Tivi 6'daki programında konuyu gündeme taşıyan Şahin, "Türkiye, terörle mücadelede yeni ve kritik bir kavşakta. Son günlerde bazı siyasi aktörlerin ve medya organlarının gündeme taşıdığı “çözüm süreci” tartışmaları, PKK’nın olası bir silah bırakma niyetiyle birlikte yeniden açıldı. Ancak kamuoyunda oluşturulan bu iyimser hava, yıllar önce yaşanan acı tecrübeleri unutturma riski taşıyor. Çünkü aynı süreç başlıkları altında geçmişte yaşananlar, Türkiye’nin hem güvenliğine hem de toplumsal bütünlüğüne ağır bedeller ödetti" ifadelerini kullandı.
Siyaset bilimci ve akademisyen Şahin, 2010'lu yıllardaki barış vaat ve rüzgarına da dikkat çekti.
O dönemle güncel zamanın benzerlik çektiğine vurgu yapan Şahin:
"Bugün atılmaya çalışılan adımlar, daha önce 2013-2015 yılları arasında deneyimlenen çözüm sürecine fazlasıyla benziyor. O süreçte, kamuoyuna “barış” vaadi sunulmuş, örgütle masa başı temaslar kurulmuş, güvenlik birimleri pasifleştirilmiş ve Doğu-Güneydoğu’da devlet otoritesi adeta bilinçli şekilde geri çekilmişti. Bunun sonucunda ortaya çıkan hendek terörü, yalnızca şehirlerin fiziki yapısını değil, devletin güvenlik refleksini de ağır şekilde zedeledi. Binlerce vatandaş yerinden edildi, yüzlerce güvenlik görevlisi şehit oldu. Bugün aynı hataların tekrar etmesi, yalnızca bir güvenlik zaafı değil, bir devlet hafızası yitimidir.
PKK artık sadece kırsalda faaliyet gösteren bir silahlı örgüt değil. Bugün karşımızda; Kandil, Mahmur, Sincar ve özellikle de Suriye’nin kuzeyinde kurumsallaşmış bir yapı hâline gelen PYD/YPG üzerinden örgütlenen, siyasi ve askeri uzantılarıyla uluslararası alanda meşruiyet arayan hibrit bir yapı bulunuyor. Bu yapı; diplomasi, medya, insan hakları söylemi ve yerel yönetim araçlarını etkin biçimde kullanıyor. PKK’nın “silah bırakma” ya da “sürece hazır olma” gibi açıklamaları, bu bağlamda yalnızca iç kamuoyuna değil, uluslararası arenaya da mesaj taşıyan diplomatik hamlelerdir.
Terör örgütlerinin stratejik suskunluğu barışın göstergesi değildir. Bu durum, çoğu zaman yeniden yapılanma, güç toparlama ve iç kadro disiplinini sağlama dönemleridir. Türkiye bunu defalarca tecrübe etti. 1999’da Öcalan’ın yakalanmasından sonraki dönemde yaşanan “geri çekilme”, 2009’daki “Demokratik Açılım”, ardından 2013’te başlayan “çözüm süreci”… Her birinde örgüt susmuş, ama sonrasında daha örgütlü, daha etkili ve daha kanlı saldırılarla geri dönmüştür.
İstihbarat raporları ve saha gözlemleri bugün bazı değişimlerin sinyallerini veriyor olabilir:
Kamp yerlerinin sessizleşmesi, telsiz trafiğinde azalma, bazı kırsal grupların geri çekilmesi… Ancak bu, bir çözüm iradesi değil, stratejik konumlanma olarak da okunmalıdır. PKK’nın örgütsel hafızası, devleti kandırma ve süreci kendi lehine çevirme konusunda son derece deneyimlidir. Örgüt, zayıf göründüğü anlarda dahi propaganda alanlarını etkin biçimde kullanmış, legal siyasetin bir parçasıymış gibi görünerek alttan alta yapılanmasını sürdürmüştür.
Unutulmamalıdır ki, PKK hiçbir zaman nihai hedeflerinden vazgeçmedi: Özerklik, federasyon ve uluslararası meşruiyet. Bugün “silah bırakıyoruz” diyen yapı, bu hedeflerinden sessizce geri çekilmiyor; aksine, farklı yollarla ilerlemeye çalışıyor. Yani soru hâlâ geçerlidir: PKK silah mı bırakıyor, yoksa başka bir zemin mi kazanıyor?
Yeni bir çözüm süreci konuşulacaksa, bunun koşulları şeffaf ve nettir:
PKK koşulsuz ve toplu silah bırakmalıdır.
Af, özerklik, anayasal statü gibi talepler tartışma dışı bırakılmalıdır.
Süreç; istihbarat, TSK ve İçişleri Bakanlığı koordinasyonunda yürütülmeli; siyasi pazarlık zeminine çekilmemelidir.
Kamuoyuna şeffaf bilgi aktarımı sağlanmalı; milli irade süreçten dışlanmamalıdır.
PKK’nın Suriye yapılanmaları (YPG/PYD) doğrudan bu sürecin kapsamına alınmalı ve dış politika bağı kurulmalıdır.
Aksi hâlde bu süreç, devletin meşruiyetini zayıflatan, örgütün legal siyaset aracılığıyla taban kazanmasına imkân veren, uluslararası alanda “ılımlı aktör” imajı oluşturmasına destek çıkan bir hata olur. Ve en büyük tehlike, milletin hafızasında çözüm süreci kavramının yeniden bir travmaya dönüşmesidir.
Devletin görevi yalnızca terörü bastırmak değil, aynı zamanda vatandaşlarının her birini eşit yurttaşlık temelinde sistem içine çekmektir. Ancak bu, silahlı bir yapıyla masa kurarak değil, hukuk reformlarıyla, eğitimle, ekonomik yatırımlarla, sosyal politikalarla olur. Terörü temsil eden bir aktöre muhataplık verilmesi; yalnızca devleti değil, demokrasiyi de zedeler.
Bugün “yeni bir çözüm süreci” tartışılırken, yapılması gereken geçmişi unutmak değil, ondan ders çıkarmaktır. Aynı hatayı ikinci kez yapmak, hata değil, tercihtir. PKK gibi bir yapıya karşı zaaf göstermek, yalnızca güvenlik birimlerinin değil, siyasetin de geleceğini tehlikeye atar.
Türkiye’nin terörle mücadelesi geçici değil, kalıcı ve stratejik bir akılla yürütülmelidir. Barış, ancak terörün diliyle değil, milletin vicdanıyla kurulur. Bu nedenle “çözüm süreci” adı altında atılacak her adım; devlet aklıyla, güvenlik vizyonuyla ve toplumsal gerçeklikle test edilmek zorundadır."