“İnsanlığa ‘yeşil devrim’ diye sunulan, aldatmacadan, yalandan başka bir şey değildir!”

Şiir, öykü ve denemelerinden tanıdığımız Günay Güner, yeni bir kitapla çıktı karşımıza: Ekinin Çağrısı (KDY). “Tarım esinli kültürel yazılar” alt başlığını taşıyan kitap, yazarın uzmanlık alanı olduğu tarım konusunu çeşitli yönleriyle irdeleyip işlediği deneme ve makalelerini bir araya getiriyor. Kitabında yaşamın iki vazgeçilmezi olan tarım ile edebiyatın etkileşimini ustalıkla ortaya koyan yazar, kültürün, bilimin, sanatın, düşüncenin, duyarlığın insan yaşamındaki yerine ve önemine dikkat çekiyor.

“İnsanlığa ‘yeşil devrim’ diye sunulan, aldatmacadan,  yalandan başka bir şey değildir!”
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 15.12.2022 - 00:01

“KÜLTÜR’ÜN KÖKEN BİLİMSEL ŞEKİLDE ‘TARIM’ ANLAMI VAR”

Kitap düşüncesi nasıl doğdu, nasıl gelişti?

Emekli olduğum kurum, 2023’te 100. yaşını coşkuyla kutlayacağımız Cumhuriyetimizin en önemli destekleme kurumlarından Toprak Mahsulleri Ofisi. Çalışırken, bir yandan da tarım dergilerine düzenli yazıyordum. Hâlâ süren bu yazı çalışmaları yıllar içinde bir toplama ulaştığında, dönemlerin özellikle tarımsal sorunlarıyla ilgili olarak, izleksel bütünlük oluşturduğunu gözledim.

2019’un hemen ardından salgın yılları da başlayınca, önlemler bağlamında gıda güvencesinin ve güvenliğinin önemine dikkat çekme, zamana tanıklık etme zorunluluğunu duyumsadım.

Çalışmaların içinden sıklıkla değinilmeyen bilgileri içeren bir seçmeyi geliştirerek, Ekinin Çağrısı adıyla kitaplaştırdık. Sevgili Usta Yazar Dr. Yüksel Pazarkaya önsöz yazdı ki bana büyük armağan.

Sevgili dostum Ozan Suat Kemal Angı’nın, Mehmet Coşkun’un, Gazeteci Gamze Akdemir’in, Nazım Mutlu’nun ve Münevver Oğan’ın çok içten desteğini gördüm.

Kitap olumlu tepkiler aldı. İnci Gürbüzatik, Öner Yağcı, Celal İlhan yazdılar; Sevgi Özel, Işık Kansu, Bahattin Gemici beğenilerini ilettiler. Tüm destekleyenler sağ olsunlar.

- İnsan, kültür ve tarım üzerine düşünceleriniz neler?

Tarım insanlığın başat gereksinimiyle, beslenme zorunluluğuyla ilgili bir alan. Tarihte toplayıcılık, tarım, endüstri, sanayi, bilişim aşamaları yaşanmışsa da bugünden bakıldığında görülüyor ki üretim ilişkilerinin yeni olanı, ileri olanı kurarken, önceki ilişki biçimlerini tümüyle ortadan kaldırmıyor.

Yeryüzünde eş zamanlı biçimde yaşanıyor.

Tarım özellikle kadınlarca başlatılıp geliştirilmiş, yalnız ürünlerin değil, uygarlığın, barışın, işbölümünün, uzmanlaşmanın tohumlarını atmışlardır. Üretim fazlası yaratıp, sömürünün de koşullarını oluşturmuşsa da bu kaçınılmaz durum başka bir tartışmanın konusudur.

Gıdanın, beslenmenin yakıcı gerçekliğini değiştirmiyor. Kültür sözcüğünün kökenbilimsel şekilde “tarım” anlamı var. İngilizce olduğu gibi, Türkçede de yerinde olarak, “ekin” sözcüğünü türettik.

Kültür, yalın durumuyla, insanlığın, ulusların ürettiği, özdeksel (maddesel) ve tinsel nenlerin tümüdür. Bu toplam içinde tarım her zaman büyük yer tutar. Binlerce yıl önceki mağara av resimlerinde beslenme kaygısı vardır. Göbeklitepe bulgularındaki hayvan kabartmalarında yine öyle.

‘EN DEĞERLİ VARSILLIK OLAN ANADİLLERİ KIRSAL TOPLUM KORUR, GELİŞTİRİR!’

Ekmek, tarım ve bereket tanrıçası Demeter, Kibele, tanrı Dionysos (bağ bozumu, şarap tanrısı) Anadolu’nun görkemli coşkusunun izleridir. Hattilerden, Hitilerden… (iyi ki) kalan kabartmalarda başaklar, haşhaş başı (kelle) vardır. Çatalhöyük kazılarından çıkan sonuç tarımdır.

Binlerce yıllık ilişki biçimi güçlü alışkanlıklar, gelenekler, uygulamalar, bilgi birikimi yaratmıştır. Bu kültüre insanlığın bugün de büyük gereksinimi bulunduğu açıktır. Tarihte en değerli varsıllık olan anadilleri kırsal toplum korur, geliştirir. Anadiliyle türküler, ağıtlar yakar, destanlar söyler, maniler oluşturur, seyirlik oyunlar oynar, desenler işler, resimler yapar.

Evet, görsel yaratılarda da anadiliyle düşünür, çağrışım alanını genişletir. Yakın dönemden örnek verirsek Vincent van Gogh eşsiz sarısıyla ekenekleri, Millet’nin toplayıcı kadınlarını… görürüz. Ayrıca tarımsal yaşam çalışmak, emek sevgisi, disiplin, doğa, bunların oluşturduğu ahlak demektir.

‘EDEBİYAT-TARIM İLİŞKİSİ GENELLİKLE GÖRMEZDEN GELİNİYOR!’

- Edebiyat ve tarım ilişkisi üzerine neler söylemek istersiniz?

Genellikle, her nedense görmezlikten gelinen çok önemli etkileşim alanıdır edebiyat-tarım ilişkisi. Oysa Hesiodos’un İşler ve Günler’inden buyana edebiyat, tarımla ilgilidir. İnsanlık tarımdan geçmiştir; bugün de süren bir ilişkidir. Boyut değiştirse de sürmek zorundadır.

Balzac’ın Köylüler’i yalnızca yazın yapıtı değildir, toplumbilimcilere kaynaktır. Eugénie Grandet’sinde de arka planda tarım vardır. Emeğin yazarı Emile Zola iki ciltlik Emek adlı romanında ütopyasını kurarken köylüleri de yazar. Unutmadan, Zola’nın Toprakadlı romanını mutlaka anmalıyım.

Rus klasiklerinin birçoğunda toprak köleliği düzeni duyumsanır. Tolstoy’un özellikle öyküleri böyle değil midir? Ya Anna Karenina’daki Levin’in, köylüleriyle, coşkuyla birlikte çalışması?.. Unutulmaz anlatımlardır.

Lev Tolstoy kendinden düşünceler yansıtır Levin’e.Mihail Şolohov bazı öykülerinin yanı sıra yirmi sekiz yılda yazdığı Uyandırılmış Toprak’ta köylüleri anlatır. Tekerleklerin Türküsü kitabıyla tanıdığımız Bulgar Yazar Yordan Yovkov Türklere sıcak bakan, köy öykücüsüdür; öyküleri çok güzeldir. Daha pek çok örnek var…

Osmanlının son döneminde Ebubekir Hâzım Tepeyran’ın Küçük Paşa, Nabizâde Nâzım’ın Karabibik adlı kitaplarıyla başladığını düşünebileceğimiz bir süreç söz konusu. Nabizâde Nâzım’ın Türkçeyle, halkın öz diliyle ilgili önerisini okuduğumda, Dil Devriminin öncülü, diye düşündüm.

Türk yazınında nüfusun yüzde sekseni köyde yaşarken, köylüleri işleyen yazın, “köy edebiyatı” denerek küçümsenmeye çalışıldı. Salaklıkta sınır yok. Oysa insanımız bunu hak etmiyor. İlk kez köy enstitülü yazarlarca (ki günümüz yazınını da besliyorlar), kuş cıvıltılı, gülen genç kızların çeşme başında sevdalandığı… saçma köy algısı yıkıldı; acı kır gerçekleri, yoksulluk, sınıf çelişki ve çatışmaları, insanlık durumları yazına girdi.

Yazına bir güzellik daha girdi: Anadilin gücü, sözcükleri, öz seslenişleri… Aynı zamanda yazınımızda toplumcu gerçekçi anlayışı başlatanlar da köy enstitülü yazarlardır. Altı yılda, yüzün üzerinde nitelikli yazar yetiştiren bir başka eğitim dizgesi daha bilmiyorum.

Mahmut Makal’ın Bizim Köy adlı yapıtıyla başlayan büyük yazın olayı Talip Apaydın, Osman Şahin, Mehmet Başaran, Abdullah Özkucur, Osman Bolulu, Ali Yüce, Pakize Türkoğlu, Dursun Akçam, Behzat Ay, Fakir Baykurt, Adnan Binyazar, Emin Özdemir, Ümit Kaftancıoğlu, Ali Dündar, Tahsin Yücel, Hasan Pekmezci …gibi yazarlar Türk yazınında kalıcılaştılar. Hiçbirinin reklamı yapılmadı; tersine engelleri, sürgünleri aşa aşa yaşadılar, ürettiler.

Bu atılım açık tır ki Türk Devriminin, Dil Devriminin sonucudur. Orhan Kemal’in Bereketli Topraklar Üzerinde, Eskici ve Oğulları Gurbet Kuşları, Kanlı Topraklar yapıtları apayrı bir dünyadır.

Yaşar Kemal yaşamıyla, İnce Memed’le (dört cilt) başlayan hemen tüm romanlarıyla edebiyatımızı üstün bir noktaya taşımıştır. Yakın köylüm Hagop Mintzuri yetkin bir köy yazarıdır. Öykülerinde halkbilim, içtenlik, barış, kardeşlik vardır.

Armıdan Fırat'ın Öte Yanı, Atina, Tuzun Var mı?, İstanbul Anıları… eşsizdir. Şevket Süreyya Aydemir’in Toprak Uyanırsa adlı romanı, doğrudan köylünün olmasa bile, köylü eğitiminin, eğitim ülküsünün destanıdır. Bu arada İsmail Hakkı Tonguç ve Hasan Âli Yücel’in yazın değeri de yüksek yapıtlarını anımsatmak isterim.

- Türkiye’de tarım ne durumda? Neden bu konuda bir gerileme içindeyiz?

Bilge Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ilk kararlarından biri, o güne kadar önemli gelir kaynağı olan aşar vergisini kaldırmak olmuştur. Çünkü yönetim cumhuriyettir, halk yönetimidir. Yitim ağır olsa bile köylüyü rahatlatmak gerekmektedir. Kimileri ikinci cumhuriyetçi kafayla başka nedenler ortaya atmaya çalışırlarsa da bilimsel temeli yoktur.

Cumhuriyet Ziraat Okulu’ndan Toprak Mahsulleri Ofisi’ne, T.C. Ziraat Bankası’nın etkin kılınmasına kadar gerekli kurumları kurmuştur. Ne ki Prof. Dr. Bilsay Kuruç Öğretmenimin de vurguladığı gibi, İkinci Dünya Savaşının bitimiyle, CHP içinde ve ülke genelinde sağ, toprak ağası-işbirlikçi-dinci güçbirliği güçlenmiştir.

Dolayısıyla sınıfsal olarak toprak dağıtımı, çağdaş eğitim, mülkiyet değişimiyle tamamlanması gereken devrimi karşı çıkarak engellemişlerdir. Alman, İtalyan… faşizmini, büyük ölçüde SSCB’nin direnişiyle yenerek, soykırımın, kıyımların önüne geçilmesinin Türkiye siyasasına yansıması, ne ilginçtir, tam tersi yönde olmuştur.

1946’da başlayan çok partili ama demokrasiden uzak uygulamalar (ki içinde zaman zaman oy için köylüye popülist kaynak aktarımları da vardır) yapılan faşist darbelerle kalıcılaştırılmıştır.

1980 darbe sonrasında ABD+Birleşik Krallık+Avrupa tarafından dayatılan politikanın içinde, çiftçiye destek ödemelerinin kaldırılması da vardır. Emek düşmanlığının doruğa çıktığı bir köklü dönüşümdür.

Hemen AKP’nin iktidara taşınması öncesinde gönderilen Kemal Derviş, on beş günde, on yedi yasa çıkarttırarak Türkiye tarımının üretim olanaklarını ortadan kaldırmış, kotalarla üretim cezalandırılmıştır. Gazete köşelerini tutmuş birtakım çokbilmişler, “Neden üretiyoruz, dışarıda daha ucuz,” aptallığını yaymışlardır.

İzleyen yıllarda ise Rusya Federasyonu hububat dış satımını durdurunca, Türkiye hububat alamaz olmuştur. Kurban Bayramı için canlı hayvan dış alımı yapılmıştır. AKP, Cumhuriyetin tüm kurumlarını, doğallıkla tarımsal kurumları da yatırım yapmayarak işlevsizleştirmiş, kötülemiş, arsa bedeli bile denemeyecek bedellere, dilediğine satmıştır.

Planlama ortadan kaldırılmıştır. Planlamanın yok edildiği, ulusal yararın paspasa çevrildiği koşullarda, gönenç, kalkınma olamayacağı gibi, tarım hiç olmaz. Doğrudan gelir desteği adı altında köy kahvesinde pineklettirilen köylü daha da şiddetli biçimde kentlere akın etti. Resmi sayıya göre on altı milyon nüfuslu kent olur mu? Olabiliyor işte. En etkili sonucu ise tarımda çok değerli olan bilgi, gelenek, birikim zincirinin kopması; ahlakın çökmesi oldu.

Tüm bunları yapanların, yönetmek istediklerini sanmıyorum, bu kanıda değilim. Fiyatların dengesizce, sürekli artış durumunda bulunduğu, ekmeğin şimdilik beş lira olduğu, makarnanın bile yanına yaklaşılamadığı, meyve sebzenin satılamadığı nedeniyle manavlara getirilmediği ortamda gidilen yer yıkımdır, açlıktır.

‘BUGÜN YAKLAŞIK 1 MİLYAR İNSAN AÇTIR. GIDA ALANI TARİHTE HİÇ OLMADIĞI KADAR VURGUNCULUĞUN, TEKELCİLİĞİN KONUSUDUR.’

- Onca teknolojik gelişme ve ilerlemeye karşın bugün hâlâ dünyada yoksulluktan ve açlıktan söz ediyoruz. Bunun nedeni sizce nedir?

Yaşamsal özelliği bilinen gıda alanı, tarihte hiç olmadığı kadar ticaretin, vurgunculuğun, çıkar uygulamalarının, tekelciliğin konusudur. Ülkelerin üretim olanaklarına müdahale edilirken, bir yandan da o ülkelere kendi üretim fazlalarını satmaktadırlar.

Tohum Cargill, Monsanto gibi birkaç tekelin elindedir ve terminatör tohum denen, “genetiği değiştirilmiş organizma” biçiminde, kendini imha eden, bir sonraki dönem kullanılamayan tohumlardır.

GDO’nun sağlığa etkileri konusunda günümüzün özel(leştirilmiş) üniversitelerinden sonuç almak olanaksızdır. Greenpeace teknelerinin denizde yolunu kestiği Türkiye varışlı gemilerde mısır GDO’lu çıkıyor. Sanıldığının aksine, gelişmiş ülkelerde çöpe giden gıdalar daha fazla.

Su, elektrik, enerji temel gereksinim olmasına karşın, özelleştirilmiştir, parayladır. Temel hak konusu üzerinden devasa kârlar elde edilmektedir. Aynı süreçte dereler yok edilip, ormanlar kesilmekte, doğa ve iklim değiştirilmektedir. Seller, dolu vurması, yağışsızlık sık rastlanan olaylar durumundadır.

Verimlilik son derece düşüktür ve az gelişmiş ülke tarımının yapay zekâyla üretim yapan gelişmiş ülke tarımıyla rekabet etmesi olanaksızdır. Kaldı ki tohum tekelleri, az gelişmiş ülke yasalarını da kendi çıkarları yönünde düzenletmişlerdir.

Vurguncular bununla da yetinmemiş, toplumsal psikolojiyi çökermek amaçlı anlayışları, giderek yalanları dillendirmiş, yaymışlardır: “Türkiye hiçbir zaman kendine yeten bir ülke olmadı. Türkiye su yoksulu bir ülkedir, geçmişte de böyleydi…”

Su akar, sen bakarsan; sertifika adı altında üreticini üretemez, tohumunu koruyamaz duruma getirirsen, fiyatı geç açıklama “taktiğiyle” tüccarın eline ucuza geçmesine yol açarsan buna ülke neylesin, tarih neylesin?..

Fındığın bile fiyatını sen belirleyemiyorsun. Dünyada yaklaşık 1 milyar insan açtır. Oysa tüm dünyanın gıda üretimi toplamı, dünya nüfusuna yetmektedir.

Anamalcılın ve yayılmacılın neden olduğu yoksulluk, yetersiz beslenme, çocuk ölümleri, sağlıksız çevre, hastalık, salgın gerçeklerindedir. Bölüşümün eşitsizliğindedir. İnsanlığa “yeşil devrim” diye sunulan, aldatmacadan, yalandan başka bir şey değildir.

‘AYDINLANMA USLA BAŞLADI. İLERLEME YAZINLA, SANATLA BUGÜNLERE ULAŞTI.’

- Edebiyatın, kültürün, sanatın insan yaşamına katkısı nedir?

İnsan, bir bakışla Gılgamış Destanı’ndan bir bakışla da MÖ 1000’li yıllardan buyana yaşam, erdem, bilgi, şiir, tiyatro, devlet, toplum… üzerine sorular sormuş. Felsefe, diğer deyişle bilgi dostluğu, sürekli arayış yeteneğini geliştirmiş.

Belirginleşen sınıf çatışmalarıyla ilgili olarak, insanlığı örgütlük, eşitlik düşüncesinden, özleminden uzak tutacak din, gelenek gibi kurumları egemen kılmaktan geri durulmamış.

İşte kültür, edebiyat, sanat güzelduyuyla birlikte, özgürlük, eleştirellik, bilgi, us alanıdır. Sanat özgürlükle, daha doğrusu özgürlük tutkusuyla var olur. Edebiyata, kültüre ulaşabilen insanı, toplumu yönlendiremez, güdemezler.

Demokrasi için olmazsa olmazdır kültür. Yazın ve genelde sanat insanlığın ortak kaygılarını, insan durumlarını işleyerek sormayı sağlar, yaşamı anlamlı kılar. Yaratının yüceliğidir başat olan. Aydınlanma usla başladı. İlerleme yazınla, sanatla bugünlere ulaştı. Her ne kadar bazen tersi duygusuna kapılsak da ilerleme gerçektir.

‘ATATÜRKÇÜLÜK TAM BAĞIMSIZLIKÇI, YAYILMACILIK KARŞITI, ÇAĞDAŞ YAŞAM YÖNTEMİDİR!’

- Ülkemizde tarımın geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Tarım, doğa koşullarına, teknolojik gelişmelere bağımlıdır. Tarımda planlama kesinlikle zorunluluktur. Günümüzdeki şu “havza”da bu ürünleri yetiştireceğiz, falan yılda göstergeler şöyle olacak, türünden girişimlerin, her yıl değişen anlayışların planlamayla ilgisi yoktur.

Tarım alanında işleyen bir zaman gerçekliği vardır ki üretim bu zamanın döngüsüne uymak zorundadır. Ekim, dikim, işleme, bakım, girdi sağlama, gübreleme, ilaçlama, sulama, hasat, pazarlama aşamalarından her birinin ne zaman ve nasıl yapılacağı bellidir.

Üretim zincirinde tarihten gelen ve aktarılan birikimin büyük değeri vardır. Ulusun, tarımın geleceğiyle ilgili kararlar, toplum yararı gözetilerek, bağımsızlık ilkeleri yönünde, planlanarak alınmalı ve uygulanmalıdır.

Bugün saydığımız zorunlulukların hiçbiri uygulanmamaktadır. Tohumundan gübresine, ilacına kadar uluslararası tekellerin egemenliğine teslim edilmişiz. Gelişmiş ülkelerde %70’e bile çıkabilen, kooperatif üyelerinin nüfusa oranı Türkiye’de yaklaşık %10’dur. Üç yanımız deniz ama yolcu gemimiz bile gözükmediği gibi, balıkçı tekneleri de göremiyoruz.

Kırmızı et tüketimi Avrupa Birliği’nde ortalama yıllık 20 kg’ken, Türkiye’de 8 kg’dır. Şunun bile ayırdında olan neredeyse yok: Çiftçiye banka kartları dağıtılarak, finans kapitalin tutsağı olmasına, ekeneklerinin, evlerinin, tarım araçlarının elinden alınmasına yok açılmıştır.

Çaresiz kalan üreticinin kredi kartına borçlanacağı belliydi, öngörülememiş olamaz. Haşhaş Anadolu topraklarının öz bitkilerinden olmasına karşın, hâlâ ulusal ilaç sanayimiz yoktur. Oysa bu ülke bir zamanlar kendi aşısını üretiyordu, yine kendi olanaklarıyla sıtmanın, frenginin, kızamığın… kökünü kazımıştı.

Başka alanlar belki esneklik tanıyabilir ama tarım kesinlikle doğru siyasetler, gerçeğe uygun kararlar gerektirir. Tersi durumda çocuğuyla, yaşlısıyla, kadını, erkeğiyle tüm toplum yıkıma sürüklenir, aç kalır. Yakıcı sorunun kısa erimde çözümü yoktur.

Şu çok açıktır ki ulus çıkarları yönünde siyasetlerin başlaması bir halk yönetimini, birikimli, bilgili, çağı kavrayan, insancı, yurdunu seven, laik, Atatürkçü kadrolar gerektirmektedir.

Atatürkçülük denenmiş, sınanmış, başarısı görülmüş, katılığa, usdışılığa yer vermeyen, tam bağımsızlıkçı, yayılmacılık karşıtı, çağdaş yaşam yöntemidir. Bunun başka yolu yoktur.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon