J. M. Coetzee’den ‘İsa’nın Okul Günleri’

İnsan varoluşunun tarihsel boyutunu inceleyen romanlardan kimileri hayatı tek bir bakış açısından sunmayı reddeder. Bunlar güçlü romanlarsa eğer, karşıt sorular arasında gidip gelmemizi sağlıyor. Gerçekliği kavramaya çalışan, farklı bakış açılarını karşılaştıran, “Nasıl daha az yanılırız?”ın peşine düşen bu tür romanlardan birisi de J. M. Coetzee’nin düşünen romanı: İsa’nın Okul Günleri (Çeviren: Bülent O. Doğan / Can Yayınları). ilk romanda kurulan alegorik dünyanın devamı niteliğindeki yapıt gücünü, okurun karşıt sorular üzerine düşünmesini sağlamasından alıyor.

J. M. Coetzee’den ‘İsa’nın Okul Günleri’
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 09.10.2022 - 00:01

AKIL, DUYGU, HAYAL GÜCÜ VE ÖZELEŞTİRİ!

J. M. Coetzee’nin üçlemesinin ilk kitabı İsa’nın Çocukluğu’nun ardından 2022’de çevrilen İsa’nın Okul Günleri (Çeviren: Bülent O. Doğan / Can Yayınları) ilk romanda kurulan alegorik dünyanın devamı niteliğinde. Yazar yine çetrefil soruları ve fikir yürütmeleri müzikal bir biçimde kompozisyonunun parçası haline getirmeyi başarıyor.

İsa’nın Çocukluğu’nda çocuk David eline aldığı Don Quijote’yi bırakmak istemez. Cervantes’in hayatı farklı iki gözden -Don Quijote’nin ve S. Panza’nın gözünden- sunan bu romanı, İsa’nın Okul Günleri’nde de kendisine yer buluyor. Yazar Cervantes’ten el aldığını söylemek ister gibi. Düşüncelerin, söylenilenlerin, yapıp edilenlerin roman kişilerinin algısıyla, nerede durduğuyla ilişkili olduğunu fark ediyoruz.

Coetzee’nin romanında bir yandan akıl, bir yandan duygu ve hayal gücü konuşuyor. İkisi de sürekli özeleştiri yapar gibi. Akılcı Simon tutkusuz ve soğuk olduğunu düşünür. Dürtüsel ve tutkulu David’e gerçek bir baba olamamaktadır. Belki de korkak, budala ve kör olandır. Hatta “gerçek” bile değildir. İkinci kitaptaki Dimitri’nin dürtüselliği ve tutkusu ise onu karanlığa sürüklemiştir.

ADALET ARAYIŞI VE DÜNYEVİ ‘TELAFİ’!

Akıl, hayal gücü, tutku, sorumluluk duyma, unutmak, hatırlamak, suç, ceza, bağışlama… Romandaki karşıtlıkları kazdıkça adalet arayışı kendisini gösterir. Coetzee’yi okudukça temel derdini kavramaya başlarız. Don Quijote’nin Gines ve arkadaşlarını kurtarmadan önce yaptığı konuşmayı; Raskolnikov’un suç ve ceza kavramlarını sorgulamasını hatırlarız. Coetzee’nin bu sorgulamaların üzerine koyduğu, “telafi” kavramıdır. Bu dünyadaki “telafi”.

Roman Simon, David ve Ines’in köpekleri Bolivar’la birlikte Novilla’dan ikinci bir öğrenme mekânı olan Estrella’ya gelişleriyle başlıyor. Ardından Simon ve Ines’in David’in eğitimi için çırpınışlarına tanık oluyoruz.

Tutkulu David, müstesna bir çocuk. Gittiği Dans Akademisi’nin sahibi Senyor Arroyo’nun deyimiyle “…yekpare. Diğer çocuklardan farklı bir yekpareliğe sahip. Hiçbir şey ondan eksiltilemez. Hiçbir şey eklenemez.” (s. 212) Tanrısal bir bütünlüğü, bir başka İsa öyküsünü çağrıştırıyor bu sözler. Tıpkı ilk roman İsa’nın Çocukluğu’nda olduğu gibi.

SIMON, INES VE DAVID

Simon, Ines ve David arasındaki ilişkiler, bizi büyümek ve ebeveyn olmak üzerine düşündürüyor. Ardından sosyal hayat diğer yetişkinler ve çocuklar devreye giriyor.

Dans Akademisi’nde müzik ve dans, zihin ve beden arasında bir ayrım gözetilmediğini öğreniyor David. Müzik-dansın evreni, evrenin matematiksel yasalarını anlamanın başlı başına bir yolu olduğunu; dans ederek gökten sayıları nasıl indirebileceğini de.

“Bu dansta eski anılar(ın), arkaik hatıralar(ın), okyanusları aşarak buraya seyahat ederken” kaybettikleri bilgilerin su yüzüne çıkacağını düşünüyorlar. Fakat Simon ve Ines’in bütün bunları anlayabilmek için ne zihin-beden bütünlüğü ne hayal gücü vardır.

Bu nedenle David kendi doğasıyla uyumlu olan dans hocası -güzellik ve kararlılık temsili- Ana Magdalena’yı ve ona tutkun Dimitri’yi kendisine ebeveyn olarak seçiyor. Böylece yetişkinlerin aşklarıyla, tutkularıyla ve karanlık yönleriyle tanışıyor.

ORPHEUS ETKİSİ...

Yirmi üç bölümden oluşan romanın yirmi ikinci bölümünde Coetzee, temel problemi telafiyi gündeme getiriyor. Suç, ceza ve bağışlanma konusunda düşündürdükten sonra yapıyor bunu. Edebiyatına daha önce de sızan Orpheus öyküsünün varlığını seziyoruz bu bölümde.

Bir yılan tarafından sokularak öldürülen aşkı Eurydike için tanrılara ve ölüme meydan okuyan Orpheus kim, yılan kimdir bu romanda? Dimitri de Senyor Arroyo da hem bir parça Orpheus hem biraz yılan belki de.

Ana Magdalena’nın bu dünyadan sonsuza dek ayrılışının kefaretini kim ödeyecektir? Kendisine tutkuyla bağlı olan Dimitri’nin içinden fışkıran bir itki yüzünden ölüm ülkesine giderken ne hissetmiştir Ana Magdalena? Birisinin yaşamını elinden almanın telafisi var mıdır? Dirilme imkânı olmayanların hakkını kim savunacaktır?

Dimitri yaptığı kötülüğü inkâr etmez. Neden yaptığını bilmemektedir. En ağır cezaya razıdır. Sadece karanlığa atılmaktan korkar. O bir insandır, tek isteği diğerlerinin bunu kabul etmesidir. Bağışlanma yakarışlarını dinlerken David, “Onu geri getirmelisin, Dimitri.” der. Mıh gibi kalakalırız burada. Bu bir yaratıcının sesidir. Yazarın, belki de tanrının.

The Death of Jesus’ı okuduğumuzda kan bağı olmayan bu ailenin nerede ve hangi durumda olacağını göreceğiz. Hakikati ararken dönüşmeye ve dönüştürmeye devam edip etmeyeceklerini de.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon