İstanbul Barosu öncülüğünde başlayan Savunma Nöbeti’nde konuşan Avukat Hakları Grubu Sözcüsü Avukat Turgay Bilge, “Artık yargıdaki bağımlılık olağanlaşmış; darbe dönemlerinde dahi örneğine rastlamadığımız hukuksuzluklar sıradan hale gelmiştir. Yazılamayan iddianameler, eylem-suç-unsur-fail ilişkisi kurulmadan yöneltilen suçlamalar, gizli tanık ve itirafçı uygulamalarının yaygınlaşması yargıyı adeta kuşatmıştır. Bugün suçluluk esasa, masumiyet ise istisnaya dönüşmüştür. Yargı, Sarayın gölgesinde çürütülmekte; mahkemeler siyasal mühendisliğin operasyon odalarına çevrilmektedir. Duruşma salonlarında hukukun değil, iktidarın gölgesi dolaşmaktadır” dedi.
İBB savunma avukatlarının 'haksız ve hukuksuz şekilde gözaltına alınan, tutuklanan' avukatlar için her perşembe günü tuttuğu 'Savunma Nöbeti' İstanbul Adliyesi önünde tutuldu. Savunmaya dönük baskıları ve tutuklamaları protesto eden avukatlar, meslektaşları için Çağlayan'da bulunan İstanbul Adliyesi önünde başlatıkları 'Savunma Nöbeti'nin bugüngü bölümünde Önce İlke Çağdaş Avukatlar Grubu Başkanı avukat Turgay Demirci konuştu. “Bugün ülkemizde yargı alanında çok ciddi sorunlar yaşandığını artık herkes biliyor. Türkiye’nin her zamankinden daha fazla bağımsız ve tarafsız bir yargıya ihtiyacı var. Yargının bağımsızlığı uzun yıllardır tartışma konusuydu; ancak bugün bana göre bu sorunun da ötesine geçen, daha ağır bir sorunla karşı karşıyayız" diyen Demirci şunları söyledi:
“SİSTEMLİ BİR BİÇİMDE ENGELLENDİĞİNİ HEPİMİZ GÖRÜYORUZ”
"Yargının taraflı hale gelmesi... Adaleti ve adil yargılamayı sağlaması gereken bu bina ve Türkiye’deki tüm adliyelerde, maalesef yargının kurucu unsurlarından olan hâkim, savcı ve avukatlar arasında, özellikle de avukatlar açısından, adil yargılanmanın sistemli bir biçimde engellendiğini hepimiz görüyoruz. Biz avukatlar, müvekkillerimizi savunurken aynı zamanda kendimizi de savunmak zorunda bırakılıyoruz. Mehmet Pehlivan ve diğer meslektaşlarımızın içeride bulunmasının temel nedeni de budur: Savunma haklarının fiilen engellenmesi...
“YARGI, AVUKATLARLA VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜYLE MÜCADELE ETTİĞİ KADAR...”
İktidarın hoşuna gidecek savunmalar yapmamızı bekleyen bir anlayışla karşı karşıyayız. Bu beklentiyi zorlayan meslektaşlarımız ise gözaltı ve tutuklamaya varan tedbirlerle adeta kamuoyuna mesaj verilmek isteniyor. Aynı durum gazeteciler için de geçerlidir. Örneğin Fatih Altaylı hakkında verilen 4 yıl 2 aylık cezanın ardından tutukluluğunun devamına karar verilirken; aynı dönemde 7,5 yıl ceza almış ve sayfalarca adli sicil kaydı bulunan kişilerin tutukluluğu sona erdirilmiştir. Bu örnekler çoğaltılabilir.
Yargı, avukatlarla ve ifade özgürlüğüyle mücadele ettiği kadar organize suç yapılarıyla mücadele etmiyor. Siyaset–mafya ilişkilerinin yargı içinde de etkileri olduğunu hepimiz görüyoruz. HSK’nın mafya bağlantılı soruşturmalarda iş birliği yaptığı iddia edilen hâkim ve savcılar hakkında yürütmek zorunda kaldığı soruşturma sayısı bile tabloyu anlamak için yeterlidir.
Değerli meslektaşlarım, bugün iddia makamı suç isnadında bulunurken iddianamelerde suç, eylem ve fail arasında hiçbir bağ kurmamakta; bir dönem FETÖ mensuplarının icat ettiği yöntemlerle açık kaynaklardan derlenen bilgiler delil kabul edilmektedir. Üstelik bugün daha da vahim biçimde, delil niteliği taşımayan binlerce sayfalık, kimler tarafından hazırlandığı dahi belli olmayan metinler iddianamelere eklenmekte; insanlar hukukla bağdaşmayan bu dizgilerle suçlanmaktadır.
Artık ülkede insanlar suçlanmakla kalmıyor, suçsuzluklarını ispat etmek zorunda bırakılıyor. Adalet önünde herkesin eşit olduğunu söylemek ne yazık ki mümkün değildir. Adliyelerde alınan muamele, kişinin gücüne, mensup olduğu yere göre değişebilmektedir. Bunun temel nedeni ise liyakatsizlik ve belli yapılara sadakat üzerinden yürütülen kadrolaşmadır. Bir başsavcının danışma kalem müdürlüğüne bir savcının getirilmesi gibi uygulamalara dahi sessiz kalınıyorsa ve HSK gelen haklı şikâyetleri etkin bir şekilde soruşturmuyorsa, yargıdaki bu çürümenin sorumluluğunun büyük kısmı yargının kurucu unsurlarına aittir. Burada baroları ve avukatları ayrı tutuyorum"
Demirci açıklamasını, "Bu bina kalacak, bizler geçiciyiz. Ancak yargı makamının üzerindeki bu sis perdesini kaldırması, baskıdan arınması ve asli görevine dönmesi zorunludur. Biz avukatlar, bu mücadelenin her zaman yanındayız. Geçmişte, bu adliyenin başsavcısı dinlenirken yürüyüş yaptığımız günleri hatırlayın; hâkimler ve savcılar dinlenirken bile yanımızda hiçbir hâkim ve savcı yoktu. Yine biz avukatlar yürüdük.
Bu nedenle, bu ülkenin siyasi istikbali için yargının bir araç olarak kullanılmasına izin vermemeliyiz. Bu filmi daha önce izledik. Yargıyı kullananların akıbetini gördük; yarın da aynı durumla karşılaşmamız kaçınılmazdır. Önemli olan, yargının hiçbir baskı altında kalmadan görevini yapabilmesidir. Ben savunma nöbetinin uzun yıllar devam edeceğini düşünüyorum. Avukatlardan geri adım atmasını kimse beklemesin. Yargı bir şekilde kendini düzeltmek zorundadır.” sözleriyle tamamladı.
“SAVUNMA MESLEĞİNİ SÜRDÜREN HERKES İÇİN BİR ARADAYIZ”
Avukat Hakları Grubu Sözcüsü Avukat Turgay Bilge ise savunmanın sistematik biçimde baskı altına alındığı son derece ağır bir dönemden geçildiğini vurguladı ve şunları söyledi:
"Meslektaşlarımın da ifade ettiği gibi, artık yargıdaki bağımlılık olağanlaşmış; darbe dönemlerinde dahi örneğine rastlamadığımız hukuksuzluklar sıradan hale gelmiştir. Yazılamayan iddianameler, eylem-suç-unsur-fail ilişkisi kurulmadan yöneltilen suçlamalar, gizli tanık ve itirafçı uygulamalarının yaygınlaşması yargıyı adeta kuşatmıştır. Bugün suçluluk esasa, masumiyet ise istisnaya dönüşmüştür. Yargı, Sarayın gölgesinde çürütülmekte; mahkemeler siyasal mühendisliğin operasyon odalarına çevrilmektedir. Duruşma salonlarında hukukun değil, iktidarın gölgesi dolaşmaktadır. Ve bu gölge en çok savunmanın üzerine düşmektedir. Çünkü avukatlar hâlâ bu ülkenin gerçeklerini yüksek sesle söyleyebilen tek yüreğidir. İktidar, gerçeği söyleyen herkesten; en çok da avukatlardan korkmaktadır.
Bugün burada, hukuksuz biçimde gözaltına alınan, talimatla tutuklanan, yıllardır cezaevinde rehin tutulan meslektaşlarımız için toplandık. Sadece mesleğini yaptığı için hedef alınan avukat Mehmet Pehlivan için; Soma’da emekçiyi, Gezi’de ağacı savunan avukat Can Atalay için; yaşamın kendisini değil, adil, onurlu, güvenli ve haysiyetli yaşamı savunan avukat Selçuk Kozağaçlı için; burada bulunan tüm avukatlar ve korkmadan savunma mesleğini sürdüren herkes için bir aradayız.
“ADALET BAKANI HER GÜN ‘TÜRKİYE BİR HUKUK DEVLETİDİR’ DERKEN ADETA BİZİMLE ALAY ETMEKTEDİR”
Onların ve bizim tek ‘suçumuz’, doğru bildiğimizi savunmak, kimden gelirse gelsin adaletin yanında durmak ve hukuktan ayrılmamaktır. Meslektaşlarımız yalnız değildir; bugün burada attığımız her adım, aldığımız her nefes, taşıdığımız her umut onların yanındadır.
Buradan iktidara sesleniyorum: Avukatları hedef göstererek, baroları etkisizleştirerek, yargıyı tek sesli bir düzene mahkûm ederek bu ülkeye adalet getiremezsiniz. Meslektaşımız Adalet Bakanı her gün ‘Türkiye bir hukuk devletidir’ derken adeta bizimle alay etmektedir; üstelik partili cumhurbaşkanı her seferinde kendi bakanını yalanlamaktadır. Bu ülke bir ‘yargı devleti’ değildir; olamaz. Savunmanın olmadığı bir düzen, hukuk devleti olamayacağı gibi, demokrasi de değildir.
"TALİMATLA HAREKET EDEN YARGININ ZULMÜNE BOYUN EĞMEYECEĞİZ"
Savunmayı savunmak, adaleti savunmaktır. Savunmayı savunmak, demokrasiyi savunmaktır. Açıkça söylüyorum: Bu mesleği teslim alamazsınız. İktidarın baskısına, talimatla hareket eden yargının zulmüne boyun eğmeyeceğiz. Baroları susturamayacaksınız, savunmayı yok edemeyeceksiniz. Çünkü biz, talimatla hareket eden ‘makbul avukatlar’ olmayacağız; bu ülkenin hukuk tarihine, mesleğin onuruna ve yargı bağımsızlığına bağlı kalacağız.
Bugün başlattığımız savunma nöbeti, bir günlük bir eylem değildir; hukuksuzluğa karşı ortak bir itirazdır. Meslek onurumuzu ve yargının haysiyetini koruma mücadelesidir. Yargı üzerindeki siyasi tahakküm kırılana dek devam edecek bir direniştir. Sonuna kadar direneceğiz. Bu ülkeyi gerçek bir hukuk devletine dönüştürene kadar mücadelemiz sürecek.”