Halil Genç’ten ‘Senden Bir Ben’
Daha çok öykü kitaplarıyla tanıdığımız Halil Genç bu kez “12 Eylül’ü arka planına alan” Senden Bir Ben ismini verdiği romanıyla okuyucunun karşısına çıktı. Halil Genç’le Cumhuriyet Kitapları’ndan çıkan romanı üzerine konuştuk.
- Öncelikle, sizi okuyucuya tanıtmak açısından Halil Genç kimdir?
İlkokul, Ortaokul ve Liseyi İstanbul’da; üniversiteyi ODTÜ’de okudum. 1974’ten beridir Ankara’da yaşıyorum. Okul yıllarında halk dili, resim, tiyatro ve edebiyatla iç içe oldum. Yıllar içinde hayatımı Fizik öğretmeni olarak kazanmaya çalıştım. Bu arada Orta Öğretim öğrencilerine katkı sağladığını düşündüğüm çok sayıda fizik kitabı yazdım. 1988’de Koyabilmek Adını isimli romanım Belge Yayınları’ndan çıktı. Sonrasında arka arkaya dört öykü kitabım yayımlandı. Bunlardan, Kızıma Bir Yağmur Bulmalıyım, Orhan Kemal Öykü Ödülü aldı. Öykülerim ve yazılarım, Adam Öykü, Düşler ve Öyküler, İmge Öyküler, Yaba Öykü, Notos, Dünyanın Öyküsü, Kül Öykü, Esinti, Türk Dili, Lacivert ve Üçüncü Öyküler gibi dergilerde yer aldı.
CEZAEVİ YILLARI VE İŞKENCELER
- 12 Eylül’ün ardından siyasal olaylarla ilişkili olarak Mamak’ta kaldığınızı, orada yaşanan insanlık dışı olaylara da tanık olduğunuzu biliyorum…
ODTÜ Öğrenci Temsilciliğimiz yasal bir kurumdu. ODTÜ’deki tüm seçimler, Rektörlük gözetiminde ve denetiminde yapılırdı. On İki Eylül öncesinde gözaltına alındım, ÖTK yöneticisi olan altı arkadaşımla hakkımızda dava açıldı. Cezaevindeyken defalarca sorgulandık ve gizli örgüt üyeliğiyle suçlandık, işkenceler gördük. Orada kaldığım süre içinde, 16 ile 75 yaş arası binlerce insanla tanıştım. Aynı koğuşları, hücreleri, aynı yatakları paylaştık onlarla. Tutuklulara uygulanan zulmün sınırı yoktu. Düşünün, oraya getirilenler henüz tutuklu, yani cezaları kesinleşmemiş, hükümlü de değiller ama onlara dayaklar atılıyor, aklın mantığın almadığı cezalar veriliyor. İnsanın canını, onurunu ayaklar altına alan bu uygulamalar için nasıl basit, nasıl duygusuz cümleler kurabiliyoruz şimdi. Düşünün, kalem, kâğıt, gazete, kitap yasak; iki sözcüğü bir araya getiremeyen erlere “komutanım” demeye zorlanıyorsunuz ve bunun için günlerce, aylarca dayak yiyorsunuz, hücrelere tıkılıyorsunuz. Kural dedikleri uygulamalara karşı çıkarsanız dayak, hücre, görüş yasağı… Bunları izledim ve yaşadım. Mamak ve diğer hapishanelerdeki bu uygulamaların, muhalif olanın, solun, sosyalist düşüncenin yok edilme operasyonu olduğu, sonraki yıllar içinde açığa çıktı zaten.
‘BU, BİR ANI KİTABI DEĞİL!’
- Biz sizi öykülerinizle, insanı saran sıcak öykülerinizle tanıyoruz. Şimdi de yeni bir roman… “Senden Bir Ben” adlı kitabınızın ortaya çıkış hikâyesini anlatır mısınız??
Teşekkür ediyorum. Öyküyle düşünmenin, öykü yazmanın bir yaşam biçimi olduğuna inanıyorum. Senden Bir Ben, uzun süredir tasarladığım bir roman kurgusuydu. Bölümler halinde yazdım ve sonrasında toparladım. Bir bakıma salgın zamanlarındaki sokak yasağını iyi değerlendirmek diyelim. Günlerce başından kalkmadığım çalışmalarım oldu. Hacimli bir ürün ortaya çıkmıştı ama sıkı bir çalışmayla toparladım. Bu bir anı kitabı değil, ilişkilerin birçoğu, yaşanmışlıklarla ilişkilidir. Yazıya dönüşmediği sürece düşünceler, sözler size kalıyor ve zaman içinde duygusunu yitiriyor. Yokmuş gibi, yaşanmamış gibi de davranamıyorsunuz! Öyleyse oturup yazmanız gerekiyor. Bir romanın ortaya çıkış zamanını belirlemek mümkün değildir. Zaman durağan bir şey olmadığı için, yaşadığımız her olay, onu hazırlayan önceki koşulların devamı ya da sonucudur. Küçük notlardan başlayan, giderek çoğalan, yan öykülerle çeşitlenen, bağlantılar arasındaki ilişkilerle tutarlılık kazanan bir süreçtir roman. Senden Bir Ben, on iki Eylül’ü izleyen ayların birinde, birkaç günlük gelişmeler üzerine kuruludur ama roman kişileri arasındaki bağlantılarla daha eskilere gider gelir ve geleceğe de izler bırakır. Akıcı, ilgiyle okunan, dinamik bir roman olduğu kanaatindeyim. Ayrıca, kendinden sonra yazılacaklara kaynak oluşturmasını diliyorum.
‘ANKARA, BİR ROMAN KAHRAMANI OLARAK KARŞIMIZA ÇIKIYOR!’
- Kitapta Ankara'nın, bir roman kahramanı olarak karşımıza çıktığını söylemek yanlış olmaz. Değişen dönüşen Ankara'nın birçok semti, sokağı, caddesi, yeme içme mekânları, '70 yıllardaki hali çoğumuz tarafından hatırlanmıyor bile… Bir kentin roman kahramanı olarak anlatılması çok güzel bir düşünce, hele hele Ankara'yı bilen Ankara'da o yıllarda yaşamış insanlar için…
Kentlerin roman kişilerinin özellikleriyle, hatta karakterleriyle birleştirilerek anlatıldığı romanlara edebiyatımızda da rastlıyoruz. On yıllar, yüz yıllar içinde şehirlerde ortaya çıkan değişimi, insanları, toplulukları ve ilişkilerini, bir bütün olarak şehrin ruhunun evrimini, en iyi, sanat eserlerinden anlamak mümkündür. Değişen kentlerin, tarihi, kültürel ve mimari dokularının korunması, sonraki kuşaklara ve geleceğe miras olarak aktarılması bilinci bizde ne yazık ki oldukça zayıftır. Haydi, yeni yeni gelişiyor diyelim. Yeme içme mekânları, caddeler ve sokaklar, meydanlar, yeşil alanlar bunlara dâhildir. Üstelik dikkatlice bakıldığında bu mekânların birçoğunun, insanı içine alan değil, seyirlik olarak düzenlendiği görülür. Çeşitli nedenlerle kırsaldan şehirlere göçün ortaya çıkardığı sıkışıklığa, sorunlara, kentin dokusunun korunarak çözümler aranması yerine günübirlik, yapay, rant odaklı düzenlemelerin hayata geçirildiğini görüyoruz. Bunun sonucu olarak, yaşadığımız yıllar içinde hayatımıza eşlik ettiğini bildiğimiz birçok mekânın yok olduğunu, aradan epey zaman geçince fark ediyoruz. Romanda, bölümlerle ve ilişkilerle ilgili olan yerleri, sokakları, yeme içme mekânlarını gerçek isimleriyle ele almayı bu nedenlerle gerekli gördüm. Şarkılar, şiirler bir yerlerde durur, istediğinizde açıp dinlersiniz, okursunuz ama yaşamınıza, anılarınıza şahitlik eden mekânlar ne yazık ki öyle değil. Yetmişli, seksenli yıllarda Ankara’da yaşayan insanlar için bir bellek olarak kalsın istedim.
‘DERİNLİKLİ BİR ANLATIM HEDEFLEDİM!’
- Kitapta dört anlatım biçimine rastlıyoruz. “Ben dili” de dediğimiz birinci tekil şahıs, ikinci tekil şahıs, üçüncü tekil şahıs (Tanrı anlatıcı) ve iç ses anlatımı. Bazen bir bölüm içinde ikisine, hatta üçüne birden rastlıyoruz. Bu durum, okuyucunun romanı kavraması, romanla bütünleşmesi bakımından sorun oluşturmadı mı?
İlk anda bir karmaşanın olduğu düşünülebilir. Ancak bu çeşitliliğin, insan ilişkilerinin, alışkanlıkların, davranışların, insanın derinlerinde yatan, onu olmaz zamanlarda, olmaz yerlerde yönlendiren duyguların, zihinsel hesaplaşmaların bu anlatım çeşitliliğiyle çok daha kolay anlaşılır olduğunu düşünüyorum. Tekdüze bir anlatım yerine düşünsel olarak çeşitli, okuyucuya düşünme alanları açan, karşılaştırmalar yapmaya olanak sağlayan derinlikli bir anlatım hedefledim. Yazarın, her düşünceyi, her ilişkiyi ve olayı, roman kişilerinin zihninden geçenleri, bağlantıları hap gibi aktarmasının okuyucuyu tembelliğe ittiğini, roman dışında tuttuğunu düşünüyorum. Bu yanıyla bile kitabın farklı bir nitelik kazandığını söylemek daha doğru olur.
“‘SENDEN BİR BEN’, İNSANI ANLATAN GERÇEKÇİ BİR ROMAN”
- Senden Bir Ben’i, bir 12 Eylül kitabı olarak değerlendirmek olanaklı mı? Bu yanıyla kitabın bir dönem kitabı olarak nitelendirilmesi doğru bir değerlendirme sayılabilir mi?
Türk Edebiyatının; dünya edebiyatının başyapıtlarından tutun da, çizgi roman evreninden, dijital film - dizi endüstrisinden, sinemadan, yerli yabancı sayısız diziden ve bağlantılı olduğu sektörlerden etkilenmemesi düşünülemez. Seksenli, doksanlı yıllarda ortaya çıkan, birbirini aşarken kendini de çoğaltan, çeşitlemeler yaratan bu sektörler, Türk romanı için de yeni alanlar açmıştır, açmaktadır. Tutarlı bir duygu ve estetik bir dilin varlığı, bilimkurgu, mitoloji, fantastik ve düş evreni, ütopik ve distopik anlatılar, bu türlerdeki yaratıların kabul edilebilirliğini kolaylaştırırken, sinemaseverlerin yanında edebiyat okurları tarafından da ilgiyle izleniyor. Diğer taraftan yakın geçmişe ve günümüz insanına odaklanan gerçekçi roman ilgi yitirmiş değil. Senden Bir Ben’i gerçekçi roman çerçevesi içinde değerlendirebilirim. Romanın 12 Eylül’ü arka planına alması ile insanların ruh acılarının anlatması; pervasız bir tahakkümün, zorbalığın yansıtılması farklı şeylerdir. Hangi dönemi anlatırsanız anlatın, önemli olan, iyi-kötü, zayıf-güçlü, duygulu-duygusuz yanlarıyla insanın kendisinin anlatılmasıdır. Okurun, romanı edebi ağırlığıyla hissetmesini sağlamak yazarın önceliği olmalı diye düşünüyorum.
‘KORKU ATMOSFERİNİN TOPLUMU YILGINLIĞA, YALNIZLAŞMAYA, ÇARESİZLİĞE SÜRÜKLEDİĞİNİ HİSSETTİRMEYE ÇALIŞTIM’
Kitapta 12 Eylül’e gelininceye kadar yaşanan olayları değil, olayların toplum ve bireyler üzerinde yarattığı etkileri anlatmaya çalıştım. Korku atmosferinin, toplumu yılgınlığa, yalnızlaşmaya, çaresizliğe sürüklediğini hissettirmeye çalıştım. Farklı anlatım biçimlerini bir arada kullanmak, niyetimi ve bu çabalarımı destekledi. Sözünü ettiklerim sokaktan ibaret değil, düşünün, eve geldiğinizde kapıyı kapatıyorsunuz ama o günkü endişelerinizden hiçbirini dışarıda bırakamıyorsunuz. Tersine daha derin bir yalnızlığa ve karamsarlığa sürükleniyorsunuz. Bu durumun geniş kitleler için travmaya dönüştüğünü, etkisinin yıllarca sürdüğünü sonrasında gördük, yaşadık. ?Kitapta, farklı özellikleriyle öne çıkan üç de aşk var ve bu üç aşkı, duygu diliyle, özlemleriyle, saplantılarıyla, gizemiyle, zorlama olmadan okuyucuyla paylaşmayı amaçladım.
‘DEVRİME ADANMIŞTI HER ŞEY. YAŞAMIN SORUNLARINI ÇÖZMEYE ANT İÇEN İNSANLARDI ONLAR’
- Roman; daha güzel, daha eşit ve daha adil bir dünya için mücadele eden bir grup insanın hikâyesi… Şimdilerde en çok özlem duyduğumuz bir dünya bu. Günümüzde insanlar bu mücadeleyi nasıl sürdürüyor?
Hiçbir devrimcinin kendine ait bir hayatı yoktu, devrime adanmıştı her şey. Birlikte, omuz omuza yürüdüğünüz insanların varlığını bilmeniz, birbirinize inanmışlığınız, onların da size inanmışlığı idi yeterli olan. İnsanlığın mutluluğu için kendi varlığını unutan insanlardan söz ediyoruz… Hani sırtınıza attığınız heybenizle yola koyulursunuz. Yola yürüdükçe ağırlaştığını düşünürsünüz yükünüzün. Aslında
yük, hep aynı yüktür. Devrimcilerin yaşamı “az daha” karmaşıktı. Sırtınıza attığınız heybenizle yola koyuluyordunuz, her adımınızda yeni yükler biniyordu sırtınıza ve siz öncekini taşımakta zorlanırken, yakınmadan, sonrakileri de sürükleyip götürmek zorundaydınız. Hastalık neticesinde ölmenin nasıl bir şey olduğunu bilmeyenlerdi onlar. Çatışmalarda, pusularda, işkencelerde ölüyorlardı çünkü. Bu durum yeterince trajik değil mi? Ölümü ve yaşamı bir arada taşımak gibi bir şey. O an yaşam var elinde ve birden gizil bir güç yaşamı alıyor, ölümü koyuyor yerine. Bütün bu açmazlara karşı yaşamın sorunlarını çözmeye ant içen insanlardı onlar.
‘DEMOKRASİYE İNANÇ SÜRDÜKÇE, MÜCADELE DE VARLIĞINI SÜRDÜRECEK!’
Dünyada da ülkemizde de nesnel koşullar çok değişti ve sürekli olarak değişiyor. Dijital dünya bambaşka alışkanlıklar, ilişkiler, insanlar ortaya çıkardı. Gençlik ve tüm yurtseverler kendi yollarını bulacak, yeni yollar açacaklardır kuşkusuz. Gençlik ve tüm yurtseverler kendi yollarını bulacak, yeni yollar açacaklardır kuşkusuz. Demokrasiye inanç sürdükçe, mücadele de varlığını sürdürecektir.?
- Kitabınızın arka kapağında İnci Aral’ın güzel bir yazısı var ve sonunu şöyle bağlıyor: “Senden bir Ben, her devrin genç devrimcilerinin onurlu direnişlerinin, mücadelelerinin, aldanışlarının ve acıklı yenilgilerinin anısına armağan olsun.” Bu kitap her devrin devrimci gençlerine bir borç ödeme midir?
Yapabildiklerimiz bir yana, başaramadıklarımız için hanemize borç çıkarılacaksa, peki. O dönemde yaşananların, bizzat yaşayanlar tarafından daha doğru bir dille yazılabileceğini düşünüyorum. Ancak anılardan fazlası olmalı. Anılar ne kadar etkileyici olursa olsun, aynı zamanda, her şeyin o dönemlerde kaldıklarını hatırlatır insana. Bu bakımdan anılardan fazlası olmalı diyorum. Yazının gailesi her zaman insanlık durumu olmalıdır. Sevgili İnci Aral “Anlar, İzler ve Tutkular” adlı eserindeki bir yazısında, “bireyin ve yığınların, hangi konumda tarihin konusu olabildiğini” sorar ve yanıt verir; “insan acılarının tarihini anlatmayı sanatın, özellikle edebiyatın üstlendiğini düşünüyorum. Yazılar, şiirler, semboller tarihten daha dürüst, daha nesnel ve kalıcı.” Yazdıklarımızın geleceğe kalacağını düşünerek daha çoğunu yazmalı ve okunmasını da sağlamalıyız.
‘YILMAYACAĞIZ. HALKIMIZA, BİRBİRİMİZE VE KENDİMİZE ASLA KÜSMEYECEĞİZ’
- Son olarak romanınızı okuyacak olan okura ne söylemek istersiniz?
O nesil yaşamayı yeniden öğrendi ve o yılların gölgesi üzerlerinden kalkmadı hiç. Endişelere sürüklendiğimiz zamanlarda yılmayacağız. Soracağız, sorgulayacağız, yaşayamadığımız yıllarımızdan hep alacağımız var gibi yaşayacağız. Halkımıza, birbirimize ve hele de kendimize asla küsmeyeceğiz. Asıl korkumuz birbirimize tutunamamak olacak her zaman. Zamanın geçip gittiğine aldırmadan, insani değerlerimize uzak düşmeden; kardeşliği dostluğu yücelterek, dayanışmayı göz ardı etmeden; durumların, koşulların geçici olduğunu ve asıl kalıcı olanın bu değerler olduğunu unutmadan her gün yeniden sarılacağız yaşama. Senden Bir Ben’in bu duygularla okunmasını isterim.
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- İBB'den 'Pınar Aydınlar' açıklaması: Tasvip etmiyoruz
- İmamoğlu'ndan 'Suriyeliler' açıklaması
- '100 yılda bir görülebilecek akımın başlangıcındayız'
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Restoranlarda 'harcama limiti' uygulaması başladı