Yaşlanmadan biten dizeler ve Marina Tsvetayeva
Venus Khoury-Ghata "Marina Tsvetayeva ya da Alabuga'da Ölmek" (YKY/Çev: Ayşenaz Cengiz) romanında da şair ve romancı Marina Tsvetayeva üzerinden kent kadınlarının sözcülüğünü yapar. Sanatçı "Zamanım beni sevmiyor, ben de onu sevmiyorum. " diyen bir kadının bunalmışlığını, gelenekler ve modern hayat arasındaki sıkışmışlığını, yazgıya dönüşen yalnızlığını ve satırları arasında kalan çığlığını anlatır.
Yazmak, nefes almak gibi, yaşamak gibi...
Romandan şiire yaklaşık kırk yapıt üreten, Lübnan asıllı Fransız sanatçı Venus Khoury-Ghata, özellikle çocukluğunun üzerine çöken karanlık ve sessizliği aşmak için yazar. Beyrut'ta Lübnan iç savaşını da yaşayan sanatçı, savaşın ve iç siyasal olayların sonucu oluşan umutsuzluk ve kayıpları bazen ironik hatta alaycı; ancak çoğunlukla acımasız bir biçimde anlatır. Şiddet, kadın sorunları, göçmenler, sürgün gibi konulara duyarlıdır o. "Öteki"nin öyküsünü anlatmaktan hoşlanır. Kadınları ana karakter yapar. Kadınların toplum içindeki meydan okumasını dile getirir, bireyin kendini ifade etme hakkının korunmasını ister. Onun kadınları ataerkil toplumların dayattığı kuralların ağırlığını taşır ve daima özgürlük hayalleri kurar. Ghata romanlarını taşıyan iki ana ayak, aşk ve ölümdür. Bu aşk ve ölüm tasarımları, kadın kimliklerin son nefeslerine kadar mücadele ettikleri heyecan verici bir alandır.
Venus Khoury-Ghata "Marina Tsvetayeva ya da Alabuga'da Ölmek" (YKY/Çev: Ayşenaz Cengiz) romanında da şair ve romancı Marina Tsvetayeva üzerinden kent kadınlarının sözcülüğünü yapar. Sanatçı "Zamanım beni sevmiyor, ben de onu sevmiyorum. " diyen bir kadının bunalmışlığını, gelenekler ve modern hayat arasındaki sıkışmışlığını, yazgıya dönüşen yalnızlığını ve satırları arasında kalan çığlığını anlatır. Ghata bu romanda Marina Tsvetayeva'nın yaşamını kurgularken yalnızca bireysel temaları değil, arka planda yirminci yüzyılın toplumsal hafızaya kazınmış sorunlarını ve trajedilerini de öne çıkarır. Birinci Dünya Savaşı yılları, Ekim Devrimi, kaos ortamları, göç sorunu belki yapıtının merkezine konmaz ancak bunlar bir şekilde melankolik bir şairin duygu dünyası arasında yedirilir. Böylece okur, siyasal çalkantılarla dolu sayfalarda boğulmaz; ancak" dünyadan daha büyük odasında" sadece yazıp üretmek isteyen Marina'yı intihara götüren toplumsal dışlanma ve kaotik durumlara karşı da tamamen kayıtsız kalmaz.
Gündelik hayatın kendisine yüklediği " annelik" rolüne itiraz eden, "sadık eş" olamayan, tutkuyla bağlandığı sevgilileri tarafından hep terk edilen asi ve hırçın romantik dizelerin şairi Marina'nın yaşamıdır aslında sunulan. Hem açlığı ve sefaleti hem de savaşları, sürgünleri yaşayan bir kuşağın çilelerine kadın ve bir de şair olmak eklenince "cehennemden kaçamayan" birinin öyküsü ortaya çıkar. Üstelik "Ekim Devrimi"nin düşman gördüğü bir aileden gelen ve eşi de beyazlarla birlikte olan bir kadının öyküsü.
Moskova'da soylu bir ailenin çocuğu olarak doğan Marina Tsvetayeva, Rus İmparatorluğunun çöküşüne, Bolşeviklerin kızıl Rusya'sının doğuşuna tanık olur. Sergio Efron ile evlenir. İki kız ve bir oğlan doğurur. Kocası bir süre sonra Berlin'deki "Beyaz Ordu" saflarına katılır ve Sovyet gücüne karşı savaşır, sonrasında Prag'a sığınır. Bu sırada Marina, Lenin Rusya'sında bir muhalif olarak çok ciddi ekonomik sorunlar yaşar. Açlık sınırındayken iki kızına bakamayacak duruma gelir. Küçük kızı Irina'yı bakımevine verir. Zavallı Irina burada yetersiz beslenmeden ölür. Eşinin yanına gitmeye hazırlandığı sırada Boris Pasternak'tan içli bir mektup alır ve böylece Pasternak'la ruhtan ruha mektuplaşmalar başlar. Bu mektuplaşmalar 1922'den 1936'ya dek sürer. Boris Pasternak yanında İlya Ehrenburg, Anna Ahmatova, Aragon, Rainer Maria Rilke de kimi zaman anlatıya ve mektuplaşmalara dahil olur.
Marina, Moskova'daki baskılardan iyice bunalınca kocasının yanında olmak için anavatanını terk eder; Prag'a gelir. Prag'da bir süre kalır ve sonra uzun yıllarını geçireceği Fransa'ya yerleşir. Fransa'da meslektaşları ile yazışmaları devam eder, bunun yanında bir günlük de tutar. Aile dramları ve bunca sıkıntılı tarihsel döneme rağmen şiire olan inancı ise değişmeden kalır. O, Rus sembolistelerine göre insanın iç dünyasını tüm karmaşıklığıyla yansıtan bir şairdir. Hep kalemini kullanabileceği bir iş arar. Onun işi, tutkuyla bağlı olduğu sanatıdır. Ancak bu işi bir türlü bulamaz. Kocası Sovyet gizli polis için çalıştığından Rus göçmen topluluğu ve yazın çevresinden dışlanır. Çağdaşları tarafından hak ettiği değer verilmez. Kendisine bir yayınevinde bulaşıkçılık dahi teklif edilir.
Fransa yılları onun için kendi deyişiyle tam bir "sokak köpeği hayatı"dır. Yine sefildir, yine açtır. Çok yalnız ve mutsuzdur. İş bulamamasına rağmen yazmayı ise asla bırakmaz. Kendine özgü şiirsel ritim sistemini kusursuzlaştıran simgeci ve romantik şiirler yazar, böylece Rilke tarafından övülür. Şiirlerinde tutku, hızlı değişimler, olağandışı söz dizimi ve Rus halk türkülerinin esinleri vardır. Tabi bir de aynı zamanda bir kadının korkunç yıllar deneyimlerinin betimlenmesi ve Beyaz Ordu'nun Bolşevizme karşı açtığı savaşı yücelten dizeler...
Marina, 1939'da Rusya'ya geri döner. Öncelikle kocasının idamı ve sonrasında kızının sürgünü onu sarsar. Kendisinin de Rusya'nın gizli polis örgütü NKVD için muhbirlik yapması istenince bunalım geçirir. 1941'te Moskova'ya yapılan bombalı saldırıdan sonra oradan yeniden kaçar. Tataristan Cumhuriyeti'nin, kimseyi tanımadığı tenha bir kasabası olan Alabuga'ya yerleşir. Burada ölümle yüzleşme cesareti gösterir. İnsanlığın en büyük korkusu olan ölümü, bir ihtiyaç gibi her an yanında taşımıştır zaten. Yaşadığı varoluşsal sorunlar, 1941'de Boris Pasternak'ın bavulunun ipini kullanarak kendini asmasıyla noktalanır.
Venus Khoury-Ghata, Marina Tsvetayeva'nın yaşamını yeniden yazarken "gitmekten" yılmayan bir sanatçının arayışlarına ışık tutar bir bakıma. Tsvetayeva, kentlere gitmek, ülkelere gitmek, belki geri dönmek ama yeniden gitmek ister. Gitmelerden yorulmaz. Bir yerde duramaz. Yaşamı "gitmek" olarak algılar ve sonsuzluğa doğru akıp gider. Onun için gidebilmek, ölümü bile yenmektir. Yaşamı boyunca hiçbir yere ait olamama fikri, onu bir noktada "Biz kendimizi, köyümüz dışındaki her yerde rahat sayan huzursuz insanlarız." diyen Pavese'ye yaklaştırır. Marina, yaşamı ve yaşadıklarını anlamlandırma çabasından yorulmuş bir durumda, yaşlanmadan, kırk sekiz yaşında intihar eder.
Romanda yabancılaşma, yalnızlık ve ölüme dair aforizma niteliğindeki cümleler, bir devrin insanlık dramının özeti gibidir. Baştan sona, yaşamın yorgunluğu, bunalımları, kırgınlıkları dizelerine sinen ve Rus yazının belki de en hüzünlü metinlerini kaleme alan bir kadın şairin yaşama yabancılaşmasıdır izletilen. Aslında "yabancılaşma" 20. yüzyıl insanının da en temel sorunu değil midir? Büyük savaşlar, soykırımlar, savaş sırasında iyice vahşileşen insanoğlunun erdeminin sorgulanmaya başlaması, hümanizmin çöküşü, kişinin çevresine mesafe koymasına ve dolayısıyla kendi içine gömülmeye başlamasına neden olur.
Ghata bunun yanında Rus toplumunun çürümüşlüğünü,çarpıklıklarını, varsıl kesimlerden yansıyan güç gösterilerini, bayağı ilişkileri de gözler önüne serer. Rus geleneklerinden uzaklaşıp Fransız özentisi yaşayan yazın dünyasına nefretini ve parasıyla insanları ezen kişilere öfkesini haykırır. Marina’nın savaş yıllarına ve Bolşevik Devrimi'nin karanlık eylemlerine keskin ve gerçekçi bakışla eleştirisinin, devlet tarafından başına türlü işler açılmasına neden olduğu da gösterilir.
Kitapta Marina'nın sanrılarla dolu psikolojisine destek olan en önemli unsurlardan biri de "evi"dir. Yazar bu evi, kapısından girilince yoksulluğun can alıcı sahnelerinin betimlemesi olarak sunar. Okura hemen kendini sokağa atma isteği duyumsatır. Ev, dünyayla yaşanan uyumsuzluğun, çatışmanın, öfke nöbetlerinin, suçlamaların, kaçıp kurtulma isteğinin, hayal kırıklıklarının panoramasıdır. Mutsuz duvarlar arasında geçen çaresiz anlar, işsizlik, yazın dünyasında görülmeme, yaşam ve ölüm arasındaki korkunç sıkışma ev içinden aktarılır.
Kitap, bir yazarın geçmişine doğru çıkılan kısa ve etkili bir okuma serüveni. Öyle ki birkaç saat içinde okunup bittiğinde Marina Tsvetayeva'nın yaşadıklarının etkisi belki günlerce sürer. Rusya'da başlayıp Tataristan'ın küçücük bir kasabasında son bulan soğuk, ıslak, gri yıllar... Yaşam ve ölüm arasındaki gelgitlerin gücü ve ölümde takılı kalan bir kadran...
En Çok Okunan Haberler
- Op. Dr. Dericioğlu başında poşetle ölü bulundu
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Apple'dan 'şifre' talebine yanıt!
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Suriye'nin yeni başbakanından ilk açıklama
- ‘Hepinize test yapalım, bakalım kim ne kadar geçiyor!’
- Erdoğan'ı protesto eden gençlere işkence iddiasına yanıt