Kutay Soyocak: "Etki alanı genişliyor"
Kutay Soyocak, İstanbul’un yeraltı müzik sahnesinin hem karamsar hem de umutlu olabilen gruplarından Jakuzi’nin vokali ve söz yazarı. Grup, uluslararası bir plak şirketiyle sözleşme imzaladı ve Avrupa’da düzenli olarak konser vermeye başladı. Soyacak, şu sıralar Jakuzi’nin yeni albümünün kayıtlarıyla uğraşırken bir yandan da yeni yayımladığı teklisi Hiçbir Şey ile solo kariyerine odaklanıyor.
İstanbul’un ‘yeraltı’ müzik sahnesinin hayli karamsar, bir yandan da hayli umut dolu topluluklarından biri Jakuzi. Kuruluşlarından ve aktif olarak performans sergilemeye başladıkları birkaç seneden bu yana, uluslararası bir plak şirketiyle sözleşme imzaladıkları ve Avrupa’da düzenli olarak konser verdikleri bir mertebeye ulaştılar. Oldukça kuvvetli şarkı sözleriyle varoluşsal sıkıntılara gönderme yaparken, new wave, funk, synth pop gibi türler arası geçişlerle örülü yüksek tempolu melodileriyle de bu sıkıntıları silip süpüren bir bütünlüğe ulaşıyorlar. Kutay Soyocak (Taner Yücel’le birlikte yarattığı) Jakuzi’nin vokali ve söz yazarı olmasının yanı sıra, birçok farklı kişisel projeyle de karşımıza çıkıyor. Marmara Güzel Sanatlar Fakültesi’nden heykeltıraş olmak için yolan çıkan Soyocak, müzik ve sahneyi keşfetmesiyle bedenini de kullandığı ‘performans’ alanına geçiş yapıyor. Peygamber Vitesi adı altında yayımladığı iki EP ile resmi olarak müziğe atılıyor. Şu sıralar bir yandan Jakuzi’nin yeni albümünün kayıtlarıyla uğraşırken, bir yandan da hardcore punk grubu Ölü ile konserlere çıkıyor. Yeni yayınladığı teklisi “Hiçbir Şey” ile de solo kariyerine odaklanıyor. Kutay Soyocak’la Jakuzi’yi, solo kariyerini ve sahnede olmayı konuştuk.
-Jakuzi’den başlayalım. Türkiye’deki yeni dalga alternatif müzik üretiminin nevi şahsına münhasır temsilcilerinden birisi Jakuzi. Bu toplulukla yapmaya çalıştığınız şey neydi?
Jakuzi bir ‘pop’ deneyiydi. İlk albümümüzde Türkçenin armonik yapısını da kullanarak başka bir dil oluşturmakla ilgileniyordum. Bu albüm benim için Türkçe pop müziğin diğer müzik türleriyle nasıl bir paslaşması olabileceğini gördüğüm bir çalışmaydı. İyi de tepki aldık. Konserler vermeye başladığımızda Jakuzi performans ağırlıklı bir projeye dönüştü.
‘Jakuzi’den önce umutsuzdum’
-Jakuzi’nin yakaladığı başarıyı deneyimlerken kendinize ve müziğe dair neler keşfettiniz?
Kendimi biraz yılgın hissediyordum. Hep aynı barlarda, kötü ses sistemleriyle, eşe dosta çaldığımız bir döngü içerisindeydim. Önümü göremiyordum. Bu ön görememe durumu Türkiye’ye de özgü. Dinleyici oluşturmak ve o dinleyici kitlesi tarafından muhatap alınmak da zaman alıyor. Jakuzi’den önce bu konuda umutsuzdum. O yılgınlığın getirdiği özgüvensizlikten ve kıyıda köşede kalmanın getirdiği güçsüzlükten besleniyordum. Jakuzi ile bunu artistik bir filtreden de geçirip üretime yansıtabildim.
-Yazdığınız şarkı sözleri bir ‘tutunamayan’ portresi çizerken, sahnede ise kendinizi asla saklamayıp güçlü bir kişisel şov sergiliyorsunuz. Bu dengeyi nasıl sağlıyorsunuz?
Kendine rağmen bu işi yapabilmenin formülü başka biri olabilmek. Sahne aynı anda her şey ve hiçbir şey olabildiğin bir yer. Çok ayrı iki uç arasında gidip gelen bu alanda kendimi rahat hissedebiliyorum. Gündelik hayatta daha sabit bir değer üzerinden gidiyorsun. Sahnedeki değişkenlik ise seni etkiliyor. Seyircinin de seni her zaman alaşağı edebileceği faktörünü de gözeterek hareket ediyorum. Sahne benim için kendimi de harcayabileceğim bir yer.
-Sahnede kendinizi rahat hissettiğinizden bahsediyorsunuz. Peki Türkiye’de son yıllarda yaşanan ve giderek normalleştirilen baskı ortamında üretim yaparken kendinizi rahat hissediyor musunuz? Buradaki kültürel üretimi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye genelinde üreten kesimin kendini gerçekleştirme girişiminin politik bir tavır da içerdiğini düşünüyorum. Bireysel olarak kendi yaşamıma devam edebilmek için istediğim gibi olmayan her şeyi, istediğim gibi olmayan herkesi reddetmek zorunda hissediyorum. Bir şeylere devam edebilmek en büyük politik eylem bence. Misal, dilediğin cinsel kimliği yaşamak da bireysel bir eylem. Türkiye’de sanat üretmeyi kendimi gerçekleştirme imkânı olarak görüyorum. Hem mevcut siyasal ortamı hem de kültür endüstrisinin standartlarını reddederek, kendi ütopyam içinde yapmak istiyorum bu üretimi
‘Kendi değerimi arıyorum’
-Aptal Bir İnat’ta “Bizi burada yaşatan / Elimizi bağlayan / Aptal bir inat sanki / Kanıtlama
gayreti” diyorsunuz. Neyi kanıtlamaya çalışıyoruz?
Çok da sosyal bir endişeyle yazmadım aslında bu sözleri. Maruz kaldığım ve olmak istediğim şey arasındaki farka dair yazmıştım. İçinde olduğumuz o gerçeklik bize kendimizi o kadar değersiz hissettiriyor ki… Ben varoluş olarak kendimin değersiz olmadığını kanıtlamaya çalışıyorum. O değeri arıyorum.
-Aslında son derece depresif, mutsuz hikâyeler anlatsanız da bir şekilde bunu yüksek tempolu dans melodileriyle buluşturup üzüntüden uzakta duruyorsunuz. Sanki hayattaki bütün o yenilgilerle dalga geçiyorsunuz. Nedir bunun sırrı?
Depeche Mode’un Black Celebration’ı gibi... Dünyanın sonu geliyor ama son ana kadar eğlenmeye çalışıyorsun. Mutsuzken de eğlenebiliyorsun. Bir kara diskoya dönüşüyor her şey. Jakuzi’nin en tezat tarafı bu. Neredeyse intihar edecek bir ruhu var ama başkalarıyla birlikte bu ruhu eğlenceye dönüştürebiliyor.
-Yeni Jakuzi albümünde nasıl bir yöne doğru gidiyorsunuz?
Albüm Mart 2019’da yayımlanacak. Tür skalası ilk albümde olduğu gibi geniş değil. Fantezi Müzik’te funk, disko ve dark wave’e uzanan geniş bir alanda şarkılar vardı. Bu albüm çok daha spesifik bir alanda, dark wave’de dolanıyor.
‘Daha agresif bir müzik planlıyorum’
-Solo yayımladığınız ilk tekli Hiçbir Şey’de Marilyn Manson, Depeche Mode ve Chemical Brothers’ı anımsatan tuhaf ve gotik bir bölgede duruyorsunuz. Nedir hikâyesi bu şarkının?
Benim Jakuzi’deki üretimim dışında, kendim için yaptığım bir sürü şarkı da var. Bunları sanatsal olarak farklı bir yerde tutmak istiyorum. Kendi ismimle yayımlamak istememin en büyük sebebi dilediğim kadar özgür olabilmekti. Bir sonraki şarkıda bambaşka bir şey deneyebilirim. Kafamdaki plan daha elektronik ve daha agresif bir şey yapmak. Bir EP’ye de dönüşecek bu solo projem.
-Bir başka grubunuz Ölü var bir de...
Emre Aksoy ve Çoşkun Yüce’nin de dahil olduğu ekstrem bir trio Ölü. Hardcore punk ve black metal arasında gidip gelen bir tonu var. Ölü’deki üretimlerde daha agresif şeyler yapmak beni heyecanlandırıyor. Bir albüm de düşünüyoruz.
-Albüm demişken…Caribou, Tindersticks gibi isimlere de ev sahipliği yapan Berlin merkezli bir plak şirketiyle, City Slang’le çalışmak nasıl bir deneyim?
City Slang çok iyi bir dağıtımcı. Avrupa’da hayli önemseniyor. İlk başta Almanya’daki dinleyicilere ulaşmamız açısından faydası oldu. John Maus’un Berlin konserinde ön grup olmamızı sağlayacak kadar önümüzü açtı. City Slang üzerinden anlaşma sağladığımız ‘booking agent’lar da birçok farklı ülkede konser verme imkânı sağladı.
-Yabancı seyirciyle kurduğunuz ilişki nasıl? Türkiye’de son yıllarda sizin de dahil olduğunuz bazı genç nesil müzisyenler kendilerine uluslararası arenada da anlamlı bir karşılık bulabiliyorlar. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Artık dünyadaki müzik hareketleri biraz daha senkronize ilerliyor. Dinleyici profilleri de ona uyuyor. Yurtdışında bizim konserlerimize gelenler arasında pek Türk yok mesela. Dili anlamadıkları için daha melodik bir hissin peşinden gidiyorlar. Kişilikten önce, direkt sanata odaklanıyorlar. Bu yüzden performansı gerçekleştirirken kendimi daha rahat hissediyorum. Performansa ve sanata odaklanıyorum.
En Çok Okunan Haberler
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- 35 milyon TL değerinde altın sikke ele geçirildi
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- 21 kişinin daha hastanelik olduğu ortaya çıktı