Yüzyıllarca Eskimolarla Vikinglerin birlikte sessizce yaşadıkları buzullarla kaplı Grönland adası, 1720’li yıllarda Danimarka-Norveç Krallığı’nın bölgeye sahip olmasıyla dikkati çekti, 1800’lü yılların başlarında da Danimarka’ya bağlandı. Atlas Okyanusu’nda, 2.1 milyon kilometrekare yüzölçümüne sahip ada; demir, uranyum, petrol ve doğalgaz gibi zengin maden rezervleriyle büyük bir potansiyele sahipti. 1860’lı yıllarda fark edilen bu potansiyelden sonra ABD, adayı satın almak istedi ancak Danimarka kabul etmedi. ABD’nin Grönland’ı elde etme isteği ise hiçbir zaman son bulmadı. Küresel ısınmayla buzulların erimesi, yeraltı zenginliklerini erişilebilir hale getirdi; ada askeri ve stratejik önem kazandı.
‘SOĞUK SAVAŞ’ YILLARI
II. Dünya Savaşı sırasında Danimarka Nazi işgaline uğrayınca, ABD’nin bölgedeki ağırlığı arttı. Grönland’da askeri üsler kurmaya başladı. Soğuk Savaş yıllarında Danimarka ile anlaşan ABD, adada nükleer güce ve erken uyarı sistemine sahip Thule Askeri Üssü’nü kurdu. 1950’den sonra NATO’nun kuzey kanadında stratejik bir bölgeye dönüşen Grönland, Thule Üssü ile Sovyetler Birliği’ne karşı ileri karakol işlevi gördü. 1946’da Başkan Truman’ın adayı satın alma isteğinin reddedilmesinden sonra, 2019’da Donald Trump da ABD’nin adayı satın alma kararlılığını yineledi. Danimarka bu isteği de geri çevirdi.
Artan iç ve dış baskılar nedeniyle Danimarka, Grönland’a 1979’da sınırlı, 2009’da daha geniş özerklik tanıdı. Ancak ada merkezi krallığa bağımlılığını halen sürdürüyor. Grönland, Kuzey Kutbu’na yakınlığıyla yeni deniz ticaret yollarının ve enerji/ maden kaynaklarının denetlenmesi açısından ABD için özel önem taşıyor. Çin ve Rusya’nın bölgedeki etkinliği de Washington’ın ilgisini artırıyor.
‘GÜÇ SAVAŞLARI’
ABD’nin Grönland’a ilgisi askeri ve stratejik amaçlarla sınırlı kalmadı. Kültürel altyapıyı oluşturmak için de önemli adımlar atıldı. 1950’lerden itibaren Fulbright burslarıyla ABD üniversitelerinde eğitilen çok sayıda genç, Amerikan yaşam tarzını ve serbest piyasa ekonomisini öğrendi. Adada uygulanan Marshall Planı’yla çiftçilere tohum, gübre, modern tarım makineleri ve eğitim desteği sağlandı. Uygulanan bu modele “yumuşak güç” adı verildi. Yeni konsepte göre ABD, adada askeri ve ekonomik baskının yanında “yumuşak güç” de uygulayacak; eğitim, medya, teknoloji, bilim, insani yardım ve diplomasi gibi seçenekleri harekete geçirecek, ada halkına bazen “havuç”, bazen “sopa” gösterilecekti. Bu ilgi giderek “güç savaşına” ve “algı operasyonlarına” dönüştü. Danimarka ile ABD arasında gerginliklere yol açtı. Kamuoyunda ve sol çevrelerde “yumuşak güce” karşı tepkiler yükselmeye başladı.
Geçtiğimiz aylarda Danimarka güvenlik birimlerince hazırlanan ABD diplomatlarıyla ilgili bir rapor bardağı taşıran son damla oldu. Dışişleri Bakanı Lars Lökke Rasmussen’in rapora dayanarak yaptığı açıklamaya göre, başkent Kopenhag’da görev yapan bazı ABD’li diplomatlar, Danimarkalı ve Grönlandlı bazı önemli kişilerle özel görüşmeler yaparak algı operasyonları yürütmeye çalışıyorlardı. “Kopenhag’daki bazı ABD diplomatları, Washington tarafından Grönland’da etkinlik sağlamak için gönderilmişlerdi.” Böylece iki ülke arasında buzulların ötesine uzanan yeni bir gerginlik doğdu. Danimarka yönetimi, Grönland’ın özerk yapısına saygı gösterilmesini beklerken ABD’li diplomatların yerel siyasetçilerle doğrudan ilişki kurmaları rahatsızlık yarattı. İddialar daha da ileri giderek kamuoyunda “etki ajanlığı” suçlamalarına yol açtı. Danimarka Dışişleri Bakanlığı, ABD’nin Kopenhag geçici büyükelçisi Mark Stroh’u görüşmeye çağırdı. ABD Dışişleri ise iddialara ölçülü yaklaşarak “ABD hükümeti özel vatandaşların eylemlerini kontrol etmez” demekle yetindi.
Sorun yalnızca Grönland’ın geleceğini değil, bölgede artan güç dengelerini de yansıtıyor. Rusya’nın Kuzey Kutbu’ndaki askeri faaliyetleri, Çin’in artan yatırım girişimleri ve iklim krizinin açtığı yeni deniz yolları, Grönland’ı küresel siyasetin sıcak merkezlerinden biri durumuna getiriyor.
Türkiye’de, 1947 yılında uygulanmaya başlanan Truman Doktrini ve “Marshall Planı” ile 1960’lı yıllardaki “Barış Gönüllüsü” projelerinin gerçekleştirdikleri dönüşüm anımsandığında, Grönland’daki “güç savaşları” ve “algı operasyonları” daha anlamlı hale geliyor.