Özdemir İnce: ‘Türk şiirinin sakıncasız caddesinde hiç yürümedim!’

Usta şair, yazar, eleştirmen ve çevirmen Özdemir İnce ile oylumlu birikimini taşıyan yetkin toplamları, 5 ciltten oluşan Bütün Şiirleri (Sia Kitap) ile 3 ciltten oluşan “Edebiyat ve Siyaset Yazıları”nın ilk iki kitabı kitabı Söz ve Yazı, Tarih Bağışlamaz ile Dinozorca Çile Törenleri - Edebiyat ve Siyaset Yazıları 2’yi (Eksik Parça Yayınları) yanı sıra Türk edebiyatının hali pür melalini, edebiyatı ve 60 yıldır yazdığı şiiri neden bıraktığını, şairler ve eleştirmenlere bir çift sözünü konuştuk.

Özdemir İnce: ‘Türk şiirinin sakıncasız caddesinde hiç yürümedim!’
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 27.07.2023 - 00:03

Çağsayıcı bir bakışın / düşünüşün anlatıcısıdır Özdemir İnce. Denemelerine konu edindiği her insani durum, yaşamsal / sanatsal / kültürel gerçeklik yaşanan zamanın ruhunu içerir. Soran, sorgulayan eleştirel bakışın, temellendirdiği Aydınlanma düşüncesi sözün / yazının yaratıcı iklimini var etmeye, denemelerine yansıyan her bir düşüncesi Türkiye gerçeğinin kültürel atlasını kavramaya dönüktür.

Sanatın güncel ve gündemde olan sorunlarını ele alması, ülke gerçeğinde yaşananların bu iklime yansıları denemelerinin ana konusudur. “...nesnel dünyanın bütünsel imgesini yaratmak” dediği düşüncenin yazıda / yaşamdaki yansımalarını eleştirel söylemle ele alır. Öyle ki yazınsal / eleştirel denemenin modern anlatıda uçlandığı birikimi çağdaş edebiyata taşır.

Özdemir İnce’nin 5 ciltten oluşan ve Sia Kitap tarafından yayımlanan Bütün Şiirleri ile 3 ciltten oluşan “Edebiyat ve Siyaset Yazıları”nın ilk iki kitabı kitabı Söz ve Yazı, Tarih Bağışlamaz ile Dinozorca Çile Törenleri - Edebiyat ve Siyaset Yazıları 2 (Eksik Parça Yayınları) bu oylumlu birikimi taşıyan yetkin bir toplam.

Söyleşimizde yapıtlarını merkeze alarak Türk edebiyatının hali pür melalini, edebiyatı ve 60 yıldır yazdığı şiiri neden bıraktığını, şairler ve eleştirmenlere bir çift sözünü, edebiyat, basın ve siyaset dünyalarının neden “cahil” olduğunu düşündüğünü, yazdığını, söylediğini konuştuk.

ŞİİRİ BİTİRDİĞİM İÇİN ŞİİR YAZMAYI BIRAKTIM. ŞİİR BENİ BIRAKMADI!’

- Beş ciltten oluşan ve Sia Kitap tarafından yayımlanan Bütün Şiirleri’nizin son kitabı okurlarla buluştu. Son dedim ama şairin sonu yoktur, hele ki şiirin. Toplamı değerlendirmenizi rica etmenin zamanı şimdi.

Nasıl bir toplam, yolculukta varılan noktaya ilişkin neler söylersiniz? Bir şairin bütün şiirlerinin yayımlanması hüzünlü bir durak mıdır?

Kendisi ölmeden bütün şiirleri yayımlanan başka bir şair var mı? Bilmiyorum. Var mı? Birinci kitap 1954 yılında Mersin’de yazdığım ve galiba aynı yıl (?) Adana’da Salkım adlı dergide yayımlanan “Sıcak Kan Pıhtıları” adlı şiirle başlıyor. Şiir yazmaya 1953 yılında başladığıma göre bu şiirden önce yazdığım şiirleri herhangi bir kitabıma almamışım.

Bilinmeyen ya da dikkate alınmayan bir şey var: 3 Ekim 1971 günü mahpus damında yazdığım “Durum” (Bütün Şiirleri 1 / s. 264) adlı şiirden sonra 19.1.1977’ye kadar 6 yıl kararlı olarak şiir yazmadım. Kendimi nadasa çektim. Nadastan sonra yazdığım “Şiir Sanatı” adlı şiirle yeni bir dönem başladı.

Beşinci kitabın son şiirini yani son şiirimi 10 Şubat 2019 günü bitirmişim. Buna göre toplam olarak 60 yıl şiir yazmışım. Bütün şiirlerim 2 bin 296 sayfa tutuyor. Bu kısa giriş soğukkanlı ve mantıklı bir insan olduğumu gösteriyor.

Artık şiiri sürdürmemem gerektiğimi düşünüp karar vermişim. Şiir yazmayı bıraktığımda 83 yaşımdaymışım. Daha önce ölseydim bırakma şansım olmayacaktı. Size tuhaf bir şey söyleyeceğim: Şiiri bitirdiğim için şiir yazmayı bıraktım. Sürdürseydim yazdıklarım artık bence şiir olmazdı. Şiir beni bırakmadı.

‘ŞİİRSEL SÖYLEMİN OLANAKLARINI BİTİRDİM. RIMBAUD’NUN 20 YAŞINDA YAPTIĞINI BEN 83 YAŞIMDA YAPMIŞIM. RIMBAUD DAHİYDİ, BENSE BİR İŞÇİYİM!

Şiir tema olarak, esin olarak bitmedi, şiirsel söylemin olanaklarını bitirdim. Kullandığım dilsel olanaklar düzyazının sınırlarına dayandı. İstesem bulunduğum çizgiden geri dönebilirdim. Dönsem, tekrar evresi başlardı. Rimbaud’nun 20 yaşında yaptığını ben 83 yaşımda yapmışım. Rimbaud dahiydi, bense bir işçiyim!

- Şiirlerinizin farkına ilişkin neler söylersiniz? Bireyden topluma ilerleyişini, dokusunu, duygusunu, hızını, huzurunu, huzursuzluğunu ve hele ki devrimini bu toplamda ilk kaleme aldığı dizesinden son kaleme aldığı dizesine değin baştan sona tüm süreciyle değerlendirirse neler söyler şairi?

Bir gün Karlovassi’de (Sisam Adası) Yannis Ritsos’la konuşuyorduk. Bir durumu açıklamak için “Türk şiiriyle evliyim, Yunan şiiri” derken araya girip “Sakın metresim deme külahları değişiriz” dedi. “Hayır, sevgilimdir, dünyanın bütün şiirleri gibi” dedim.

‘ŞİİRİM, BİÇİM VE SÖYLEM OLARAK EGZOGAMİK (KLANDIŞI EVLİLİK) ŞİİRDİR. ANSİKLOPEDİK BİR ŞİİRDİR!’

Kendi şiirinde, kendi edebiyat ve kültüründe kapalı kalmak, ensest yapmaktır. Ensest soyu bozar. Türk şiiri neredeyse her zaman endogami (klan içi evlilik) yapmıştır. Kendi sütünü içen ineğe benzer. Benim şiirim, biçim ve söylem olarak başından itibaren bir egzogamik (klandışı evlilik) şiirdir.

Temalar (izlekler) yerel ve evrensel bireşimidir. Ruh yerlidir, yereldir. Kaynaklarım dünyadan okuyup bellediğim kitaplar, dinlediğim müzikler ve gördüğüm resimlerdir. Benim şiirim ansiklopedik bir şiirdir: Bilgi ve görgüye, deneyime dayanır. Hepsinin bir tarihi ve öyküsü vardır.

Bir gün Şükran Kurdakul şiirimi yermek için “Senin şiirlerin tercüme şiirlere benziyor” demişti gençliğimde. Aslında istemeyerek şiirimi övüyordu.

Kısa bir süre İkinci Yeni’ye bulaşsam da Üstgerçekçi (Sürrealist) şiiri ve çağdaş ve çağcıl dünya şairlerini bildiğim için onların düştüğü tuzağa düşmedim ve kendi patikamda yürüdüm.

1910’larda doğan şairlerimiz İkinci Yeni şairlerinden daha evrensel ve yerlidir. İkinci Yeni yersiz ve yurtsuzdur. Şu anda yazılan şiir de ne yazık ki İkinci Yeni’nin izinden giderek çıkmaza toslayıp batağa gömülmüştür.

Fotoğraf: VEDAT ARIK

“‘OKUMA’ TAMAM, ‘ESİNLENME’ TAMAM, ‘ETKİLENME’ TAMAM AMA ÜÇÜNDEN ÇOK DAHA ÖNEMLİSİ ‘ÖĞRENME(K)!’”

- Okudunuz, okudunuz, okudunuz, biriktirdiniz, biriktirdiniz, yazdınız. Hele ki gençlerin zihnindeki en can alıcı soru / sorunsaldır malum şu etkilenme meselesi.

Esinlenme tamam fakat etkilenme şaire nasıl bir deva ve yerinde nasıl bir beladır? Nasıl aştınız bunu? Bütün Şiirleri’niz bunu da ortaya koyuyor...

Evet, çok okudum, çok okudum ama abur cubur okumadım. İşime, şiirime, yazılarıma yararlı olacak şeyler, kitaplar okudum. Şimdi, esinlenmek için kendi kitaplarımı okuyorum; 2000’den önce yazdığım yazılardan oluşan düşünce kitaplarımı.

Şiirden söz ettiğinize göre ilk yazdığım şiirden son yazdığım şiire kadar her şiirin her dizenin içinde ben varım. “Okuma” tamam, “esinlenme” tamam, “etkilenme” tamam ama üçünden çok daha önemlisi var: Öğrenme(k).

Öğrenmezseniz, okuma, esinlenme, etkilenme sizi esir alır, artık kendiniz olamazsınız. Bu nedenle bende çok sevdiğim şairlerin bile etkisini göremezsiniz.

En çok okuduğum şairler: Nâzım Hikmet, Yannis Ritsos, René Char, Ezra Pound, Nicolas Guillen ve daha onlarca var. Ama bende bunların etkisini göremezsiniz, yürüttüğüm dize bulamazsınız. Çevirdiğim, bedenlerinin, beyinlerinin içine girdiğim şairler var: Rimbaud, Lautréamont, Kavafis, Seferis…

Okumak, sevmek, ezberlemek, esinlenmek, etkilenmek, taklit etmek değil, önemli olan “öğrenmek”, öğrendiğiniz zaman özgürleşirsiniz. Öğrenmek beni özgürleştirdi ve “ben” yaptı.

Bu nedenle “Bütün Şiirleri”m bir panayır gibidir, “festival”dir. Öğrenen kazanır, tutsak olmaz. Düellodan da çekinmez, korkmaz!

‘TÜRK ŞİİRİNİN SAKINCASIZ CADDESİNDE HİÇ YÜRÜMEDİM, TOROSLAR’DAKİ KENDİ DAĞLIK PATİKAMDA, KENDİ TAPULU YOLUMDA YÜRÜDÜM!’

Türk şiirinin sakıncasız caddesinde hiç yürümedim, Toroslardaki kendi dağlık patikamda yürüdüm, kendi tapulu yolumda…

Türk şiiri 1930’larda tanıması gereken şairleri 1980’lerde henüz tanımamıştı. Ahmet Hamdi Tanpınar ile Ahmet Muhip Dranas ve Cahit Sıtkı Tarancı’nın ilham kaynağı Charles Baudelaire’den ve bir gıdım Paul Valéry’den öteye geçmemişti.

Arthur Rimbaud’dan sadece eski tarzda yazılmış “Sarhoş Gemi” şiiri dilimize tercüme edilmişti. Comte de Lautréamont’un Maldoror’un Şarkıları ve Rimbaud’un çağdaş şiirin başlangıcı düzyazı şiirleri dilimize tercüme edilmemişti.

‘TÜRK ŞİİRİNİ VE ŞAİRLERİNİ ÇAĞDAŞ ŞİİRİN GENLERİYLE AŞILAMAYI AMAÇLADIM! TÜRK ŞİİRİ BANA MISIN DEMEDİ. PES ETTİM. EDEBİYAT VE ŞİİRE VEDA ETTİM!’

Rimbaud ve Lautréamont’u çevirmek için Fransızlardan bir yıllık (1985-1986) burs alıp Paris’e gittim. Rimbaud’un devrimci düzyazı şiirlerinin tamamını çevirdim ve Ben Bir Başkasıdır (Can ve İmge Yayınları) adıyla yayımladım. Kitapta kapsamlı bir inceleme bölümü vardır.

Daha sonra Helen, Grek ve Yunan dünyasının ilham verici şairleri olan Kavafis, Seferis ve Yannis Ritsos’u İoanna Kuçuradi ve Herkül Millas’ın ortaklığıyla dilimize çevirdim. Kavafis Helen dünyasının, Seferis Grek ve Ritsos Yunan dünyasının şairleridir.

Bu arada çağdaş şiirin iki önemli şairi René Char ve Adonis’i çevirdim ve Şiirde Devrim’i yazdım. Amacım Türk şiirini ve şairlerini çağdaş şiirin genleriyle aşılamaktı.

Can Yayınları’nda editörlük, Telos Yayıncılık’ta yayın yönetmeni olduğum yıllarda yayımladığım yazarlar daha sonra Nobel Ödülü aldılar: J. M. G. Le Clézio (2008), Herta Müller (2009), Thomas Tranströmer (2011), Patrick Modiano (2014) ve Annie Ernaux (2022). Daha ne yapayım anam babam!

Ama bunca hazır kaynağa karşın Türk şiiri bana mısın demedi, İkinci Yeni’nin yığma şiirinden öteye çağdaş şiire doğru bir milim adım atmadı, yerel ve alaturka kaldı. Sonunda ben pes ettim. Edebiyat ve şiire veda ettim.

Fotoğraf: VEDAT ARIK

‘EDEBİYAT, BASIN, SİYASET DÜNYALARI CAHİL!’

- Aydın, şair, yazar, çevirmen, eleştirmen, köşe yazarı olmak disiplinlerarası nasıl bir maraton koşturdu size? Ve varılan menzilde son durum nedir?

Sürekli gazete yazarlığına başladığım günlerde, edebiyat dünyasında olduğu gibi, durmadan yalan ve yanlış düzeltmek zorunda kalınca yaptığım işi bir tür tamircilik olarak tanımladım ve böyle durumlarda “Alet çantamı açıyorum” dedim.

70 yıllık deneyimime dayanarak edebiyat, basın ve siyaset dünyalarının “cahil” olduğunu söyleyebilirim. Söylemek ne demek saptadım ve kanıtladım. Üçünde de içi boş sözcük ve kavram fetişizmi vardır.

Siyaset dünyası “devlet” ve “hükümet”in ayrı şeyler olduğunu benden öğrendi. Öğretmek için de “Devlet eşektir, hükümet de eşeğin üzerine binen Osman Ağa’dır” dedim. Çünkü eşek Osman Ağa’nın sürdüğü yere gider.

80’li yıllarda, Ankara’da, ama 80’li yılların başında Ataol Behramoğlu bana, “İhtiyar, imaj (imge) üzerine bir yazı yazsana” deyince “Neden” diye sordum. “Kimse ne olduğunu bilmiyor” dedi. Bunun üzerine onun dediğini yaptım.

Gerçekten de kimse ne olduğunu bilmiyordu. “Görüntü” ya da “fotoğraf” olduğunu sananlar bile vardı. Oturdum ve “İmge ve Serüvenleri”ni yazdım.

Yazıyı yazdığım sıralar Varlık Dergisi’ni Kemal Özer yoldaş yönetiyordu. 40 kitap sayfası tutan yazıyı 1983 yılında Varlık dergisininin temmuz, ağustos, eylül, ekim ve kasım sayılarında yayımladı. Ortalık şallak mallak olmadı. Bir Allah’ın kulu çıkıp yazılar hakkına “iyi” ya da “kötü” demedi. Oysa herkes için yararlı yazılardı. Yıllar sonra bu yazılarımı yağmalayanlar referans falan da vermediler.

Genel istek üzerine şiir ve edebiyat üzerine kuramsal yazıları sürdüm. Sürdürmek zorunda kaldım çünkü şairlerin, eleştirmenlerin bu yazılara gereksinimi olmalıydı.. Yazınsal yaratım (üretim) alanında yapıcı doğulmaz, yapıcı olunur. Yetenek ayrı konu…

‘ŞAİRLER VE ELEŞTİRMENCİLER BENDEN NEFRET ETTİLER. ÇÜNKÜ ORTADA ÖLÇÜ VE KURAL OLSUN İSTEMİYORLAR!’

Bizde, edebiyat dünyasında yaptığı işin ne olduğunu, ne işe yaradığını düşünen ve anlamaya çalışan pek az kişi vardır. Olmalı. Ama nerede onlar?

Şairlere poetikayı, eleştirmenlere de eleştiri yöntemini hatırlatmak için dört kitap yazdım: Şiir ve Gerçeklik, Tabula Rasa, Yazınsal Söylem Üzerine ve Şiirde Devrim adlı dört poetika kitabı yayımladım. Şiir ve Gerçeklik dört, ötekiler üç baskı yaptı. Bazı üniversitelerde güya ders kitabı bile olmuşlar ama şairler ve eleştirmenciler bu kitapları yazdığım için benden nefret ettiler. Çünkü ortada ölçü ve kural olsun istemiyorlar. Kendileri çalıp kendileri oynamak istiyorlar. Ölçüsüzlük ve kuralsızlıkta sosyal medya edebiyatı diye bir garabet var karşılarında şimdi.

- Israrla yinelersem; neden bu toplama yeni bir şiir eklenmeyecek? Şiir yazma eyleminizin neden 10 Şubat 2019 günü Gençler İçin 50 Turfanda Miir’i yazmayı bitirdiğinizde sona erdiğinde ısrar ediyorsunuz? Hani veda yoktu? Sonra yeni dizeler hücum etse yüreğinize pas mı geçeceksiniz, yazmayacak mısınız yani?

Hiçbir zaman ilhamla şiir yazmadım. Kuramsal yazılara, şiir çevirisine nasıl son verdiysem, şiir yazma eylemimin sona erdiğine, şiiri bitirdiğime karar verdim. Yazdığım şiirlerin artık bana, bekçiye gereksinimleri yok. Ben olmasam da onlar var olmayı sürdürecekler.

Okurlar, şairler, geleceğin şairleri “Bütün Şiirleri”min henüz kapağını açmadılar. Onları yani şiirimi sütten kestim, “reşit” oldular. Yolları açık olsun. Benden bu kadar!

‘YAZDIKLARIM GERÇEKLEŞİYOR. OKURU ZORLAMADAN, HIRPALAMADAN OLMAZ!’

- Edebiyat ve Siyaset Yazıları alt başlığıyla “Söz ve Yazı, Tarih Bağışlamaz” ve “Dinozorca, Çile Törenleri” adlarıyla iki cilt olarak yayımlanan kitaplarınız da Eksik Parça Yayınları’nca okuyucularla buluşturuldu..

Öncesinde farklı yayınevlerinden yayımlanan hangi kitaplarınızı ve hangi tarihler arasında yazılmış yazılarınızı kapsıyorlar?

Ve ülke gerçeğinin tüm yansılarıyla bu yazılarınız yazınsal / eleştirel deneme türünde nasıl bir özgün eşik ve / veya “yeni” olarak nitelenebilir?

Sözünü ettiğiniz kitaplardaki yazılar 1970’ler ile 2000 yılı arasında yazdığım edebiyat ve siyaset yazılarından oluşuyor. Daha önce iki kez yayımlananların şimdi üçüncü basımları yapılıyor. Ama baskılar toplam olarak beş bin kitabı bulmaz. Zavallılık! Ama şikâyet etmeye hakkım yok. Kimse bana şair ol, yazar ol demedi. O kitaplarda yazdıklarım günümüzde gerçekleşiyor. Esinlenmek için ben de okuyorum onları. Okuru zorlayan kitaplar. Zorlamadan, hırpalamadan olmaz.

Şimdi sadece gazete yazıları yazıyorum. Eski kitap ve yazılarımı yayımlıyorum. Kitaplarımı Eksik Parça ve Sia yayınevleri yayımlıyor. Son olarak Bütün Şiirleri’mi Sia yayımladı.

Edebiyat ve şiir dünyasının bana ihtiyacı yok. Ve bu benim umurumda bile değil. Bazen düşündükçe gülüyorum. Son olarak: Bir yayınevi daha bulsam çok iyi olur! Benim için “Önündekini ısıran, arkasındakini tepen huysuz adam!” diyorlarmış. Derler!

‘BÜTÜN ŞİİIRLERİ’MİN BEŞİNCİ CİLDİNDE BAŞTAN BAŞA AKP İKTİDARI DÖNEMİ VE GEZİ DİRENİŞİ VAR!’

Romanda bir ölçüde 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri var ama şiirimizde sanki böyle şeyler, tarihsel ve toplumsal çalkantıların, altüst oluşların izi bile yok. Oysa Bütün Şiirler’de zamansal olarak bunların tamamı var.

Örnek: Can Yelekleri Tavandadır ile Zorba ve Ozan bütünüyle Kenan Evren dönemini içermekte: Kenan Evren=Zorba; Ozan ise ben! 2002’den bu yana Türkiye bir Başyücelik diktatoryasında yaşamakta. Roman bu kara dönemle ilgilendi mi, bilmiyorum ama bu dönem şiirin umurunda bile değil; ancak Bütün Şiirler’in beşinci kitabında baştan başa bu dönem ve Gezi Direnişi var: “Missa Sine Nomine” (s. 197-277), “Kara Delikte Bir Yolculuk & Tersine ya da Sapkın Ayetler” (s. 295-353), “Opera Kahkahası” (s. 367-451) ve özellikle de “Gençler İçin 50 Turfanda Miir” (s. 455-500) bu 23 yıllık AKP iktidarını olduğu gibi bu dönemin bilinçsiz insanını teşhir etmektedir.

Ne mi demek istiyorum? Günümüz Türk şairleri “Ben”lerin bataklığın içinde debelenmekte ve kendilerinden başka bir şey (tarih, coğrafya, yurtbilgisi ve insanlar) görmemektedirler. Bu yeni bir Divan Şiiri’dir. Gerçek çağdaş şair sözcük tuğlalarıyla ev yapar; bizimkilerin şiirlerinde tuğlalar var ama ev yok. Hayatta olan ve şiir yazmayı sürdüren zevat bana istedikleri kadar kızabilirler, küfredebilirler. Söylediklerime istedikleri sıfatı ekleyebilirler. Ama uyarılarıma dikkate alan birileri bir gün şiir Pantheon’unun kapısına ulaşabilirler.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon