Metin Demirtaş’ın ölümünün 8. yılında anısına saygıyla...
Metin Demirtaş (17 Mart 1938-27 Eylül 2014) şiirin, ulusal yatağında yürürken, düşüncesinin demir ayağını bir pergel gibi, toprağına gömüp, diğeriyle evrensel çaplı bir daireyi dolanır. Sizi bu evrensel sınırlar içinde insani olan her şeye taşır. Şiirlerinde dil yalınlaşır. Toplumsal temalı bir şiir gerçekliğiyle buluşulur. Dilinde Karacaoğlan edası. Yunus’un yalın, içten söyleyişi yansır. Halk temelli bir dil örgüsünde, Türkçenin, Anadolu dil ezgilerinden, yüzünüze Akdeniz güneşi, teninize Torosların meltem serinlikleri çarpar… Şiirlerinde “İzlenimciliğin” (Empresyonist) belirgin etkileri yansır. Doğa esinli tablolara, renklerin pastel tonları eşlik eder. Cézanne’da ayrıntıdan uzak, gösterişe düşmeden, yalın olana yöneliş, pastel tonlarda renklerin kullanılması, fırça sürüşlerindeki kabalıktan uzaklaşma isteği ne ise, Demirtaş’ın şiirlerinde seçtiği sözcüklerle betimleyip önümüze koyduğu doğa da, aynı duyarlığın ürünüdür. Toplumsalcı Türk şiiri tarihsel belleğini yitireli 8 yıl oldu. Aramızdan ayrılışının 8. yılında anısına saygıyla…
TÜRK ŞİİRİNİN 45 YILLIK BELLEĞİ
Toplumsalcı Türk Şiiri tarihsel belleğini yitireli sekiz yıl oldu. Bu sekiz yılda çok değişti. Edebiyat dünyası yitirdiği her ustasıyla daha da yoksullaştı. Gidenlerin yeri dolmadı, hiçbir zaman da dolmayacak:
Talat Sait Halman, Yaşar Kemal, Gülten Akın, Vecihi Timuroğlu, Sennur Sezer, Tarık Dursun K., Fikret Otyam, Ahmet Oktay, Muzaffer İzgü, Emin Özdemir, Vedat Türkali, Ülkü Tamer, Refik Durbaş, Mehmet Genç, İlhan Berk, Erdem Beyazıt ve Metin Demirtaş’ın olmadığı bir edebiyat dünyası elbet ki yoksul ve öksüz bir edebiyat dünyasıdır.
Metin abiye gelirsem… Onu, dört dizelik “Hazırol kalbim/ Türküsünü söylemeye/ Derin yara almış/Bir umudun” şiiriyle tanıdım. Şiir dünyasına yolculuğuma, bu şiiriyle başladım. Şiir deryasının çalkantılı sularının yerel kıyılarında şairin iç dünyasından yansıyan bütün inceliklerinin derin izleriyle karşılaştım. Antikiteli bir şehrin, Elmalı-Akçay sevinci Akdeniz esinli bir şair.
ATATÜRK DEVRİMİNİN ÇOCUĞU
Atatürk’süz Türkiye’ye doğmuş. Yoksul bir ailenin dört çocuğundan biri. Savaştan yeni çıkmış on beş yaşında bir Cumhuriyetin, 13 yaşındaki çocuğudur Metin Demirtaş (17 Mart 1938-27 Eylül 2014).
O bir devrim çocuğudur. Atatürk’ü görmemiştir. Ne ki O’nun kurduğu devrimci bir cumhuriyetle büyümektedir; yoksul, topraksız bir köylü ailesinin oğlu olarak.
Her gün serpilerek gelişip büyüyen Cumhuriyetin aydınlıkçı, devrimci ruhu ve rönesançı atılımlarıyla, nereye gitse oraya aydınlığını da götürmektedir. O, kendisini geleceğine götürecek olan bu sürece bir ilkokul öğrencisi olarak başlar ve ilkokulu köyünde tamamlar.
Yayına hazırladığım Yasaklı Nasrettin Hoca Şenlikleri¹ kitabındaki bütün olayları, en yakınında bulunan İbrahim Cingiz’le birlikte; köy köy gezerek, yaparak, yaşayarak…
DİL-DOĞA İLİŞKİSİ
Metin Demirtaş’ın bir başka dikkat çeken yönüne de değinmek isterim: Yayına hazırladığım çalışması bile tek başına Demirtaş’ı, Türk halkbilim alanındaki iki büyük usta Pertev Naili Boratav ile İlhan Başgöz’ün yanında anılmasına yeter.
Yeri geldi bir halkbilimci, çok kereler kendisine söylediğim halde kabullenmese de bir sosyolog, eğitimbilimci olarak, toplum ve eğitim sorunlarına da eğilmiştir.
Onun şiirleri, dil ile doğa ilişkisinde Akdeniz iklimine özgü sıcaklığını bizlere taşıyan sözcüklerinde, yerel tatlarıyla buluşturur bizi. Doğaya düşkünlüğü, doğasından.
TOPLUMSAL TEMALI ŞİİR GERÇEKLİĞİ
Sarı Defterden Bir Yaprak’ı okurken, şu notu düşmüşüm: “10 0cak 2008, Okulda… / Metin Demirtaş’ın şiirlerinde dil yalınlaşır. Doğa esinli tablolara, renklerin pastel tonları eşlik eder. Toplumsal temalı bir şiir gerçekliğiyle buluşurum. Dilinde Karacaoğlan edası. Yunus’un yalın, içten söyleyişi yansır. Halk temelli bir dil örgüsünde, Türkçenin, Anadolu dil ezgilerinden, yüzünüze Akdeniz güneşi, teninize Torosların meltem serinlikleri çarpar…”
ŞİİRİNDE CéZANNE İZLENİMCİLİĞİ
Metin Demirtaş’ın, “Kırda” şiirinde olduğu gibi, bütün şiirlerinde, özellikle resim sanatında ortaya çıkan İzlenimcilik’in (Empresyonizm) belirgin etkileri yansır. Devrimci düşünce, özü oluştururken, doğa “İzlenimci” bir tarzda yansıtılmıştır. Biçim öz ilişkisi, böyle kurgulanmıştır.
Devrimci düşüncenin, şiir gibi bir üst dile aktarılırken, şiire kazandırdığı devinim, yalınlığa yönelmedeki aşırı titizlik, resim sanatına soluk aldıran İzlenimciliğin, devrimci ruhuyla tezatlık değil, büyük bir uyum sergiler. Belleğimizde canlanan tablo, bilincimizde yer eden doğanın İzlenimci tarzda verildiği bu görüntü, değişimin diyalektiğinden süzdüğü özle buluşuruz.
AKDENİZ DUYARLIĞI, KARACOĞLAN EDASI
Müziği unutmayalım. Her ne kadar Yörük edalı, Akdeniz duyarlığı, Karacaoğlan edası taşımış olsa da, Vivaldi’nin “Dört Mevsim”inden çağrışımlar, titreşimler yankılanır kulaklarımızda.
Belleğimizde Cézanne’ın ölüdoğa (natürmortları) ve manzara resimleri (peyzajları) ya da desenlerinden herhangi birisi canlanır:
Cézanne’ın, (d. 18 Ocak 1839-ö. 22 Ekim 1906) Eriyen Karlar adlı tablosunu gözlerimizin önüne getirir. Bu benzerlik, salt resim-şiir boyutunda kalmaz. İki farklı kıtanın (Asya-Avrupa) ayrı sanatçıları olarak yaşadıkları çağın gelişmeleri karşısında, kendilerine özgü sergiledikleri tutum, geliştirdikleri duyarlık ve yaşamlarının belli dönemlerindeki benzer suskunluklara da, dikkat çeker.
Çizim: MUSTAFA BİLGİN
CéZANNE’IN PASTEL RENKLERİ, ŞİİRLERİNDE ALÇAKGÖNÜLLÜ SES TONLARINA DÖNÜŞÜR!
Cézanne’da ayrıntıdan uzak, gösterişe düşmeden, yalın olana yöneliş, pastel tonlarda renklerin kullanılması, fırça sürüşlerindeki kabalıktan uzaklaşma isteği ne ise, Demirtaş’ın şiirlerinde seçtiği sözcüklerle betimleyip önümüze koyduğu doğa da, aynı duyarlığın ürünüdür.
Lirizm ve hüzün iç içe. Yerel bitki dokusuyla Akdeniz duyarlığı. Onun şiir temalarında herkes, suyu taşırmayan gül yaprağıdır birbirine. Şiirlerinin hemen hepsinde (Cézanne-Demirtaş karşılaştırması) doğa, İzlenimci betimlemelerle yansıtılır. Cézanne’ın pastel renkleri, onun şiirlerinde alçakgönüllü ses tonlarına dönüşür. Ne baritondur ne de tiz. Çizgiler, kaba pentüre dönüşmez.
Her ne kadar Van Gogh ve Monet’yi sevip, çalışma odasının duvarlarına resimlerin tıpkıbasımlarını (röprodüksiyon) assa da, onun şiirlerinde Cézanne’ın manzara resimleri, natürmortları, desenlerinden izler vardır, daha çok. Van Gogh’un sert fırça darbeleri, aynı yoğunlukta şiddetli ışığı, burgaçlı sarıları, Monet’nin kır esintili tabloları, kar örtülü evleri yansımaz şiirlerinde. Doğa, Cézanne’da olduğu gibi, İzlenimci bir gerçeklikte betimlenmiştir.
ANA FİKRİN ANA FİKRİ!
Dünyanın neresi olursa olsun, şairin bu göçebe yaşamı, coğrafyadan coğrafyaya koşturması, iki ayaklı pergel gibi kullandığı bilincinin sivri uçlu ayağı yaşadığı Elmalı-Akçay-Antalya yerelinden ulusala, diğer ayağıyla da, ulusaldan evrensel olana bir yay çizer. Sizi bu evrensel sınırlar içinde insani olan her şeye taşır.
Aramızdan ayrılışının sekizinci yılında, Metin ağabeyi sonsuz saygı ve sevgimle anıyorum.
1 Yasaklı Nasrettin Hoca Şenlikleri / Yayına Hazırlayan: Ali Ekber Ataş / Kaynak Yayınları / 1. Basım: Eylül 2013.
En Çok Okunan Haberler
- İstiklal Caddesi’nde polise saldırı!
- Eşini ve 4 çocuğunu katletti, intihar etti!
- İşte il olması muhtemel 19 ilçe
- Erdoğan'dan 'yeni çözüm süreci' açıklaması
- 35 sene sonra ilk kez 'plütonyum çukuru' üretildi!
- 'Tehlike büyük, İsrail gelecek' diye...'
- Bir avukat yaralandı, sandalyeler havada uçtu!
- Meclis başkanı, kendi kullandığı uçakla Beyrut’a indi
- AFAD duyurdu: Erzurum'da deprem
- Milli Takım'da 2 isim kadrodan çıkarıldı!