Ali Apaydın

Millî eğitime bakan yok!

16 Mayıs 2024 Perşembe

Yıllardır eğitim adına birçok sorunla aynı anda karşı karşıyayız. Ve MEB bu sorunları çözmek yerine yanına yenilerini eklemeyi tercih ediyor ısrarla.

Zaten devasa sorunlar içinde bulunan eğitim pratiklerimiz karşısında çözüm üretmesi gereken bakanlık, inatla tam aksini yapıyor. En sonunda en yapılmayacak olanı da yapıp tüm sorunları daha da derinleştirecek bir öğretim programı koydu önümüze. Dahası nasıl bir çalışmayla ortaya atıldığı hiç belli olmayan bir modelimiz de oldu şimdi: Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli.

Programlardaki laiklik karşıtı unsurlara pek çok kimse tarafından haklı bir şekilde defalarca değinildiği için ben burada farklı birkaç hususa dikkat çekeceğim.

Esasen model diye önümüze konan taslakta o denli sorun var ki bu sorunların her birini birer başlık olarak dile getirmek bile sayfalar alabilir. Sözgelimi ortak metin kitapçığında “ontolojik bütünlük”, “epistemolojik bütünlük”, “zamansal bütünlük”, “aksiyolojik olgunluk” gibi anlam içeriğinin ne olduğu belli olmayan onlarca kavram var ve model denen şey tam da bu kavramlar üzerine kurulmuş halde! Dahası “kalp ve zihnimizi içeren ruh”, “ahlaklı yani duyguları kontrol edebilen iradeli bir kalp”, “değişmezlik demek olan bilgi”, “yetkin ve erdemli insan” gibi onlarca saçma sapan ifade de bulunuyor kitapçıkta.

Bu modelin altına imza atan eğitimcilere ve profesyonellere soruyorum: Eğitime ilişkin nasıl bir kavram setidir bu? Bilginin değişmezlik olduğunu söylemek nasıl bir cehalettir? Erdemliliğin yetkinliği içerdiğinden habersiz olmak nasıl bir eğitimciliktir? Ruhu, kalp ve zihnimizi içeren bir şey olarak tanımlamak nasıl bir entelektüel yoksulluktur? Duyguları kontrol edebilen iradeli bir kalp olarak ahlak tanımı yapmak nasıl bir saçmalamadır? Ve onlarcası daha var…

Basında yer alan haberlere göre bazı öğretmenler öğretim programlarına okumadan imza atmışlar. Nasıl bir öğretmen okumadığı bir programa imza atabilir? Bu nasıl bir mazeret olarak sunulabilir? Bu ne rezalettir?

Ancak en can alıcı nokta bunlardan da ötesi. Bu ders yılıyla başlanan ve yeni programlarla da iyice pekiştirilmeye çalışılan yeni bir Türkçe öğretim yöntemi geliştiriliyor ülkemizde. Kaç kişi farkındadır bilemiyorum ama bakanlık eliyle Türkçe öğretimi yabancı dil öğretimine dönüştürülüyor giderek! Kuşkusuz bu durumun okullarımızdaki sığınmacılarla doğrudan bir ilişkisi olmalı, sığınmacılar adına kendi yurttaşlarından vazgeçen bir bakanlıkla da karşı karşıyayız demek ki; üstelik adında millî ifadesi geçen bir bakanlık bu!

***

Eğitim pratiklerimize gelince AKP iktidarı öncesinde derste sıkılan bir öğrenci, sıraların üzerine bir şeyler yazıp çizer ve bunu fark eden öğretmeninin bir bakışıyla yeniden derse odaklanmaya çalışırdı. AKP iktidarı sonrasındaysa öğretmenin bakışlarına meydan okuyan, ona hareket etmekten çekinmeyen, tehditler savuran ve hatta ona vuracak kadar ileri giden bir öğrenci profili ortaya çıkmaya başladı. Ve daha da ötesi kısa süre öncesinde yaşadığımız gibi eline bir silah alıp öğretmenini katleden öğrencilerle de karşılaşır olduk artık!

Hayır, o tetiği sadece o genç parmaklar çekmedi! Mevcut iktidar tarafından hemen her alanda olduğu gibi uzmana yönelik nezaketsizlik bir standart halini aldı önce. Sonra öğrencinin ders başarısızlığını doğrudan öğretmen hatası olarak gören çeşit çeşit veli ve öğrenci profilleri var edildi. Her mevzuat düzenlemesinde öğretmen-öğrenci-veli ilişkisinin belirleyici aktörü olan öğretmenler, çocuk padişahlar ile ebeveyn padişahların önüne atıldı. İşte o tetiği tüm bu süreçlere sebebiyet verenlerle göz yumanlar birlikte çekti!

Bu noktada yaşanan acı duruma ilişkin basında ısrarla yanlış bir şekilde ifade edilen şu hususu burada belirtmek isterim: mevcut mevzuat hükümleri bir öğrenci ne denli disiplin ihlali yaparsa yapsın okuldan kesin uzaklaştırma kararını okul yönetimine değil, ilçe milli eğitim müdürlüklerine bırakmaktadır. Okullardaki ödül ve disiplin kurulları en fazla beş günle sınırlı olan kısmi süreli uzaklaştırma kararı verme yetkisine sahiptir. Yani mevzuat ağır disiplin ihlalinde bulunan öğrencinin okuldaki varlığını uzunca bir süre daha sürdürmesine olanak tanımakta ve bu şekilde öğretmenleri ve okul çalışanlarını şiddete yönelik savunmasız bir halde bırakmaktadır. Ve mevzuatta derhal değiştirilmesi gereken hususlar da bunlardır, ancak yıllardır milli eğitime bakan bir kimsemiz yok maalesef!

***

Yaşamını kaybeden öğretmen İbrahim Oktugan’ı saygıyla anıyorum.

“Yaşamda her şeye değer biçilebilir, öğretmenin eserine asla!” Sokrates.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları