Türkiye’de ‘devletin özelleştirilmesi’

08 Şubat 2022 Salı

Türkiye’de AKP iktidarı döneminde devlet (ve kamu sektörü) hızlı bir biçimde özelleştirildi:

Kamu sektörünün elindeki tarımsal, ticari, mali, endüstriyel içerikli hemen hemen tüm kurumlar (ve şirketler) özelleştirildi.

a) Yabancılara satıldı.

b) Yandaşlara ve dini örgütlere devredildi ya da kapatıldı. Kamunun ve yerel yönetimlerin elinde bulunan taşınır ve taşınmaz mallar da aynı çevrelere devredildi ya da sembolik fiyatlarla satıldı. “Düzen” bu yolla değiştiriliyordu. “Devlet” bu yolla partileşti. Partilerin ve yandaş dini kurumların siyasal İslamcı ideolojileri doğrultusunda, olağanüstü bir “kaynak transferine” gittiler. İşin ilginç yanı, siyasi İslamcı fiili yapı gerçekleştirilirken, aynı zamanda vahşi kapitalist bir ortam oluşturdular: haksız rekabeti engellemek yerine, piyasada haksız rekabeti teşvik ettiler: bu doğrultuda bir piyasa düzeni(!) kurdular. Tek adam rejimi ile de sadece bir kişinin, bir iradenin eline her türlü ekonomik, siyasi, sosyal ve askeri bir “güç” verildi. Devletin özelleştirilmesi bu tekelci güç kapsamında çok kolay yürüyordu. Siyaset biliminde, bu rejimin adı bellidir.

Ve çok doğal olarak, bütün bu yanlışları yapabilmek için demokrasinin tamamen dışına çıkmak gerekiyordu. Devletin özelleştirilmesi, “kamu yararının ortadan kalkmasını zorunlu kıldı”: Piyasanın bozulmasından adalet sisteminin bozulmasına: eğitim ve sağlığın kamusal kimlikten özel ve İslamcı kimliğe dönüşmesine yol açtı.

İşin temelinde, “iktidarın siyasal İslamcı bir yapılanmayı esas alması ile antidemokratik yapılanma” örtüşüyor. Bu antidemokratik düzeni vahşi kapitalizmin üzerine oturttuğunuz zaman ayaklar tamamlanıyor: demokrasi karşıtlığı, sosyal devlet karşıtlığı ve vahşi kapitalizm “sacayağının üç ayağı olarak örtüşüyorlar”. Siyasal İslamcı yapılanma bugün Türkiye’de, bu zemin üzerinde yürümektedir.

ENFLASYON MU DEDİNİZ?

Devleti özelleştirdiğiniz zaman, kamusal yararı ve toplumsal refahı ortadan kaldırdığınız zaman “bozuk piyasa” vazgeçilmez hale gelir: bu şeytan üçgeninin yürüyebilmesi için “enflasyon kaçınılmazdır”: bu üçgen enflasyondan beslenir: kul, köle, patron, işçi, siyasetçi bağları, mutlak otoriter bir şemsiye altında birleşirler.

Önce devleti “özelleştirmekle” başlarsınız, içini boşaltırsınız ki bir daha sosyal devlet, demokratik devlet olamasın: bütün araçlarının üzerine “çökersiniz”. Daha sonra medyasından sendikasına, esnafından çiftçisine kafasını kaldıran olursa “icabına bakarsınız”.

Covid-19’un evrim geçirmesi gibi, bu negatifler de sürekli yön değiştirirler. Bugün çok doğru dediklerine yarın çok yanlış derler ve toplumun bağışıklık kazanmasını ya da karşı koymasını engellemeye çalışırlar.

Başta da dediğim gibi işe hep devleti özelleştirmekle başlarlar; kaçınılmaz sonuçlar ise şunlardır: anormal düzeyde, önlenemeyen bir enflasyon, aynı düzeyde bir işsizler ordusu, gelecek nesillere bindirilmiş bir dış borç yükü ve mutsuz bir toplumsal yapı.

Medyada “izlenen” doğru muhalefet eleştirileri, yanlışları düzeltmeye yetmiyor: yıllardır yazdığım gibi, demokrasi ve toplumsal refah ancak “aşağıdan yukarı sivil demokratik örgütlenmeler ile gerçekleşir”. Çiftçinin “şikâyeti”, esnafın TV’de yakınışı ancak posta kutusuna atılmış bir not kadar etkili olur. Muhalefetteki partilerin en başta “sivil toplumsal örgütlenmelerde” öncülük yapmaları gerekir. Demokrasi ancak “sivil toplumsal örgütlenmeler üzerine oturtulduğu zaman” çağdaş uygarlık ölçütlerine ulaşır. Örgütlenme yoksa demokrasi için gereken güç de olmaz.

Demokrasi  istiyorsak, bunun bilincine varmak zorundayız.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları