımı atayacağım, şuraya kuzenimi atayacağım yanıtını verir. 

Sonunda başpapaz Papa olunca büyücüye kızar, canımı sıkıp durma artık yoksa seni hapse atarım der. Büyücü de korkup arkasına bakmadan Roma’dan kaçar.

Bütün bunlar oldu mu olmadı mı, yalnızca başpapazın kafasından mı geçti, pekiyi büyücü onun kafasından geçenleri nasıl bildi? Yoksa bunlar büyücünün mü kafasından geçti? 

Her şey sonunda karmakarış olur çünkü öykü birden büyücülük öğrenmeye gelen başpapazın büyücüyle birlikte derse başlamak üzere çekildikleri odaya ve zamana geri döner. Arada olanlar sanki hiç olmamış gibidir. 

Ancak okur bunu hiç dert etmez. Olmadıysa bile olmuş olabilirdi. Ne ekonomik bir yazma biçimi bu böyle! Metin ne garip bir biçimde birden yön değiştiriyor. İlerleyip dururken birden geri dönüyor. Hem ilerlemiş, hem hiç ilerlememiş gibi oluyor. 

İYİLİK!.. BU KADAR DA OLMAZ!

Tersinlemeleri (ironileri) de çok iyi kullanıyor Borges. Antiller’deki altın madenlerinde çalışan yerlilere acıyıp onların yerlerine zenci köleleri kullanma aklını veren kişi “insancıl bir değişiklik”e önayak olmuş oluyor, zenci köleler kaçmaya kalkıştıkları zaman bir takım sakallı adamlar “güzel” atlarına atlayıp, bir sürü azgın köpekle birlikte zencinin izini sürerek onu yakalayıp öldüresiye dövüyorlar (bereket versin atlar “güzel”!) bazı köleler de hastalanıp yatağa düşerek ölecek kadar “nankör”!. 

Köleler iyi para ediyor. Bundan nasıl yararlanıp zengin olunur? Sahipleri kölelere hiç göz açtırmıyor ama köleyle işbirliği yapabilir, onu kaçmaya kışkırtırsın, ona yardım edersin, kaçabilen köleyi yakalar yeniden birine satarsın. 

Bu da “iyiliğe” girer. Bu kadar da “iyilik” olmaz, demeyin. Olur. Durun bakalım daha, emekçileri enflasyona, pahalılığa ezdirmeyenler de insanlığın “iyilik” tarihine katkılarını yapsınlar. 

 

Telos Yayıncılık, Çeviren: Zeynep Çağlayan, Haziran 1991.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler