Deniz Yıldırım

Hiçbiri

21 Nisan 2021 Çarşamba

Şimdi belki yeterince anlaşılmıyor ama pandemi dönemi, ekonomik ve sosyal etkiler bakımından bir “Büyük Dönüşüm” hikâyesi yaratıyor alttan alta.

Güneydoğu Asya ve Latin Amerika dahil olmak üzere gelişmekte olan bölgelerde pandemi döneminde yoksullaşma, işçileşme derinleşiyor. 2000’li yılların orta sınıflaşma döngüsü tersine işlemeye başladı bile. Son olarak PEW araştırmanın yayımladığı sonuçlar da bunu doğruluyor. Şili’den Güney Afrika’ya, Brezilya’dan Hindistan’a kadar geniş bir coğrafyada orta sınıflar işçileşiyor, yoksullaşıyor. Buna, orta sınıflaşma arzusu taşıyan ama beklentileri karşılanmayan, hayal kırıklıkları derin, eğitimli alt tabaka gençlerin karşı karşıya kaldıkları işsizlik ve güvencesizlik tablosu da ekleniyor. Orta sınıfların böyle kritik düzeyde işçileşmesinin tarihsel açıdan olağanüstü politik sonuçlara yol açabildiğini unutmamak gerek. 

İkincisi, özellikle aşıya erişim konusunda ortaya çıkan küresel eşitsizlikler, insan sağlığını ve salgının seyrini kötü etkilediği gibi azgelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde pandeminin ekonomik ve sosyal olumsuzluklarının daha da uzamasına ve derinleşmesine yol açıyor, açacak. Gelişmiş dünya kendini kurtarmanın ve bu süreçte de daha yüksek duvarlar örmenin arayışı içinde. Göç ve sınır güvenliği politikalarının daha da keskinleşeceği öngörülebilir.

İşte tam da böyle bir ortamda, hem geleneksel orta tabakanın (esnaf, küçük girişimci başta olmak üzere) hem de eğitimli, beyaz yaka yeni orta tabakanın çözülme işaretleriyle karşı karşıyayız. Kuşkusuz bunlar genelde kapitalizmin, özelde de son 40 yıllık neo-liberal modelin zaten yarattığı sonuçlar; yeni olan, bu gelişmelerin hızlanması, “olayların şimşek hızında” yayılması. Karl Polanyi’ye atıfla “Büyük Dönüşüm” vurgusu yapmam da bundan kaynaklı. (Kitabı dilimize kazandıran Ayşe Buğra Hoca’ya da şükranla.)

Bu durumda, bir yandan ülkeler arasındaki eşitsizliklerin artacağı, diğer yandan da ülkelerin kendi içinde gelir ve sınıf ayrışmasının daha da pekişeceği yeni bir kriz dönemine girdiğimizi, bunun etkilerinin yıllara yayılacağını, “merkez siyaset”in temsil krizinin derinleşeceğini öngörmek zor değil. Peru’daki seçimlerin sonuçlarından Lübnan’daki gıda fiyatları enflasyonuna kadar, yaşanan her yeni gelişmeyi bu çerçeve içinde, bütünlüklü okumak gerekiyor. 

DERİNLEŞEN KRİZLER

Benzer durum bizde de yaşanıyor. Ülkeyi yönetenler, elde avuçta ne varsa özelleştirerek, rezervleri tüketerek, kaynakları yandaşlara dağıtarak denetimsiz bir rejim inşa ederek dikensiz gül bahçesi yaratmak istedi. Pandemiye de böyle bir modelin altında girdik. Şimdi esnafın, işçinin, emeklinin, yoksulun hali ortada. Emeğiyle geçinenler açısından pandemi, yoksulluk, işsizlik, sömürü, iş cinayeti, intihar ya da virüse yakalanıp ölmek demek. Çünkü bu acımasız sistem, insanı yaşatmaya odaklı değil. 

Böylesi derin dönüşüm zamanlarında, var olan ekonomik modeller yetersizleşir, temsil krizi derinleşir. Toplum, daha yeni, daha ileri, radikal çözümleri konuşmaya açık hale gelir. CHP’nin kamulaştırmayla ilgili açıklamalarına toplumun geniş destek vermesini de bu çerçeve içinde okumak gerekir. Ama yeter mi? 

Yetmediğini göstermeden önce bir anımı aktarayım: 2002 yılıydı; yüksek lisans öğrencisiydim henüz. Ülke 2001 krizinin etkisinde, halk kan ağlıyor. Konuştuğum bir esnafın sözü, onlarca kitabi cümleye bedel gelmişti bana: “Ya şeriat gelsin ya da komünizm” diyordu. İlk bakışta, “kafası karışıkmış” diyebilirsiniz. Değildi, kastettiği açıktı: Merkez siyasetlerin yaşanan derin ekonomik krize çözüm olamayacağı düşüncesini bu yolla anlatmaya çalışıyor, daha radikal çözümlere açık olduğunu kendi anlam dünyası içinde ifade etmenin yollarını arıyordu. İktidarıyla muhalefetiyle, merkez siyasete tepkiliydi. Krizden hepsini sorumlu görüyordu. “Bir de bunu deneyelim” sözü böyle yükseldi. AKP’nin yükselişini o tablo içinde de anlamlandırmak gerek.

Nereden geldi aklıma? Geçenlerde sosyal medyada, Türkiye Raporu Direktörü Can Selçuki’nin bir paylaşımını gördüm. 5-7 Nisan’da 12 ilde, 1515 kişiyle görüşerek gerçekleştirdikleri araştırmanın sonuçlarını aktarıyordu. Buna göre “Türkiye’nin ekonomik sorunlarını hangi lider çözebilir” sorusuna yanıtlarda ilk sırayı, yüzde 38.5 ile “Hiçbiri” alıyormuş. Halbuki Mayıs 2020’de bu oran yüzde 20, Ekim 2020’de ise yüzde 32’ymiş. Bu yüzde 38.5’e, yükselen seçeneğe iyi bakmak gerek. Toplum, var olan siyasetlerin ilerisinde çözümlere aç, açık. Dünyanın gittiği yönü iyi görmek, cesur olmak ve gerçekten halkçı-kamucu bir modeli, adını seslendirmekten çekinmeden savunmak gerekiyor. Özetle, ANAP’laşma değil, halkçılaşma zamanı.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları