Elçin Poyrazlar

Havuç, sopa ve AB

07 Nisan 2021 Çarşamba

Avrupa Birliği’nin (AB) üst düzey iki yetkilisi dün Ankara’da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile görüştü. 

AB Konseyi Başkanı Charles Michel ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in Türkiye ziyareti iki taraf arasında bol koşullu yeni bir işbirliği çerçevesinin ilk adımı. 

AB’nin 25 Mart’taki liderler zirvesinin sonuç bildirgesinde de yer aldığı gibi Avrupa, Türkiye ile ortak çıkar alanlarında işbirliğine dayalı ancak ‘aşamalı, orantılı ve geri döndürebilir’ bir ilişki hedefliyor. 

Özellikle Doğu Akdeniz, Yunanistan, Libya, Suriye ve Kıbrıs sorunu konularındaki Türkiye’nin ılımlı tutumu, vize serbestisi, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi, göçmen anlaşması uyarınca AB finansmanın devamı olarak karşılık bulabilir. 

Ancak Türkiye stratejik konularda gerilim çıkaran taraf olarak görülürse AB’nin kendisinin ve üyelerinin çıkarlarını korumak için yaptırım tehdidini masada tuttuğu mesajı da verilmişti bu zirvede. 

Brüksel’den yapılan bu üst düzey ziyaret AB’nin Türkiye’ye ‘havuç ve sopa’ politikasının bir tezahürü.  

Ankara’nın artık tam üyeliğe aday bir ülke değil ‘ortak çıkar alanlarında’ stratejik bir komşu ülke olarak gördüğünün de açık bir göstergesi. 

AB, Avrupa’nın yörüngesinden çok da savrulmayan, ‘kontrol edilebilir’, ‘yarı-demokratik, yarı-otoriter üçüncü bir ülke’ olarak gördüğü Türkiye’yi bazen teşvik bazen de tehdit edecek uzak bir yapı olmaya soyunuyor. 

Ancak Türkiye’nin iç ve dış politikasında AB artık bir referans noktası değil. Ankara hükümeti güvenlik ve ekonomik çıkarlarında alternatif ortaklık arayışını sürdürüyor. 

Üstelik Türkiye halkı Avrupa’yı ülkede demokrasi, insan hakları, temel özgürlükler, yargının bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü konularında Ankara hükümetinin bileğini bükebilecek bir güç olarak görmüyor. 

AB’nin hararetle savunduğu Kopenhag Kriterleri’nin Türkiye ile stratejik çıkarlara kurban edilmesi ülkedeki Avrupa destekçilerini, sivil toplum örgütlerini ve demokratik çevreleri buz gibi bir yalnızlığa iter. 

Ne yazık ki bu konularda AB’den gelen ‘kaygılıyız’ açıklamaları, Türkiye’nin içinden geçtiği krizi bire bir yaşayanların somut acıları ve hak kayıpları yanında gülünç kalıyor. 

Brüksel’in mevcut statüko ile tam üyelik arasındaki gri bölgede, Ankara ile ilişkisine yeni bir ‘ivme bulma çabası’ Türkiye vatandaşlarının solmakta olan Avrupa hayalini bir kabusa dönüştürme riski taşıyor.  

Türkiye’de kendi geleceğini ve kurtuluşunu Avrupa’nın savunduğu değerlerde gören kesimler Brüksel’in havuç ve sopa stratejisinden ne tür faydalar umabilir?

AB’nin hedeflediği bu yeni ilişki formatının net güvenlik çıkarlarının düşünüldüğü, vizyonu ve sınırları dar bir bencillik projesi olmaması için vereceği garantiler var mı? 

Avrupa’nın Ankara’ya ‘iyi çocuk olursan cebimde bak ne var’ siyaseti geçici bir yatıştırma taktiğinden öteye gidemeyecek gibi duruyor. 

Oysa AB’nin acilen ve güçle yapması gereken Türkiye’de gerileyen demokrasi, çöken hukuk sistemi, ifade özgürlüğü, kadın, çocuk ve azınlık hakları konularında somut hamleler yapmak ve yeni ilişki koşullarını bu değerlere bağlamak. 

Türkiye’de olanlar sadece Türkiye’yi ilgilendirmez. 

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı, batılı ülkelere ‘istersek diğer uluslararası anlaşmalardan da çekilebiliriz’ mesajıydı. 

Laikliğin sorgulandığı, hilafetin tartışmaya açıldığı bir komşu ülkenin gireceği karanlık, sonunda Avrupa'nın da stratejik ve ekonomik çıkarlarını yutar. 

Laik ve demokratik Türkiye sadece kendi vatandaşlarının refahı için değil aynı zamanda Avrupa için de vazgeçilmez bir güvenlik unsurudur.  

Umarım tüm bunlar kendini Ankara’ya göre yeniden konumlandırmaya girişen Brüksel’den de görülebiliyordur. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları