Doğumunun 100. yılında Alain-Robbe-Grillet ve yeni roman! Zeynel Kıran’ın yazısı...

Alain Robbe-Grillet (18 Ağustos 1922-18 Şubat 2008) sıra dışı bir yazardır. Sanki okur için değil de “yazarlar”, yazın eleştirmenleri ve / ya da “uzmanlar” için yazmıştır. Fransız Edebiyatında 1950’li yıllarda üç önemli akım söz konusuydu: Başını Hervé Bazin, Henri Troyat ve Robert Merle’in çektiği izleklerinde ve biçiminde klasik edebiyatı temsil eden geleneksel bakış açısı; Jean-Paul Sartre ve Albert Camus’nün öncülük ettiği varoluşçu edebiyat ve varoluşçu edebiyata karşı olan Robert Nimier, Antoine Blondin ve Françoise Sagan’ın benimsedikleri “güdümlü” olmayan edebiyat. Robbe-Grillet bu üç akımın da dışında kaldığı için “anlaşılmaz” bir yazar olarak damgalanır. Aslında yazarın ortaya koyduğu temel kural değişmeyen kurallarla yazma sanatı olmadığıdır. Türünün ilk örneği olan romanı Silgiler’le de “Yeni Roman” olarak adlandırılan edebiyat akımını başlatır.

Doğumunun 100. yılında Alain-Robbe-Grillet ve yeni roman! Zeynel Kıran’ın yazısı...
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 23.08.2022 - 00:03

Fotoğraf: DAVID BOENO

İLK ROMANI SİLGİLER’İN ARDINDAN KENDİNİ EDEBİYATA VE SİNEMAYA ADADI!

Alain Robbe-Grillet (18 Ağustos 1922-18 Şubat 2008) sıra dışı bir yazardır. Sanki okur için değil de “yazarlar”, yazın eleştirmenleri ve / ya da “uzmanlar” için yazmıştır.

“İlk gençliğimde birkaç şiirimi saymazsanız, edebiyatla hiç ilişkim olmadı. Hatta edebiyat dünyasında hiç bulunmadım; bütün arkadaşlarım mühendisti. Ne olup bittiğini bilmeden, bir gün aniden yazma gereksinimi duydum. Genelde görülenin tersine ben edebiyat çevrelerinin bir ürünü değilim” der Robbe-Grillet. Gerçekten de, hep bir ziraat mühendisi olmak isteyen yazar için edebiyat ne bir tutku ne de doğuştan gelen bir yetenektir.

Fransa’nın Brest şehrinde 18 Ağustos 1922’de dünyaya gelmiştir. Gördüğü mühendislik eğitimi ve yetişme biçimi bir edebiyatçıyı düşündürmemektedir. Lise yıllarından sonra, 1942-1945 yılları arasında üniversite eğitimini Ulusal Ziraat Enstitüsü’nde tamamlamıştır. Biyolojik araştırmalarla ilgilenmeden önce Ulusal İstatistik Enstitüsü’nde çalışmış, 1950-51 yılları arasında da Meyve ve Narenciye Enstitüsü’nde mühendis olmuştur.

İlk romanı Silgiler’i (Les gommes) 1953’te yayımlar. Minuit Yayınevine edebiyat danışmanı olarak atandıktan sonra, kendisini tamamen edebiyata ve sinemaya adar. Her iki yılda bir, bir film yapar, bir roman yazar.

1955’te Röntgenci¹ (Le voyeur), 1957’de Kıskançlık² (La Jalousie) ve Labirentte’yi (Dans le labirente), sonraki yıllarda da New-York’ta Bir Devrim Projesi’ni (Projet pour une révolution à New-York) ve kısa öykülerden oluşan Enstantaneler’i (Instantanés) yayımlar. Bu arada Amerikalı öğrencilere Fransızca öğretmek amacıyla bir de polisiye tadında Djinn (Cin) başlıklı bir roman yazmıştır.

Robbe-Grillet büyük ilgi duyduğu sinemaya değişik bir bakış açısıyla yaklaşır. Kendisinin 1961‘de yazdığı Geçen Yıl Marienbad’da (L’année dernière à Marienbad) adlı filmi ünlü yönetmen Alain Resnais ile çeker. Daha sonra 1963’te İstanbul’da geçen Ölümsüz Kadın’ı (L’immortelle), 1966’da da Trans Europ Express’i yapar.

Bu üçüncü filmde yazar-sinemacı erotizmin ve polisiye edebiyat kitaplarının kalıplarını kullanır. Olay Paris-Anvers treninde geçer. Bir sinemacıyı oynayan Robbe-Grillet bir esrar kaçakçısının öyküsünü anlatır.

Filmin ilk gösterimi Ankara’da Fransız Kültür Merkezinin sinema salonunda yazarın eşliğinde yapılmıştı. Ben de izleyiciler arasındaydım. Filmin bitiminde sahneye çıkan Robbe-Grillet, izleyicinin şaşkınlığını fark edince “Pek bir şey anlamadığınızın farkındayım, bir yanlışlık oldu, filme ikinci bobinden başlamışız” diyerek espri yapmıştı.

1968’de Yalan Söyleyen Adam (L’homme qui ment), 1970’de ise Cennet ve Sonrası (L’Eden et après) adlı filmlerini çekmiştir.

AKIMLARIN DIŞINDA, ‘ANLAŞILMAZ’ (!) BİR YAZAR OLARAK DAMGALANDI!

Fransız Edebiyatında 1950’li yıllarda üç önemli akım söz konusuydu.

Birincisi başını Hervé Bazin, Henri Troyat ve Robert Merle’in çektiği izleklerinde ve biçiminde klasik edebiyatı temsil eden geleneksel bakış açısı; ikincisi Jean-Paul Sartre ve Albert Camus’nün öncülük ettiği varoluşçu edebiyat; üçüncüsü de varoluşçu edebiyata karşı olan Robert Nimier, Antoine Blondin ve Françoise Sagan’ın benimsedikleri “güdümlü” olmayan edebiyattır.

Robbe-Grillet bu üç akımın da dışında kaldığı için “anlaşılmaz” bir yazar olarak damgalanır.

KLASİK ROMANIN KÖŞE TAŞLARINI SARSTI!

Aslında yazarın ortaya koyduğu temel kural değişmeyen kurallarla yazma sanatı olmadığıydı. Roman, yazar ile okurun birlikte keyiflerine göre, biçimlendirdiği yaşayan, canlı bir alandır. Bu nedenle, yazar klasik romanın köşe taşlarını sarsmaktan büyük haz duyar.

Robbe-Grillet okuru şaşırtır; çünkü okur onun romanlarında özdeşleşebileceği geleneksel kahramanı bulamaz. Örneğin ilk romanı Silgiler’in kahramanında hiçbir psikolojik güdülenme yoktur. Dedektif Wallas’ın istekleri ya da korkuları, katil Garinati’nin güdüleri hakkında bir şey bilmeyiz. Hatta anlatıcı kurban Dupont konusunda, büyük bir incelikle bir kuşku havası yaratır. Kısacası alıştığımız, okuru her noktada aydınlatan her şeyi bilen bir anlatıcıdan söz edilemez.

ROBBE-GRILLET’İN BİR MATEMATİK DENKLEMİ GİBİ ‘ZAMAN’LA OYUNU!

Her klasik roman en azından bir kahramanla belirli bir uzam ve zaman içinde konuşlanır. Oysa Robbe-Grillet, bir matematik denklemi gibi “zaman”la oynar. Örneğin Silgiler’deki olaylar mükemmel bir halka oluşturan zamanın dışında, yirmi dört saatte olur biter. Pazartesi sabahı 7.30’da saldırıya uğrayan Dupont salı günü aynı saate ölür.

Bu anlamda, romanın konusu zamanla ilişkili tam bir zihinsel çalışmadır. X anında sıkılan bir kurşunun yirmi dört saat sonra hedefine ulaşmasıyla aldığı yoldur. Çıkış ile varış arasındaki yirmi dört saat geçersizdir, yok hükmündedir çünkü zaman bir oluşu gösterir. Bu zamanı bozma oyunu Kıskançlık’ta zirveye ulaşır.

Okura güven verici, kesin bir uzama tutunma olanağı da verilmemiştir. Silgiler’de bu kavram ister istemez bazı belirsizlikler doğurur. Şehir için referans noktaları verilmediği için şehir insanın kaybolduğu bir yer, bir uzama dönüşür.

Geleneksel kuralları çiğnemekten pek de memnun olmayan yazar, ayrıca artık modası geçmiş trajediyi ve her dönem sevilen polisiye roman gibi klasik türlerin yankılarını yaratır. Eğer entrika bir polisiye roman için entrika (katil, kurban, dedektif, cinayet, suç…) ise esas olaydan sapmalar, kitabın amacının gerçekliğine ihanet eder.

Robbe-Grillet’nin romanın yapısı klasik trajedinin (giriş, beş bölüm ve sonuç) yansılamasını yaparak Sofokles’in Kral Oidipus trajedisine pek çok göndermede bulunur. Ancak tüm trajik ögeler yüceliğini kaybeder, sır bilmeceye, dekor ucuz süslemeye, hatta ayrıntıya dönüşür. Trajedi bir yazma oyunu olur çıkar.

Tıpkı kahramanlar gibi nesnelerin de anlamlı ve duygusal ağırlığı yok olur. Tıpkı ünlü çeyrek domates betimlemesinde olduğu gibi nesneleri kahramanlara bağlı gerçek bir uzama yerleştirmez, kahramanları da gözden düşmüş entrikaya göre ana konudan uzaklaştırır. Silgiler’de roman boyunca varlıklara ve nesnelere takıntı entrikayı gölgeler.

TÜRÜNÜN İLK ÖRNEĞİ ‘SİLGİLER’LE ‘YENİ ROMAN’ AKIMINI BAŞLATTI!

Türünün ilk örneği olan Silgiler “Yeni Roman” olarak adlandırılan başka bir edebiyat akımını başlatır. Bu akım içinde Samuel Beckett’i, Michel Butor’u, Nathalie Sarraut’u, Marguerite Duras’ı, Claude Simon’u, Roger Pinget’yi ve Jean Ricardou’yu sayabiliriz.

1950’li yıllarda doğan “Yeni Roman” kavramının temelinde her şeyden önce, belli bir edebiyat düşüncesini yenilemek isteyen bir kuramsal makaleler dizisi bulunmaktadır. “Yeni” terimi elbette daha önceki romanların eski olduğu, tozlu raflarda ömür tükettiği anlamına gelmez.

Üstelik, “yeni roman”ın en iyi temsilcisi olan yazarlar da hiçbir zaman bir edebiyat akımına ya da bir edebiyat ekolüne bağlı olmadıklarını dile getirmişlerdir. Onun için bu terimin ve betimlediği yazınsal deneyimin sınırlarını iyi belirlemek gerekir.

OKURDAN OKUMA ALIŞKANLIKLARINI ALTÜST ETMESİNİ BEKLER!

Yukarıda adı sayılan yazarların ortak özellikleri romanın geleneksel biçemlerini ret etmeleridir. Robbe-Grillet “romanlarım büyük ilgi görmedi” der. Ne eleştirmenler ne okur onun yazdıklarından heyecan duymamıştır.

Okurdan, okuma alışkanlıklarından tümden alt üst etmesini bekler; insanın dışlandığı bir evrende bir yabancılık izlenimi ve sıkıntısı olan bir evren söz konusudur, onun için.

İyice betimlenmiş roman kişileri ve zamandizimsel öyküden söz edilemez; hatta bir anlam bile bulmak zorlaşır, okur neye tutunacağını bilemez. Robbe-Grillet gene de okurun işini kolaylaştırmayı dener.

Bu amaçla deneme ve makalelerden oluşan Yeni Roman3 (Pour un noveau roman) başlıklı bir kitap yazar. Ona göre klasik Fransız romanında insanı ilgilendiren iki büyük öykü vardır: Birincisi Madame de Lafayette’in La Princesse de Clèves’i4, bu başarıyı zirveye taşıyan ikincisi ise Honoré de Balzac’ın İnsanlık Güldürüsü’dür5 (La comédie humaine).

Kısacası Fransa’nın sağlam temellere dayanan bir roman geleneği olduğu bilinmektedir. Gerçeklik izlenimi ve zamandizimsel sıraya göre sahneye birçok roman kişisi koyan, onların eylemlerini, karakter ve duygularını derinlemesine çözümleyen ilginç bir öykü anlatmak söz konusudur.

Ayrıca roman dinsel, metafizik, toplumsal, psikolojik düzlemde gerçekten bir anlam sunar. Ancak roman her şeyden önce okur ile roman arasında bir tür uzlaşıya dayanır; bu da anlatılan kurgusal öykünün gerçekliğine inanmak ya da inanıyormuş gibi yapmak uzlaşısıdır.

YENİ ROMAN ENTRİKAYI YANİ ÖYKÜYÜ REDDEDER; EYLEM YOK GİBİDİR!

Balzac’ın temsil ettiği zirveden sonra Gustave Flaubert’den Marcel Proust’a, William Faulkner’den Samuel Beckett’e roman yavaş yavaş bir sarsıntı geçirmeye başlar. Her şey değişirken romanın bu değişimin dışında kalması düşünülemez.

Balzac’ın yarattığı zirve burjuvazinin zaferi ile aynı döneme rastlar. Ama yirminci yüzyılın dünyası tamamen farklıdır. İnsanın kendi hakkındaki ve onu çevreleyen dünya konusundaki bilgi değişmiştir; gerçeklikler artık aynı gerçeklikler değildir.

On dokuzuncu yıl romanı günümüz gerçekliğini anlatmakta yetersiz kalır. Roman da değişmek zorundadır. Entrika dağılır, çözülür; anlatmak tam anlamıyla imkânsızlaşır.

Yeni romanda kişi yoktur, ya da en azandan kişi romanın temel ögesi değildir. Olası bir okur kahraman özdeşleşmesinden söz edilemez: okur bir sıkıntı, bir boşluk ile karşı karşıyadır. Buna karşın nesnelerin varlığı yoğun bir biçimde vurgulanır. Nesnel tek varlık nesnelerin varlığıdır.

Yeni roman entrikayı, yani öyküyü reddeder; eylem hemen hemen yok gibidir. Eylem anlamsız olmasına karşın okuru eğlendirme, onun dikkatini dağıtma işlevini yüklenir.

Yazar okur ile iş birliği yaparak ona yazılı bir durum sunar ve okurdan bir katılım çabası bekler. Çoğu kez kahramanlarının olası değişik davranış tiplerine izin verir. Bir roman içinde değişik sahnelerin yinelenmesiyle de sık karşılaşılır.

YENİ ROMANCI HİLE YAPMAZ!

Yazarın hiçbir ön yargısı yoktur, en azından kendisini okura dayatmaya çalışmaz, tam tersine onu bir edebiyat eleştirisi yapması için eğitir. Roman bir araştırmadır; sınırları açık bir biçimde çizilmiş bir tür değildir; kendinden başka hiçbir şeye gönderme yapmaz. Zaman tutarlı değildir. Yeni romancı hile yapmaz. Ham haliyle sunulan gerçeklik ve düzanlam birbirine eklemlenir.

Bu kısa yazı sonunda ortaya çıkan Robbe Grillet’nin geleneksel öyküleme biçimlerini ret ettiği düşüncesidir. Anekdot ya da öykü sadece bir bahanedir; zamandizim anlaşılmaz bir hale gelmiştir. Gerçek ve yalan kendi kurallarına boyun eğen yeni bir tür yapı oluşturmak için birbirine karıştırılmıştır.

¹ A. Robbe-Grillet / Röntgenci / Çev: S. Başar / Şenocak Yay.

² A. Robbe-Grillet / Kıskançlık / Çev: B. Onaran / Ara Yay. / İstanbul 1989, 2009

3 Robbe-Grillet Alain / Yeni Roman / Çev: E. Korkut / KafeKültür Yay. / İstanbul 2015

4 Madame de Lafayette / Prenses de Cleves / Çev: MEB Yay / 1944

5 İnsanlık Güldürüsü’nü oluşturan pek çok roman Türkçeye çevrilmiştir.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler