Açılış öncesi gezdiğim sergi salonu, büyük bir prova hâlindeydi. Duvarlara yeni asılmış tuvallerin kokusu, yerde duran sandalyeler, henüz yerine oturmamış spot ışıkları... Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi’nin koridorlarında dolaşırken tam karşımda İbrahim Çallı’dan bir cümle karşıladı beni: “Hayat kâfi gelmiyor, çok kısa sanat için.”
İBRAHİM ÇALLI’NIN RENGİ
İşte bu cümle, yalnızca bir ressamın yaşam serzenişi değil, aynı zamanda bir kuşağın resimle kurduğu ilişkiye ilişkin kısa bir manifesto gibi. İbrahim Çallı, 1914 Kuşağı’nınnam-ı diğer “Çallı Kuşağı”nınsimge ismiydi. Sanayi-i Nefise Mektebi’nden Paris’e uzanan eğitim sürecinde, empresyonizmin ışık arayışını kendi coğrafyasının tonlarıyla buluşturdu.
Çallı’nın resimlerine baktığınızda, ilk fark edilen şey, rengin nefes alıp vermesidir. Ne akademik bir katılıkla donmuş figürler ne de kontrolsüzce savrulmuş fırça darbeleri... Işığın peşinde, hayatın tam orta yerinde duran bir ressam görürüz. Meyhane masalarında, mehtaplı boğaz gecelerinde, atölye içlerinde ya da bir adanın rüzgârında; nereye bakarsa baksın, sahnenin içinde mutlaka canlı bir insan soluğu vardır.
SERGİ: RENGİN HAFIZASI, FIRÇANIN RUHU
Onun için resim, sadece görüleni kaydetmek değil, o ana sinmiş duyguyu yakalamaktı. Bu yüzden kimi tabloda bir elin masaya bırakılış biçimi, kimi tabloda bir bakış, bir omuz eğimi her şeyden önemlidir. “Hayat kâfi gelmiyor, çok kısa sanat için” derken kastettiği belki de buydu: Hayat hızla akarken fırçayla tutabildiğimiz kadarını tutmak, gerisini renge emanet etmek.
Tam da bu nedenle, 2-31 Aralık 2025 tarihleri arasında izleyiciyle buluşan “Rengin Hafızası, Fırçanın Ruhu Renklerle Yaşanmış Tutkulu Bir Hayat: İbrahim Çallı” sergisi, yalnızca bir retrospektif değil, aynı zamanda bir dönem portresi. Açılışından hemen önce dolaştığım salonlarda, Çallı’nın portreleri, figürlü kompozisyonları, peyzajları ve natürmortları, yeni yerlerine alışmaya çalışan sessiz oyuncular gibi bekliyordu.
Bir taraftan manolyalardan gözünüzü alamazken Üsküdar’dan boğaza bakıyorsunuz; Adalar silueti, “Bostancı Sahilinde Kadınlar”dan “Salacak’ta Deniz Hamamı”na, oradan Cumhuriyet gazetesinin düzenlediği Türkiye Güzellik Kraliçesi Yarışması’nda birinci seçilerek Türkiye’yi Dünya Güzellik Yarışması’nda temsil etmiş ve Türkiye’nin ilk dünya güzeli olmuş olan Keriman Halis’in portresine, “Sahilde Kadınlar”a ve Göksu Deresi’ne uzanıyor. Çallı’nın İstanbul’unu, kıyılarını, bahçelerini, gündelik yaşamın küçük sahnelerini birbiri ardına izlerken sergi, duvarlara eşlik eden Çallı ve dostlarının, atölyeden ve çalışma ortamlarından karelerle daha da güçleniyor.
Serginin proje direktörü Fahri Özdemir, küratörü Özdemir Erdem. Araştırma ve metin yazımı yine Fahri Özdemir ile Nurgül Şahin imzasını taşıyor. Yapımını ise icon collections üstlenmiş. Çankaya Belediyesi’nin tüm galerilerine yayılan bu büyük seçki, İbrahim Çallı’nın kişisel serüvenini, genç Cumhuriyetin kendi yüzüne ve renklerine bakma çabasıyla iç içe sunuyor.
Sergi, 31 Aralık’a kadar Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde görülebilir; rengin hafızasıyla, fırçanın ruhuyla buluşmak isteyen herkes için.
‘ADADA SOHBET’: CUMHURIYET’İN YENİ YÜZÜ SERGİNİN
figürlü kompozisyonları arasında öne çıkan tablo, kuşkusuz “Adada Sohbet” (tuval üzerine yağlıboya, 57×65,5 cm,). Ağaç gövdeleri arasından görülen deniz, ufukta beliren yelkenli, gölgeli bir kıyıda küçük bir masa ve masanın etrafında oturan iki kadın… “Adada Sohbet”, sergiye koleksiyoncu Mustafa Taviloğlu’nun koleksiyonundan ödünç verilmiş. Yıllarca özel bir koleksiyonda saklanan bu tabloyu artık kamusal bir mekânda, Ankara’da herkesin görebileceği bir duvarda izlemek, serginin en değerli sürprizlerinden biri.
KURUCU KADRONUN PORTRELERİ
Serginin en çarpıcı bölümlerinden biri, genç Cumhuriyetin kurucu kadrosunu bir arada görmemizi sağlayan portreler. Merkezde yer alan Mustafa Kemal Atatürk portresi (1937, tuval üzerine yağlıboya, 173×150 cm, İBB Atatürk Müzesi koleksiyonu), siyah frak, beyaz yelek ve papyonla koltuğuna yaslanmış bir Atatürk’ü karşımıza çıkarıyor.
Yüzündeki kararlı ifade, bakışın doğrudan izleyiciye yönelişi ve arka plandaki koyu yeşil tonlar, yalnızca resmigeçitlik bir lider portresi değil, ağır bir tarih duygusu yaratıyor. Çallı, burada yorulmuş ama vazgeçmemiş bir liderlik halini yakalamaya çalışıyor sanki.
Hemen yakınındaki İsmet İnönü portresi (tuval üzerine yağlıboya, 50.5×40.5 cm, Kamil Külekçi koleksiyonu) daha mütevazı boyutlarda ve daha yumuşak bir paletle resmedilmiş. Açık zemin önünde, sade takım elbisesiyle İnönü, bakışını hafif yana çevirerek duruyor. Sessiz bir kararlılık, yüz çizgilerinde ve duruşunda okunuyor; Atatürk portresinin yoğunluğunu tamamlayan, onu dengeleyen bir ton gibi.
Bu ikilinin yanına Cumhuriyet gazetesinin kurucusu Yunus Nadi’nin portresi (tuval üzerine yağlıboya, 90×100 cm, Cumhuriyet gazetesi koleksiyonu) eklendiğinde, tarihsel bir üçleme tamamlanıyor. Koltuğuna yerleşmiş, doğrudan izleyiciye bakan Yunus Nadi, yalnızca bir gazeteci değil, sözün, tartışmanın, kamuoyunun kurucu yüzü olarak çıkıyor karşımıza. Atatürk, İnönü ve Yunus Nadi portreleri, Çallı’nın fırçasıyla Cumhuriyet tarihine düşülmüş görsel bir not gibi aynı mekânda buluşuyor.